Eyl 3 2012

Selimiye, Beyaz Güvercin Motel

Hatırlarsanız daha önceki yaz gezilerimizde Bozburun’da konaklamış ve çevre gezilerimizde bu şirin yere bayılmıştık. Selimiye köyü adı gibi bir köy. Denizi kıpırdamıyor. Koyun güzel yapısı fırtınalı havalarda tarih boyunca hep sakin bir liman olmuş..

Selimiye’ye ulaşmamız İstanbul’dan kolay olmuyor. Bebekli yolculukların olmaz ise olmazı gece yola çıkmak. Yani en azından bizim açımızdan böyle. Çocuklar gece yol boyunca sallantıdan güzelce uyurken, sizde sakin bir yolculuk yapıyorsunuz. Tabiki gece çıkmanın avantajı bu kadarla da kalmıyor; polis radarları sabah 7’ye kadar olmuyor, güneş tepenizde rahatsız etmiyor..trafik en az düzeyde..v.s..ama biz daha çok bebeklerin rahat etmesiyle ilgileniyoruz.. :)

Yaklaşık 800 km yol Pendik-Yalova feribotu ile beraber 11.5 saat sürdü. Yolun Muğlaya kadar olan kısmı oldukça rahat. Özellikle virajların başlaması ile beraber hızınız oldukça düşüyor. Örnek vermek gerekirse Marmaris – Selimiye arası 40 km olmasına rağmen neredeyse 50 dk. sürüyor.

Selimiye köyü tatil sezonunun başlaması ile beraber kalabalıklaşan ve 3-4 ay boyunca bunu koruyabilen bir köy. Konaklama seçenekleri, butik oteller ve pansiyonların ötesine geçmiyor. Burada lüks yok. Gürültü yok. Bağıran çağıran esnaf yok. Herkes huzurlu bir dinlencenin peşinde. Bir de yatlarıyla yolculuk eden yerli yabancı turistler şenlendiriyor köyü. Ancak sınırlı yatak sayısı nedeniyle hatırlatmakta fayda var, Temmuz ve Ağustos aylarında yer ayırtmadan konaklama yapabilmeniz oldukça zor.

Köyün merkezi içerisinde sahil boyunca sıralanmış irili ufaklı bir çok lokanta restoran bulunmakta. Yine gezi tekneleri buralardan yolcularını alıyor, akşam yine aynı yere bırakıyor. Konu tatil olunca aslında deniz ve yemeklerden bahsetmek gerekir. :) Evde küveti doldurduğunuzda nasıl dibini görüyorsanız aynı berraklık Selimiye için de geçerli. Balıkların sürüler halinde yanınızdan geçişini izlemek inanılmaz bir keyif. Buradaki balık hareketliliğinin nedeni aslında doğal bir üreme alanı olmasından kaynaklanıyor.

3 akşam dışarıda Selimiye’de yemek yedik. Bunlardan biri Paprika diye mantısıyla ünlü bir mekan, diğeri Giritli diye Ahtapotu ile ünlü bir mekan, en sonuncusu ev yemekleri yapan standart bir yerdi. Mantı güzel ama pahalı, Ahtapot ise (affınıza sığınarak) bir daha yemeyeceğimiz bir yemek oldu bizim için..Damak tadımıza uymadı bir türlü sevemedik. :) Bu mekandan değil bizden kaynaklı bir sıkıntı..

Kaldığımız yerin hemen arka tarafında ‘Sığ Liman’ denilen bir koy daha vardı. Oraya otelimizden yürüyerek gittik, su hakikaten sığ (bileklerinizde) ve sıcak. Çamurlaşmış kumları da hoşumuza gitmediğinden biraz bakınıp geri döndük.

Gelelim kaldığımız motelimize;

Nisan ayında erken rezervasyon indiriminden yararlanıp nerede kalalım, diye internette otellere bakarken resimlerinden oldukça beğendiğimiz bir otelde konaklamaya karar veriyoruz ‘Beyaz Güvercin Motel’.  Aradığımızda bizi Müjdat bey karşılıyor. Her görüşmemizdeki kibarlığı ve ilgisiyle doğru yer diye karar veriyoruz. Günlük 230 TL oda kahvaltı (Temmuz fiyatı) anlaşıyoruz.Selimiye köyü’ndeki yolun en sonundaki otel burası!

