Yunanistan -2: Selanik, Preveze, Parga, Thassos Adası
Yunanistan gezisinin 1. kısmını kaçıranlar buradan okuyabilirler.
Saat 14.00 gibi yola koyuluyoruz artık Selanik için hereket zamanı. Otobana çıkıyoruz yine navigasyonumuzla. Yollar aslında bizim duble yollar ile aynı. Selanik’e kadar olan kısımlar ve sonrası uzunca bir süre virajlı çok hız yapamıyorsunuz. 30-40 km’de bir otoban ortasında gişe olduğundan para ödeye ödeye gidiyorsunuz. Önemli bir notumuz var burada; otoban üzerinde kesinlikle benzin istasyonu yok. Akşamları benzinlikler kapalı. Tatil günlerinde kapalı..v.s.v.s.. Benzin almak için otobandan çıkmak ve tekrar girmek zorundasınız. Bu yüzden benzimizi çeyrek depo kaldığında ya da benzinci gördüğümüz anda hep doldurduk..
Selanik varış saatimiz 16.30.. Otelimiz Tourist Hotel. Eski bir yapı. Yüksek tavanlı eski İstanbul binaları gibi. Ancak şehrin tam merkezinde ve her yere yürüme mesafesinde. Girişteki görevli ile konuşup bisikletleri otelin deposuna alıyoruz. Arabalarımızı da iki sokak yandaki kapalı otoparka. Otopark otelin değil sadece anlaşmalı. Günlük 20 Euro. Genel olarak kahvaltısı vasat, odaları temiz, sahibi sıcak kanlı bir otel. Sadece eşyalar biraz fazla gıcırdıyor yaşı gereği.. Biz sadece 1 gece konaklayacağımızdan detaylara takılmıyoruz.
Selanik, 500 yıl boyunca bizim egemenliğimiz altında kaldı. Osmanlı devleti döneminde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin bir arada yaşadığı önemli bir kültür merkezi konumunda bulundu. Ancak ne yazıktır ki şehir Balkan savaşları sırasında Tahsin Paşa komutasında şaşırtıcı biçimde hiç bir direniş gösterilmeden düşmana teslim edildi. Bundan sonra da bütün eserler ve tarih üzücü biçimde tahrip edildi, yok edildi. Şimdi ise 2000’lerden sonra yavaş yavaş insanlar korkmadan din ve dillerini yaşamaya yeniden başlıyorlar.
Eşyalarımızı bırakıp hemen dışarı çıkıyoruz. Bu sefer şehri tanımak için bisikletlerimizi de alıyoruz. İlk dikkatimizi çeken şey küçük bir İstanbul ya da İzmir gibi hareketli olması ve bayanların oldukça fazla sayıda motorsiklet kullanması. Dükkanlar, binalar, evler, insanlar şık.. Selanik Yunanistan’ın ikinci büyük şehri. Bütün kafeler restorantlar tıklım tıklım. Herkes keyifli.. Bizde şehrin düz ayak olmasından faydalanıp 1 saatlik şehir turumuzu yapıyoruz bisikletler ile.
Bu turda bize en şaşırtıcı gelen binaların altındaki benzin istasyonlarıydı. Burda demek ki birşey demiyorlar? :) Radyo binası, parklar derken ulu önderimiz Atatürk’ün evine kadar gittik. Malesef restorasyonda olan evi sadece dışarıdan görebildik. Ancak bir iki gün içerisinde evin açılacağını da öğrendik. Siz bu satırları okurken ev açık olur mutlaka..
Gündüzü hareketli olan şehrin geceleri daha da bir hareketli. Sokaklar cıvıl cıvıl, ışıl ışıl. Aristotelous Meydanı çok keyifli. Geniş bir meydan etrafında hep kafeler ve restorantlar var. Akşam yemeği için gittiğimiz ‘’Frutti Di Mare’’ gerek ilgisi, gerekse mekan ve lezzetleriyle bizden tam puan aldı. Burayı kesinlikle size öneririz.