Ama sonradan farkettik ki kullanıcı yorumlarını okumayı atladık. Hemen bir hız bakıyoruz ki o da ne! Bir çok şikayet var. En son isteyeceğimiz şey bir sene hevesle beklediğimiz tatilin burnumuzdan gelmesi. Otele geldiğimizde odamızın hazırlandığını söylüyor Müjdat bey. Odaya geçtiğimizde herşeyin yeni olduğu ve minimal bir tarzda oldukça şık ve basit döşendiği dikkatimizden kaçmıyor. Eşimin incelemesinde de :) temiz çıkan odadan ilk artıları alıyor otelimiz. Otelin yukarı bölümünde otopark ve odalar, aşağıda ise restoran, bar ve sahil kısmı kalıyor.

Kahvaltı için masaya oturduğunuzda çalışanlara kaç kişi olduğunuzu söylüyorsunuz ve o kişi sayısı kadar kahvaltılık geliyor. Bu hazırlık aşaması 10 dakika sürüyor, bunun anlamı şu herkese taze taze geliyor. Ara ara masalar arasında sıcak ekmek geliyor, İsterseniz bardaklarınıza sürekli çay tazeleniyor, isterseniz termos masaya bırakılıyor. Bizim için en önemli öğün kahvaltı..Resimden de anlaşılacağı gibi bol bol geliyor tok bir biçimde kalkıyorsunuz. :)

Öğlen ve akşam yemekleri için farklı bir sistem var. Öğlen menü kartından bir yemek seçebildiğiniz gibi, ana yemek+salata/cacık..v.b..+tatlı/meyve’den oluşan fix menü’den de faydalanabiliyorsunuz. Porsiyonlar büyük ve doyurucu. Ayrıca fix menüde zaman zaman ev yemeklerinin de olması bebekleri için annelerin en önemli  sevinç kaynağı oldu.. :) Akşam yemekleri için yer ayırtıyorsunuz, iskele üzerinde masa kuruluyor ve nefis manzara ile beraber önceden sipariş ettiğiniz yemeğinizi yiyorsunuz. Şunu belirtmek isteriz ki bugüne kadar yediğimiz en taze balıkları burada yedik. Fiyatlar ise; tatil bölgesi, zaman ve mekan düşünüldüğünde makul geliyor. Aynı lezzeti dışarda aramaya kalktığınızda yine aşağı yukarı aynı rakamları ödüyorsunuz. Otelde limonata içmeden gitmeyin..Uzun zamandır içtiğimiz en lezzetli hakiki limonataydı..

Otelin restoran kısmı ve barı arasında oldukça geniş bir yeşil alanı var. Burada çocuklar dilediğince koşup oynuyorlar. Hemen aynı alanda etrafa serpiştirilmiş bir çok yastık var. Buralara havlunuzu atıp denize girebiliyorsunuz. Biz de 3 aile olarak her defasında geniş bir yastıklı alan kapattık. :) (Not: Hayır hayır hiç yer kapma telaşı yok..merak etmeyin.. herkese yetecek kadar yastık-şezlong var :) )

Plajın en geniş yeri heralde 1.5 metredir ama bu otelin değil Selimiye’nin genel karakterinden kaynaklanıyor. Denizde o kadar çok balık var ki zaman zaman bunlar ayaklarınızdan küçük bir öpücük alıyorlar :) Bir hafta boyunca konakladığımız otelde çalışanların yüzünden ilk günkü gülümseme hiç kaybolmayınca gidip otel sahibini tebrik ettik. O da teşekkür edip masamıza kavun yolladı. :) Aslında biz bunu kavun için yapmamıştık..çok hoşumuza gittiği için yapmıştık. Şaka bir yana tatilimizin bu kadar keyifli olmasının en önemli nedeni bu çalışan arkadaşlar. Büyük bir soru işareti ile gelip, kocaman bir mutlulukla ayrılmak güzel bir duygu. İnşallah hizmet hiçbir zaman bozulmaz.

Çocuklu ailelere özellikle tavsiye ettiğimiz bu otelde internette yazılanlara kulak asmadan kalabilirsiniz.