Bisikletti, geziydi derken iyice yorulmuşuz. Hemen otelimizde dinleniyoruz ve sabah gezisi için enerji depoluyoruz. Sabah ilk iş bisikletler ile ‘Beyaz Kule’ ardından ise Aya Sofya Kilisesi’ni ziyaret ediyoruz. Aslında kilise dedik ama eskiden camii, sonrasında minaresini yıkıyorlar, kiliseye çeviriyorlar. Ardından ise Peleohiristiyan Bizans Anıtlarına gidiyoruz, zaten yol üzerinde. Ama dedik ya hiç bir açıklama yok. Kedinin ciğere baktığı gibi bakıp duruyorsunuz. Bilgi olsa bile kendi dillerinde yazıyorlar, yani yine anlamıyorsunuz. Şaka gibi. Bu konuda ülkemiz çok daha medeni. Zaten Avrupa Birliği’de Yunanlılara kızıyor bu noktada.. :) Öğlen yemeğimizi yine Frutti Di Mare’de yiyiyor ve hazır çocuklar uyku moduna girecekken bavullarımızı alıp otelden çıkış yapıyoruz. Otoparktan araçlarımızı alıyoruz, otobana çıkıyoruz. Rotamız bir tarihin değiştiği yer ‘’Preveze’’.
PREVEZE
Yaklaşık 4 saat sürüyor ulaşmamız. Otoban bitince gittiğimiz yollar hep gidiş geliş olan dar yollar. Tır ya da kamyonlara denk gelirseniz kuyruk oluyor tek tek geçiyorsunuz. Bizim yıllar önceki halimiz gibi. Ama yollar hep yeşillikler içerisinden gidiyor ve bizim de hiç acelemiz yok. :) Çok hayaller kurduk burada. Preveze deniz savaşı müzesi var mıdır acaba, yoksa eserleri nasıl görürüz, belki savaşları anlatan bir yer?…aman da aman..çok büyütmüşüz. Şehre girdiğimiz andan itibaren ne bir müze ne bir bilgi..! Adriyatik kıyısındaki bu güzel şehir küçük bir turistik kasabadan öteye geçememiş. Kim bilir belki de biz çok büyüttük gözümüzde.
Otelimiz Preveza City Otel. Girişteki bayan soğuk ve mesafeli. Ama odalar ve otel gayet temiz. Eşyalarımızı bırakıp yürüyüşe çıkıyoruz. Şehirde akşam üzeri olmasına rağmen in cin top oynuyor. Dükkanlar kapalı. En sonunda dayanamayıp birine soruyoruz, turist sezonu mu açılmadı diye. Aldığımız cevap aynen şu: ‘’- Buralarda 14.00 ile 17.00- 18.00 arasında insanlar dinlenir. Dükkanlar da bu sebeple kapalı.. Bir nevi siesta! :) Akşam olunca hareketlenir merak etmeyin.’’
Şehrin sahil şeridi neredeyse tamamen café- bar – restorant. Mekanlar güzel. Bütün gençler orada takılıyor. Ara sokaklar ise hep küçük balık lokantaları ile dolu. Genel olarak lezzetler güzel. Ağırlıklı balık ve ürünlerini yemenizi tavsiye ediyoruz. Şehir girişinde bulunan Nicopolis Antik kenti, şehir içerisinde Preveze Saat kulesi (1752) görülmeye değer. Şehirde iç kale (17yy.) duvarlarında dikkatli bakarsanız görebileceğiniz kalenin yapım tarihi Osmanlıca olarak bulunmakta. Bunu da fotoğraflayıp gezimizi sonlandırıyoruz..
Biz Preveze’de iki gece konaklayacağız, ikinci gün günübirlik Parga planımız var. Ama şimdiki aklımız olsa iki gece Parga’da konaklarız, buraya günübirlik geliriz. Yani tanımak için 1 gün yeterli buraya.
PARGA
Sabah parga için yola koyuluyoruz kahvaltı sonrası. Yaklaşık 60 km sahil şeridinden ve gidiş geliş bir yoldan gidiyorsunuz. Yol sıkıcı değil aksine manzaralar çok güzel. Parga son zamanlarda televizyon dizilerinde sürekli adı geçmesi nedeniyle popülerliği artan bir yer. Meşhur ‘’Pargalı’’nın memleketi. :) Preveze’den de küçük, kasaba havasında olan şehrin, renkli ve güzel mimarisi ile ilk anda insanları büyüleyen bir havası var.
Şehir merkezinde önce Parga kalesini görmek istiyoruz. Araba ile arka sokaklardan tarif alarak tepeye kadar çıkıyoruz. Park edip yürüyerek kaleye kolayca ulaşıyoruz. Tarif yapan esnaf arabanızı sokmayın oraya hem dar sokaklar hemde bir araba karşınıza gelirse çok sıkıntı çekersiniz diyerek bizi uyarmıştı. Hakikaten kaleye giden yol çok dar. Dikkat etmek gerekir.