Ağu 30 2009

Yaz Tatili 3. Bölüm: ‘Çiftlik Koyu, Turunç, Ekincik Koyu’

Okuyamayanlar için; Yaz Tatili 2. Bölüm için Tıklayınız.

Çiftlik Koyu
Bayır köyü’nden yukarıya ayrılan yolu takip ettiğinizde yine ağaçlar ve manzara ile birlikte 15 dk. sonra Çiftlik Koyu’na varıyorsunuz. Burada 1 otel ve 3-5 restorant’dan başka bir şey yok. Denizi tertemiz. Zaten haklı olarak mavi bayraklı bir plaj. Plajı kumsal. Manzarası muhteşem.

ciftlikkoyu

dsc_0555

Ancak dikkatimiz çeken tek şey çok fazla deniz taşıtının olmasıydı. Sürekli denizde jetski, yat ya da tur tekneleri gelip gidiyor bu koyun yoğun gözükmesine kalabalık durmasına neden oluyorlar. Biraz vakit geçirip, ayağımızı denize sokup tekar yola koyuluyoruz.

Turunç Koyu

Tatile başladığımız yollardan geri gidiyoruz. O bahsettiğimiz güzel yollar, hani hafızamıza kaydettiğimiz. Meğerse en güzel yollardan geçmişiz. Klimayı kapatıp oksijen alıyoruz bol bol. Turunç’a doğru yol alıyoruz. Çiftlik koyu’ndan geri dönüp yine Bayır Köyü’nden geçip turunç istikameti. Yaklaşık yarım saat sürüyor. Km olarak fazla değil ancak yol artık çok virajlı ve arada karşınıza çıkan bir minibus ya da otobüsü geçmek zor olduğundan peşpeşe yola yavaş yavaş devam ediyorsunuz.

dsc_0566

dsc_0570

Turunç koyunun güzelliklerini kitaplardan okuduk. Belli ki burası artık gelişmiş bir yer. Büyükşehir olmuş. :) Otoparkları, taksileri, dükkanları ile küçük Marmaris. Nerede kalacağımızı düşünüyoruz. Ta ki plajını görene kadar. Binlerce insane dip dibe. Sanki turunç değil Çin plajı. Gelenler gidenler..yoğunluk..aman allahım. Adım atmak mümkün değil. Bozburun’da o kadar alışmışız ki sakinliğe.. :) Evet denizi temiz gözüküyordu. Tamam manzara da etkileyici idi. Ancak plajda adım atamayacak kadar yan yana oturmak, sürekli bir ses uğultu eşliğinde oturmak, siz tam güneşlenirken arkanızdaki yoldan motositletin “iiiiiiiiiiiuuvv” diye geçmesi sinir bozucu. Zaten oldum olası bu mobiletlerin egzostlarını neden açarlar anlamam. Birde şu minibüs ve taksicilerin “da da da da dat” kornası yasaklansın. Kaldırılsın. Çöpe atılsın! Minibüsler kornasız üretilsin, taksilerin kornasına basınca sürücüye minik elektrik verilsin. Neyse konumuza dönersek yok kalabalık bize göre değil. Yemeğimizi bir lokantada yedik. Yola devam.

dsc_0573

Yola devam ama nerede kalacağımızı bilmiyoruz. Çatalbaş ailesini İstanbula dönmek üzere Marmaris otogarına bırakıyoruz. Kenara çekip haritamızı açıyoruz. Elimizi koyalım ve oraya gidelim. Kalabalık olmayan, ama daha önce gitmediğimiz bir yer olsun. Saat 17.00 olmuş bu arada. Biraz hızlı hareket etmek lazım yoksa sokakta kalmak içten bile değil. Bir kaç yere telefon açıyoruz. Yerler hep dolu. Acaba bizde mi İstanbula dönsek diye iç geçirirken “Dalyan”?! diyip, hemen yola koyuluyoruz. 45 km kadar gidip sağa arabayı çekip bir iki yere telefon açıyoruz. Yine yerler dolu. Tabiki haftasonu olduğu aklımıza sonradan geliyor. Her yer doludur? Ne yapsak diye birbirimize bakarken önünde durduğumuz “Ekincik” tabelasına bakıp birbirimize gülümsüyoruz. Burayı hep isteyip gidememiştik. En kötü arabada uyuruz diyip, yola koyuluyoruz çünkü bir yarım saat içerisinde hava kararacak. Köylerin arasından geçiyoruz. Muğla yolundaki sapaktan Ekincik koyu 30 km. Yollar virajlı. Neredeyse 40 dk sürüyor.

Ekincik Koyu
Yol boyunca size tertemiz, mis gibi dağ manzaraları eşlik ediyor. Sırf bu manzaralar eşliğinde ilerleyebilmek için bile buraya gelinir. Yollar hiç beklemediğimiz kadar düzgün ve genişletilmişti. Tabi bizi hep böyle güzel yollarda bir de korku alır. Ulaşım ne kadar rahatsa insanoğlu o kadar hızlı kirletiyor.

dsc_0586

Bir yol ayrımında kocaman tabela yapmışlar buradaki otel ve pansiyonlar için. Tam önünde durup telefon açmaya başladık. Neyseki açtığımız her otel ya da pansiyonda bir iki oda mutlaka boş bulduk. Bu sefer de en ekonomik kalabileceğimiz yeri aramaya başladık. Bizim tercihimiz “Akdeniz Hotel” oldu. Kişi başı 45 tl. Sabah açık büfe kahvaltı, akşam açık büfe yemek dahil bu fiyata. Telefonda bizimle oldukça kibar konuşan ve konuşmaya kendini tanıtarak başlayan, yıllar önce İsviçreden kesin dönüş yapmış Fatoş bey, sürekli bu işi hobi olarak para kaygısı olmadan yaptığını memnun kalacağımızı söylüyordu. Oteli bulduk. Hava karardığı için artık biraz da kaderimize razı olduk. Ancak odalar çok geniş ve temizdi. Fatoş bey suyun da parasız olduğunu söyleyince tabiki daha da şaşırdık. Çünki çoğu otel yazın sıcak günlerinde sudan da rahatça para kazanıyordu.

dsc_0594

Hatta daha da enteresanı otelde içecek satmıyor. Hemen ileride sokağın köşesinde bakkal var. Ben zaten burada para kazanıyorum. “-Herşeyi ben satarsam buranın yerlisi, köylüsü, diğer esnafı ne kazanacak” diye anlatınca da bizden büyük bir alkış aldı. Tam yemekte canınız kola, meyve suyu çekiyor olmadığını hatırlıyorsunuz. Ancak hemen 50 m ilerideki bakkal almak keyifli. Yani en azından düşünce oldukça ince. Umarız buranın esnafı da Fatoş beyin inceliğinin farkındadır.

İki gece kalıyoruz. Denize yürümeniz gerekiyor. Sabah uyandığımızda görmediğimiz birçok detay ile karşılaşıyoruz. Otelin terasından işte Ekincik koyu! Bitmemiş kaba yapılı tuğlalı inşaatlar (15 yıldır o şekilde duruyormuş denize sıfır..!*!) Belediyenin kazı çalışmaları, toz toprak (ulaşabildiğiniz bir yol var, onu da kazmışlar, toz bulutunun içerisinden ilerliyorsunuz!) Madem kazı yapacaksın yaz dönemini bitir sonra yap..yada hızlı hızlı hemen yap.. insanlar turistler tatile geliyor. Neyse..söylenmek yok. Sahile iniyoruz.

dsc_0600

Bu güzel Ekincik koyu’nda kumsalında bir kaç tane otel ve pansiyon var denize sıfır. Hafta sonu olduğu için Köyceğiz tarafındaki herkes buraya denize gelmiş sanki. Bir kalabalık. Sahil uzun ve büyük herkese yetecek kadar alan var. Ama tabiki herkes restoran, duş ve otellere yakın olan kısımda girdiğinden belli bir bölge çok kalabalık. Yemek istediğinizde buradaki restoranlar hiç pahalı değil. Aksine insanlara veresiye bile açmışlardı. Hemen yan tarafta birde çadır kampı bulunuyordu. Herkes birbirini tanıyor, samimi bir hava vardı. Sanki bir biz yabancıyız :)