Parga kalesi her kale gibi şehre hakim bir tepeye konumlanmış. Manzara nefis. Tabiki bilgi veren bir tabela yok. Hatta tarihi tabyalarımız, toplarımız yerlerde duruyor otların içerisinde.. İç kısımlara yürüdükçe bir yandan manzaraya bayılıyor diğer yandan kalenin harap durumuna üzülüyorsunuz. Kale içerisindeki ana bina ise şu anda café olarak hizmet veriyor. Bu arada kalede dikkatimizi çeken bir kapı var. Giriş kapısı. Bunca eser gezdik yıllardır, ilk defa böyle bir kapı gördük. Filmlerdeki gibi ince keskin demirler önemli bir durum karşısında yabancıları kapıdan uzak tutmaya yarıyor. Enteresan ve ilginç bir ayrıntı.
Kaleden aşağıya merkeze yine araçla inmeye karar veriyoruz, yokuşlar dik tekrar arabaları almaya yukarı çıkacak halimiz kalmaz diye düşündük çocuklarla.. :) Boş bir alan bulup park ediyoruz. Eski ara sokaklarda yürüyoruz. Evler taş ev ve çok güzel. Renk renk. Sol yeşil sağ turuncu.. Enfes. Etrafta Türkiye’den gelenlerin sesleri geliyor. Kameramanlar var şehri çekiyor röportaj yapıyor. Ne de olsa turistik bir merkezdeyiz. Burası sadece bizler için değil Avrupa’nın bir çok ülkesi için turistik bir yer.
Ardından sokaklarda yürüyoruz. Eski evlerin arasında. Her biri itina ile renk renk boyanmış. Her köşe başında hediyelik eşya satan dükkanlar mevcut. Hepsi sizing Türk olduğunuzu anladıkları anda başlıyorlar Türkçe konuşmaya.. :)
Yemek ve dondurma molası veriyoruz. Parga kebabının tadına bakıyoruz. Bizim sebzeli kebap gibi. Ancak lezzetler enfes. Sohbet ettiğimiz bir esnaf yukarıda Ali Paşa Kalesi’ni de görmemiz gerektiğini söylüyor. Hiç bir yerde bilgisine rastlamadığımız bu kaleyi görmek için tarif alıyoruz.
Köyün yukarı sırtlarına doğru tırmanıyoruz. Kaleyi gördüğümüz andan itibaren de tahmini olarak ona yaklaşıyoruz. Doğru tahmin! Yaklaşık Parga merkezden 15 dakika sonra kaledeyiz. Bizden başka kimseler yok. Yollarını bile ot kaplamış. Bir bilgi tabelası beklemek yersiz. Oldukça geniş ve 3 katlı bir kale. Mimarisi büyük ölçüde hala korunuyor. Ama kale topları her zamanki gibi görmeye alıştığımız biçimde yerlerde, otların arasında..harap bitap.. Kalenin bizimle konuşacak hali kalmamış gibi duruyor. Ama bulunduğu konum muhteşem. Parga’yı daha da yukarılardan görebilmek süper. Tünelleri, koridorları depoları olduğu gibi duran bu kaleyi görmeden dönmeyin. Bizim araba ile zor geldiğimiz noktaya bakıyoruz iki Alman turist yürüyerek geliyor dönüş yolunda. Tebrik ediyoruz selamlaşıyor ve devam ediyoruz. :) Plajlarını dolaşıyoruz Parga’nın. Biraz dinlenip akşam üzeri Preveze’ye dönüyoruz.
THASSOS ADASI (TAŞOZ)
Sabaha karşı 04.00 gibi Preveze’den ayrılıyoruz. Artık Türkiye’ye yaklaşma ve kalan son hedefimizi görme vakti. Thassos (Taşoz) Adası’na doğru yola koyuluyoruz.
Bütün geldiğimiz yolları tek tek dönüyoruz. Kavala sonrasında otobandan Keramoti istikametine dönüyoruz. Küçük bir kasaba. Burasının özelliği Thassos adasına geçilecek en yakın kara olması. Zaten yaklaştıkça yabancı plakalı arabalarda fazlalaşıyor. Kuyrukları v.s. saymazsanız Keramoti-Thassos feribot ile yaklaşık 50 dakika sürüyor.