dsc_0599

Ekincik Koyu’ndan Dalyan’a küçük tekneler gidiyor. Gün içerisinde Dalyana ulaşmak bu kadar basit ve keyifli. Aynı şekilde oradan da Ekincik koyu gelişler var.
Şezlong arıyoruz, toplamda 50 şezlong var zaten. Bunların 40’ı kırık ve parçalanmış. Bulduğunuz sağlam parçaları birleştirerek kendinize bir şezlong oluşturmaya çalışıyorsunuz. Yok yok..hayalimizdeki Ekincik koyu böyle bir yer olmamalıydı. Yani belediye, muhtar kim bakıyorsa; arkadaşım yap paralı şezlongu ama sağlam olsun. Girişe bilet kes ama hizmet olsun! Arabanın bagajında hazır duran bizim kamp sandalyelerimizi alıyoruz başka türlü bir gün geçmez. Tüm gün denize girmeden kitabımızı okuyup sahilde oturuyoruz. Ama Ekincik Koyu’na çok yazık etmişler. Yollarda gelirken köylerin içerisinden geçerken hayal ettiğiniz koy’dan eser yok. Kültür Bakanlığı buralardaki yapılara el atsa çok iyi olacak. Herkes kafasına gore ev, bina, otel çıkmış. Bazen düşünmüyor da değiliz? Burası Almanya’da bir plaj olsaydı böyle mi olurdu? Ya da bir Fransa’da koy olsaydı? Bu boşvermişliği anlamıyoruz.

Gece iki gibi otelimizden ayrılıyoruz. Fatoş bey de mutlaka bu kötülükleri sitenizde anlatın, Kültür Bakanlığı harekete geçsin diyor. Defalarca şikayet etmiş, aramış taramış hiçbirşey çözülmüyor, belki sizin yardımınız dokunur dedi.

Aslında herkes üstüne düşeni yapsa kimseye gerek kalmayacak ama…Sonuçta Ekincik Koyu’nu görmediğinizde inanın pek birşey kaybetmiyorsunuz.. :(  Bekle bizi İstanbul, tatili bitirdik. Geliyoruz.


Ağu 29 2009

Yaz Tatili 2. Bölüm: ‘Bozburun, Kızkumu, Selimiye, Dirsek Bükü, Bayır Köyü

Okuyamayanlar için; Yaz Tatili 1. Bölüm için Tıklayınız.

Bozburun
Üşür vaziyette Karaburun’dan yola çıkıyoruz. Alaçatı ya da Çeşme’de konaklama yapalım diye düşündük ama İzmir’de oturan arkadaşımız bize oralarda da şu anda oldukça fazla rüzgarın bulunduğunu hatırlatıyor.
bozburun
bozburun_liman

Hemen yönümüzü Akdeniz’e daha yakın yerlere çeviriyoruz. Neresi neresi diye düşünürken daha önce bulduğumuz ancak vazgeçtiğimiz Bozburun’a yöneliyoruz. 5 saat sürecek yol ama çokta önemli değil. Yolculuk bile keyifli bizim için. Bir hız kendimizi Muğla otoyolunda buluyoruz. Yollar çok güzel her yer çift yön olmuş, sık sık radar var.
bozburun_ustten

Marmarise yaklaştıkça hoşumuza giden bir değişim başlıyor. Her yer alabildiğine yeşil. Yemyeşil derler ya aynen öyle. Marmaris-Bozburun arası 50 km. Marmaris içerisinde biraz vakit geçiriyoruz. Yemek, benzin, dergi kitap derken akşam üzeri yapıyoruz saati. Her yer turist kaynıyor. Bol bol İngiliz gelmiş. Yüksek sesle bağırış, konuşmalar..haykırmalar..Bu İngilizler de kendilerinden başka kimse saygı duymuyor. Off devam..vakit kaybetmeyelim. Sessizliğe doğru yola devam.