Keramoti’ye vardığımızda feribot kuyuruğunu görünce biraz canı sıkılıyor insanın ama bütün arabaları alacak büyüklükte bir feribot yanaşıyor merak etmeyin. Araç modelini söylüyorsunuz ona gore para alıyorlar sizden. Yani Volkswagen demek yeterli değil illa Tiguan diyeceksiniz. Gişede duran yaşlı teyze için ‘’-Araba modellerini bilemez!’’ diye düşünmeyin. Fırçayı yersiniz. :)
Bir ikinci enteresan nokta da arabalı feribotta araçları kapı açılamayacak kadar dip dipe park ettiriyorlar. Biraz da orada tartıştık. ‘’-Yahu arabadan inemiyoruz‘’diyoruz ‘’-olsun’’ diyor adam! Herkez birbirinin arabasına çarparak iniyor. Feribot boş bile olsa böyle bi tuhaf!..
Thassos limanına indiriyor feribot. Oradan insanlar gidecekleri yere dağılıyorlar. Bizim otelimiz hemen limanda bulunan Akti Otel. Kapısının önüne kadar rahatça geliyoruz. 4 araçlık park yeri var ama her zaman park yeri bulmanız mümkün. Çünkü adada araç sıkıntısı yok. Her yere koyabilirsiniz. Park ettiğimiz anda sıcak kanlı tavırlarıyla otel sahibi geliyor. Genç bir karı koca işletiyor oteli. Bavullarımızı alıyor, odalara erkenden çıkartıyor. Sürekli bir ihtiyacımızın olup olmadığını soruyor.
Biz ada ile ilgili sorularımızı soruyoruz, bir sandalye çekip bize herşeyi anlatıyor, sıkılmadan.. Gitmemiz görmemiz gereken yerleri işaretliyor getirdiği harita üzerine. Otel odaları konforlu, ihtiyacınız olabilecek herşey mevcut. Ama kesinlikle lüks bir konfor değil. İyi bir pansiyon gibi hayal edin. Zaten fiyatı da ona göre 35 Euro oda fiyatı. Her yere yürüme mesafesinde. Hemen altında kahvaltılarda börek yiyebileceğiniz pastane mevcut. Pastane sahibi de bizi çok sevdi. Biz Türkçe öğrettik, o Yunanca öğretti bize her turist gibi.. :)
Ada çevresi yaklaşık 90 km. Tur atalım dediğinizde bir iki saat sürüyor durmadan. Sürekli viraj.. Ada beyaz mermerleriyle ünlü. Adayı tanımak için dolaşmaya karar veriyoruz. Yol üzerinde gördüğümüz güzel yerleri de bu gezi esnasında ziyaret ediyoruz. Panagia yoluna doğru ilerlerken sola doğru kıvrılan orman içi yoldan muhteşem güzellikte olan Saliara Plajına iniyoruz. Buraya mutlaka gidin. Yolun bir kısmı asfalt olsa da orman içerisinde hoplaya zıplaya yavaş yavaş ilerliyorsunuz. Yaklaşık 15 dakika süren zorlu yolculuk sonrası cennete gelmiş kadar oluyorsunuz. Enfes bir koy, muhteşem bir renkte deniz, sıfır yapılaşma. Tuvalet bile yok!.. Buraya bir çok araba geliyor, denize giriyor ve çıkıp gidiyor. Ama sezon açıldığında plajı işleten birileri mutlaka oluyormuş. Böylece sezlong, duş, wc gibi ihtiyaçları karşılamanız yüksek sezonda daha olası. :)
Yola devam, Panagia ve Potamia köylerinin içerisinden geçiyoruz, evler ve manzaralar oldukça güzel. Kıvrıla kıvrıla Archagelos Manastırı’na kadar geliyoruz. Bu manastırı dolaşıyoruz. Çıkarken kendi aramızdaki sohpetimizden girişteki görevli yaşlı amca bize takılıyor, ‘’- O zaman Turkçi konisalim!, nireden geliyorsiniz..’’ Gözleri ışıl ışıl oluyor İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince. Benim memleketim de Bursa diyor. ‘’-Bursa’nin köyündenim. Ama yillar unce buraya gelmisiz’’ diye ekliyor. ‘’-Mübadele zamanı mı?’’ sorumuza ‘’-Boşver uzin hikaye diyor. Hep bize Türkiye’yi soruyor. Semtleri, şehirleri.. Özlem içerisinde. Çok sevdiğini de ekliyor, hala arkadaşlarım var oralarda diyor. Sıkıca tuttuğu elimizi bırakmıyor. 10 dakika ayak üstü sohpet ediyoruz. Artık veda zamanı. O da bize görmemiz gereken yerleri anlatıyor. Türklerin olduğu yerleri söylüyor, İskeçe’ye mutlaka gidin diye de ekliyor. Dedemize sarılır gibi sarılıp vedalaşıyoruz. Duygusal bir an. Yunanistan gezimiz boyunca her yerde özellikle yaşlılar Türkçeye hakimler. İnsanlar sıcak kanlı. Eserlerimizin çokluğu ile de sanki kendi ülkemizin bir parçasında geziyormuşuz gibi rahatız. Ülkemizi ve olayları anlamamızın en iyi yolu etrafımızdaki ülkeleri anlamakmış meğer. Tarihimizi en net görebilmenin güzel bir şekli. Yıllarca düşman gördük. Ama burada durum çok farklı. Az kaldı birazdan sevgi böceği olacağız galiba! :)
Oğlumuz sıkıldı artık sohpetten, aracımıza atlayıp yolumuza devam ediyoruz ve yaklaşık 20 dakika sonra Theologos Köyü’ne varıyoruz. 1455 ve 1813 tarihleri arasında Osmanlı hakimiyetinde iken ada büyük bir pazar yeri ve adaların yönetim yeri olmuş. Rumlar, Türkler beraber yaşamışlar. Mübadele zamanında Anadolu Rumları yerleşmiş adaya. Herkesin Türkçe bilmesinin en önemli nedenlerinden biridir bu. Köy hareketli ve cıvıl cıvıl. Herkes gülümsüyor. Hayat buralarda daha da keyifli olsa gerek. Çocuklar koşturuyor, esnaf iş yapıyor. Bizim köylerimizin durumundan çok farklı. Türkiye’de köylerde artık oynayan çocuk bulmak, genç nüfus bulmak çok zor. Bir de şu dikkatimizi çekti; köy içerisinde ayakkabıcı bile var küçücük bir dükkan ama köylü o adamdan gelip alışveriş yapıyor.. benzincisinden, yemek yiyebileceğiniz lokantasına kadar ihtiyacınız olan her şeyi köyden alabilmeniz mümkün. Belki de insanları köylerinde tutabilmenin en güzel yolu bu? Bizim köylerde ise tek bulabildiğimiz esnaf bakkal…
Bu Theologos Köyü insana huzur veriyor. Eski evlerin mimarisi bizim eski evler gibi olduğundan hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Hatta bir çok evin çatı kaplaması dikkatimizi çekti, kiremit yerine Kayrak Taşı ile kaplanmış çatılar oldukça güzel gözüküyor. Sokaklarda dolaşıyoruz. Müze tabelası görüyoruz ancak biz oradayken müze kapalıydı. Hava kararmak üzere yavaş yavaş tekrar yola koyuluyoruz, gün batımında turumuzu bitirmekte ayrı bir güzellik kattı. Otelimize park edip akşam limanı yani merkezi geziyoruz. Arka sokaklarda hediyelik eşya satan dükkanlar, cafeler, restorantlar ne ararsanız var.. Limanın sonuna doğru kısa bir yürüyüş ile gidip balık keyfinizi denize nazır yapabilirsiniz. Burada otelimizin önerdiği Simi Restaurant’ta nefis balıklar yiyebilirsiniz. Fiyatlar Türkiye’den daha ucuz. Hele kalamar bir harikaydı. 5 kişi, 4 farklı balık 2 farklı meze (4 kişilik), salata, içecekler (alkolsüz) hepsi 54 euro tuttu. Yine aynı tarafta denize girebileceğiniz küçük plajlar var. Ücretsiz, bir şeyler yiyip içmeniz yeterli.
Ertesi gün her saat vapurun olduğunu öğrenip 11.00 vapuruyla anakaraya geçiyoruz. Dönüş yolunda İskeçe ve Dedeağaç’a da uğruyoruz ama kabaca aracımızla dolanıyoruz. Türkiye’ye giriş yapıp eve ulaşmak için biraz fazla oyalandık yollarda..
Özetle bu gezi gibi bir rotayı mutlaka gerçekleştirin. İnanın çok keyif alacaksınız. Balıkların tazeliğine mi, fiyatlara mı, insanların sıcaklığına mı, yeşilliklerin bolluğuna mı dersiniz, ne ararsanız var.