Bilmeden yolu uzatarak İçmeler üzerinden orman içerisinden Jip safarilerinde kullandığı yol ile Bayır köyüne varıyoruz. Buradan tekrar anayola bağlanıp asıl gitmemiz gereken yola bağlanıyoruz. Bu ara bağlantı yolu çok virajlı ancak muhteşem manzaralar eşliğinde ilerliyorsunuz. Bu yolu hafızamıza yazarak devam ediyoruz. Bir süre sonra deniz eşliğinde yol alıyoruz. Bir manzara bu kadar mı güzel olur. Tablo gibi. Yatlar gelip geçiyor. Her yer yemyeşil..
dsc_0207
dsc_0210

Bozburuna vardığımızda aracımızı bir okulun bahçesine park ediyoruz. Okullar kapalı olduğundan zaten burası otopark olarak hizmet veriyor. Zaten toplasanız 10 araba yok bile. Ahprodite otele gitmeden önce kısa bir yürüyüş yapıp şehri tanımak istiyoruz. Bir liman ve bir kaç sokaktan oluşan merkezi dolaşmamız 15-20 dakika sürüyor. Bir yerli teyze ile konuyoruz. Onlarda bize Aphrodite otelin iyi olduğunu söylüyor. Bu gibi küçük yerlerde yerel insanın önerdiği yerleri dikkate almakta fayda var.
dsc_0167

Telefon ile yola çıkmadan yer ayırtmıştık, hemen artık daha fazla vakit kaybetmeden geldiğimizi haber veriyoruz. Bozburunun pansiyonlarının arasından sahilden geçip araba ile gidilecek son noktasına kadar gidip aracımızı park ediyoruz. Bir bakıyoruz ki otelimizin transfer aracı gelmiş. Tekne ile bizi otele götürüyorlar. O kadar keyifli ki, araba yok, motosiklet gürültüsü yok. Çıt yok! Suların sesi, kuşların cıvıltısı, teknelerin süzülüşünü izleyerek 5 dk. Ilerideki otelimize varıyoruz. Sıcak bir karşılama. Belliki burada keyifli geçecek. Bu arada terliyoruz! Evet bu çok hoşumuza gidiyor. Hava sıcacık. İşte yaz yahu! Karaburundan sonra işte şimdi tatile çıktığımızın farkına varıyoruz. ☺
dsc_0452

Aphrodite Otel toplamda 18 odası olan bir aile işletmesi. Biz burayı internetten bulup geldik. Geceliği kişi başı 75 TL. Bu fiyata sabah kahvaltı ve akşam yemekleri dahil. Denize sıfır. En hoşumuza giden özelliklerinden birisi akşam yemeklerinde siz neyi isterseniz onu yapıyorlar. Hiçbir kısıtlama yok. Zaten sürekli , kırmızı et, tavuk ve balık var. Bunlardan hiçbirini canınız istemedi dolma yemek istediniz. Hemen akşama hazır. Öğlen yemekleri ve içecekler bu fiyata dahil değil. Akşamları ana yemeklerden önce büyük bir masa sırf zeytinyağlılardan (en az 15-20 çeşit) oluşuyor. Açık büfe. ☺
dsc_0222

Çalışanlar özellikle Yavuz bey efendiliğiyle, saygısıyla, Çetin bey espirileriyle ve herkese takılmasıyla eğlenceli bir ortam oluşuyor. Zaten çok kalabalık olmadığı için bir iki akşam içerisinde bir çok tanıdığınız ve dostunuz oluyor. Kimse sizi birşeyler için sıkmıyor, zorlamıyor. Odalar standart, yeterli. Tabi yılların verdiği bir yorgunluk var otelde artık. Biraz yenilenmek istiyor. Ancak bu güzel bir tatil geçirmeye mani değil. Hergün temizliği yapılıyor. Küçük bir otel, denize sıfır oturuyor, nefis sakinlik ve huzur içerisinde yemeğinizi yiyorsunuz, denize yine sakin sakin kalabalıktan uzak giriyorsunuz. İşte büyük otellerde olmayan sakinlik, dinginlik. Oh yahu. ☺ 5 gün kıpırdamadık bir yere. İnanılmaz dinlendik. Bu arada burayı tercih edeceklere küçük bir dip not, otel seneye güzel bir tadilattan geçebilirmiş bilginize ☺

Bir akşam Bozburuna inip yine biraz dolanalım dedik. Topu topu yarım saat sürüyor. Bir çok café, restorant limanda var. Buralarda keyifli vakit geçirebilirsiniz. Bozburun aslında yatçıların uğrak bir noktası olduğundan hergün önünüzden onlarca yat geçiyor, geliyor, demirliyor. Bu sebeple zaten 2000 olan yerel nüfustan ziyade yabancıları görmek mümkün olabiliyor.
dsc_0372

Son günümüzde otelin teknesi ile bir tekne turuna katılıyoruz. Tekne çok büyük olmadığından 10 kişi ile yola koyuluyoruz. Çevre koylara yapacağımız günübirlik bir tur. Yavuz kaptanlığında yola koyuluyoruz ancak koydan çıkar çıkmaz daha da bir güzellik bizleri şaşırtıyor; karşıdaki adalarda tarihi kalıntılar var, kızkumu gibi toprak yer yer suyun içerisinde yerler oluşturmuş, denizin berraklığı pukhet adası resimlerine benziyor..v.s..yani her yanıyla bizi şaşırtmaya ve etkilemeye devam ediyor Bozburun. Hatta “Dirsek bükü” adlı koyda denizin dibindeki canlıları bile çıplak göz ile seçebilmek çok etkileyici. Bu koyu mutlaka görün. Koyda enterasen olan birde Restorant var. Elektriği, yolu ve suyu olmayan dağın bir kenarına yapılmış. Nasıl yapılmış, kimler izin vermiş hatta ruhsatı varmı onu bilmiyoruz ama yatçıların en uğrak yeri olduğu kesin. Fiyatları da ucuz değil. Bu tekne turu için kişi başı 30 TL ödedik. Bu fiyata içecek ve yemek dahil değil.
koylar

Dağları boz. Adından da belli olduğu gibi. Ancak otelimiz yemyeşil olduğundan bunu hissetmiyorsunuz. Denizi tertemiz. Sabah saatlerinde neden bilmiyoruz küçük küçük deniz anaları geliyor. Ancak yüzerken bir rahatsızlık vermiyorlar. Sürekli her yanınızdan balıklar geçiyor. Sabah ve akşam üzeri deniz çoğu zaman çarşaf gibi oluyor. Reddedemiyorsunuz denizi ☺. 5 gün sonra herkesle vedalaşıp artık Bozburun’u geride bırakma zamanı. Kalan son 2-3 günümüzde çevre koyları gezip Turunç’ta kalmayı planlıyoruz. Bir çok yerde övgüsünü okuduk. Gezimize otelimizde tanışıp çok sevdiğimiz Çatalbaş ailesi ve minik fenerli Hüseyin ile devam ediyoruz.

Kız Kumu
Bir doğa harikası. Kumlar, taşlar ve çakıllar denizin belli bir bölümünü doldurmuş ve insanların yürüyerek geçebildiği bir alan oluşturmuş. Eğer Selimiye tarafına giderken yolda denizde yürüyen insanlar görürseniz işte burası.
dsc_0296
dsc_0282

Birde hikayesi var: Sevgilisine ulaşmak isteyen kız, eteğine kumları doldurarak denizden ilerliyor, kumları bitince de ulaşamadan boğulup ölüyor.

Bu doğa harikasına biz de Bozburun’dan bir öğlen geldik. Bakalım, görelim, fotoğraf çekip hatta belki de günümüzü burada geçiririz diye. Otelin minibüsü Marmaris’e giderken bizi burada indirdi. İner inmez bir gürültü, bir müzik. Burada bir-iki restoran buluyor, denize sıfır, kız kumunun içerisinde, dip dipe. Bağırış çağırış, herkes müşteri kapma telaşında. İşletme sahipleri iki üç dev hoparlör ile, müziğin sesini bam bam açınca sanıyorlar ki bizler oturup birşeyler yiyip içeceğiz. Bir nevi Eminönü kalabalığı gibi bir yer burası. Bir doğa harikası bizlerin eline bırakıldığında yapabileceğimiz tek şeyi yapıyoruz: Görsel ve işitsel kirletmek!. Böylece hiçbir cazibesinin kalmamasını sağlayıp bu işten birde ekmek yiyememekten şikayet etmek! Bir 15 dk. Zor dayanıp anı fotoğrafı çekip hemen sessizliğin hükum sürdüğü Bozburun’a tekrar dönüyoruz. Ancak bu o kadar kolay olmuyor. Minibüslerin her 2 saatte bir geçtiğini öğreniyoruz. Beklemekten başka çaremiz yok. Sabır..sabır..Siz mutlaka ama mutlaka kendi arabanız ile gitmeye çalışın.

Selimiye
Bozburun – Selimiye arası 7 km. 10 dk. bile sürmüyor. İçme suyu gibi berraklıkta, çarşaf gibi bir deniz karşılıyor bizi Selimiye’de. Burası Bozburundan daha gelişmiş duruyor. Küçük Bodrum gibi. Ama aynı zamanda şık. Gelen yatların büyüklüğünden ve güzelliğinden de anlaşılıyor.
dsc_0485
dsc_0481

Küçük bir kent burası da. Yine tabiki sahili en hareketli kısmı. Bozburunun hemen arkasında bir yerleşim yeri ve bir anda doğa değişime başlıyor. Buradan itibaren her yer yemyeşil. Limanın içerisindeki denizin bile temizliğinden bahsederken bir anda onlarca, yüzlerce belki de binlerce balık suyun üstünden hoplayarak bize doğru gelmeye başlıyor. Bir anda donup kalıyoruz ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bir kaç dakika süren bu enteresan olayı hemen yanımızda bir balıkçı durumu bize açıklıyor. Büyük bir balık küçük balıkları yemek için kovalıyor. ☺
Selimiye’de Bozburun gibi temiz, naïf ve güzellikler içerisinde bir yer. Hatta Bozburunun sadeliğinden sıkılanlar için ikinci bir alternatif olabilecek bir yer. Bakın yine uyarıyoruz: Buralar tatil için sakinlik arayanların yeri ☺ Yola devam ediyoruz. Bundan sonraki hedef Şelale ☺
dsc_0465

Şelale
Selimiye’den Bayır Köyü istikametine gidip köy tabelasından girmeyip 1km daha ilerlerseniz sağda tabelasını göreceğiniz ve jip safaricilerin uğrak noktası olan bir yer burası. Bir 5 dk toprak ve stabilize yoldan ilerleyip vardığımız noktada bulduğunuz bir yere park ediyorsunuz. Zaten heryerde jip safari kalabalığı ve nedense bu tura katılanların sürekli arabalardan bağırmaları? Her arabada en az 5-7 kişi olduğunu unutmayın ☹ (Yine İngiliz ve Arap turistler..?!?)
dsc_0512
dsc_0507

dsc_0526

Bizde patikadan herkesin gittiği istikametten ilerliyoruz. Ancak çok kalabalık. Yine de herşeye rağmen yeşillikler içerisinden ve serin serin yürümek çok keyifli. Hatta yeşilliklerden gökyüzünü göremiyorsunuz. Şelale çok yüksek değil. Yaklaşık 10-13 m. gibi bir yüksekliği var. (Binlerce yıllık kaya da yine kazınmış isimlerimiz var.) Suyu resmen çivi. Bir 10 dk. durmak mümkün değil. Yemek yiyebilecek yeşillikler içerisinde bir kaç ufak yer mevcut. Buralarda gözleme türü şeyler bulabilirsiniz. Bağırışlar onların olsun, biz yolumuzu Bayır Köyü’ne çeviriyoruz.

Bayır Köyü
Nefis virajlı ve keyifli yollardan bir 10 dk. sonra ulaşıyoruz köy’e. Meydanda oturacak bir iki yer var. Tam ortasında 2000 yıllık bir çınar ağacı var. inanışa göre bu çınarın etrafında 7 tur atmanın hem insanın ömrünü uzattığı hem de sağlık ve mutluluk kattığı söyleniyor. Bizde aynısını yaptık, güle oynaya 7 tur. Yoksa 5 miydi? Bir süre sonra insanın başı dönüyor. Bu yüzden kaç tur atabildiğimizi hatırlamıyoruz.
dsc_0539

Ancak enfes bir Portakal suyu içtiğimizi ve çalışan yerli insanın da çok kibar olduğunu hatırlıyoruz. Çınar ağacının gölgesinde oturmak, püfür püfür esen rüzgarın serinliğinde sohpet etmek çok güzel. Buraya uğramadan ömrünüze ömür katmadan geçmeyin. Şimdiki hedef “Çiftlik Koyu”.