Şub 20 2015

Lezzet Turu 3.Bölüm ‘Şanlıurfa, İskenderun, Hatay, Gaziantep’

DSC_0179

Yazımızın ilk kısmını okumak isteyenler buraya tıklayabilir.
Yazımızın ikinci kısmını okumak isteyenler buraya tıklayabilir.

ŞANLIURFA

Gezimizin 3. günü.

Sabah kahvaltı sonrasında yine otobanı kullanarak Şanlıurfa’ya ilerliyoruz. Yol çok rahat ve ilerlerken sürekli Suriye plakalı lüks araçlar görüyoruz. Şehrin merkezine Balıklıgöl yakınına bulduğumuz ilk otoparka aracımızı koyuyoruz. Size tavsiyemiz merkezdeki birçok yere yürüyerek ulaşabileceğinizden park edin ve rahatça yürüyün.

Halil-ür Rahman Gölü (Balıklıgöl), Şazeli Ali Dede (17.yy) türbesi, Rızvaniye Camii ve medresesi (1736), Aynzeliha gölü, Hz.İbrahim makamı ve Kale yanyana. Burada uzun bir vakit geçiyor. Parklar, lokantalar v.s. olduğundan güzel bir serinlik içerisinde sıkılmadan tadını çıkarabilirsiniz. İlk durağımız Balıklıgöl.
DSC_0200

DSC_0211

Mimarisi ve balıklarıyla etkileyici bir kartpostal güzelliği sunan Balıklıgöl, o kadar kalabalık ki kendimize sakin bir köşe arıyoruz. Her tarafta balıklara yem atmanız için seyyar satıcılar mevcut. Biz de bu ritüeli gerçekleştiriyoruz ve oğlumuz mutluluktan uçuyor. Yüzlerce balık neredeyse hoplayıp elimizden yiyecek bu yemleri. Herkesin yem verdiğini düşünürsek balıklar iyi çatlamıyor bu kadar yemeğe :)

DSC_0184

Balıklı göl içerisinde, Halil-ür Rahman Camii ve Medresesi, Rızvaniye Camii ve Medresesi, Buluntu Hoca Kütüphanesi, Şeyh Ali Dede Türbesi gibi mekanlar ve Osmanlı dönemi az sayıda mezar bulunuyor.

DSC_0214

Biraz fotoğraf çekip mekanın bilgileri ışığında inceledikten sonra Ayn Zeliha Gölü ve Ayn Zeliha Aile Çay Bahçesi’ne doğru ilerliyoruz. Hava sıcak olmasına rağmen ağaçların fazlalığı ve suların serinliği fazla bunaltmıyor. Park içerisinde etrafımızda sürekli 8-10 yaş grubu çocuklar geliyor, ‘-abi rehber lazım mı’ diye soruyorlar, hatta bir kısmı önünüze geçip bir anca makinalı tüfek gibi saymaya başlıyor.. Hem komik, hem eğlenceli ama bir süre sonra yapışmaları bunaltıcı olabiliyor. Çocuk sayısının fazlalığı bize Türkiye’deki tüm çocukları buraya mı gönderiyorlar diye sorgulamamıza neden oldu. Çarşı, pazar, sokaklar, bahçeler, parklar inanılmaz derecede çocuk kaynıyor. Her yer neşe dolu.. Parkın tam üzerinde Şanlıurfa Kalesi tüm heybetiyle duruyor. Ancak kaleye çıkmıyoruz.

DSC_0190

DSC_0191

DSC_0185

50 metre daha ilerleyip Rizvaniye Camii’ne giriyoruz. Oldukça büyük bir avlusu var. Her sütun başında Allah’ın 99 isminden biri yazıyor. Avlunun diğer ucundan çıktığınızda Hz.İbrahim’in doğduğu mağaraya ulaşıyorsunuz. Çok kalabalık sıra ile bakabiliyorsunuz. Sıcak ve havasızlıktan içerisi çok kötü (ayak, ayakkabı, ter) kokuyor. Kokudan midesi bulanıp çıkanlar oldu o derece.

Mağara etkileyici ancak kalabalık ve havasızlıktan bir dakikada hızlıca bakıp çıkıyoruz. Eski sokaklara doğru yürümeye başlıyoruz. Önce ana cadde üzerinden yürüyoruz. Hala eski tip fırınlar büyük heyecanla üretim yapıyor ve aynı heyecanı bize de yaşatıyorlar. Ana caddeden ara sokaklardaki pazarlara giriyoruz. Küçük birer metrekarelik alanlarda insanlar kendilerine kumaşçı, saatçi gibi dükkanlar açmışlar, herkes ekmeğinin derdinde.

DSC_0207

Biraz ileride Gümrük Han’ı görüyoruz ve içeri giriyoruz. 1566 yılında dönemin valise Behram Paşa’ya kervansaray olarak yaptırılmış. İçerisi nefis. Üst katlardaki atölyelerde üretimler aynen devam ediyor. Mekanlar oldukça etkileyici. Özellikle fotoğraf severler buraya uğramalı. Dönüşte bibercilerin içinden geçiyoruz ve evimize götürmek üzere acı biber alıyoruz. Bunda da dikkatli olmak lazım yoksa hem kazık yiyebilir hem de kötü biberi alabilirsiniz. Akşam hava kararmaya başladığında ise Gaziantep’e geri dönüyoruz.

DSC_0219

DSC_0226

İSKENDERUN-HATAY

Gezimizin 4. günü.

Sabah kahvaltısından sonra yola koyuluyoruz. Hava o kadar sıcak ki klima ile yolculuk yapıyoruz. İlk durağımız İskenderun. Uzunca bir sahili ile karşılıyor bizi. Yürüyüş yapıp bisiklete binmek için nefis bir alan. Paramotor ile uçanları mı istersiniz, bisiklet yolunda gidenleri mi, cafelerde oturup birşeyler yudumlayanları mı.. Biz de bir café de oturup uzun zamandır görmediğimiz bir dostumuzla buluşuyoruz, hasret gideriyoruz.

DSC_0221

DSC_0230

Kısa bir şehir turundan sonra farkediyoruz ki hızlıca yola devam etmemiz lazım yoksa akşama kalacağız. Devam ediyoruz, dağları tepeleri aşıyoruz. Etrafta yavaş yavaş çevirme ya da köşelerde askeri araçlar görmeye başlıyoruz. Suriye’deki savaşın sinyalleri bunlar. Şüpelendiklerini çeviriyorlar, bakıyorlar. Hatta bir süre sonra zırhlı personel taşıyıcılarının etrafta konuşlu oldukları gözümüzden kaçmıyor.

DSC_0240

DSC_0247

Hatay’a giriyoruz, merkeze yakın bir ara sokağa park ediyoruz. Bizi yine bir arkadaşımız karşılıyor ve tarihi sokaklarda bizi gezintiye çıkartıyor. Nefis evler, sokaklar arasında ilerliyoruz. Yani bu güzel evleri gördükçe insan tekrar apartmanlara tıkılmak istemiyor. Habib-i Neccar Camii’ne kadar ilerliyoruz. Caminin içine giriyoruz minaresi tam bir sanat eseri. Çıktığımızda çarşıya giriyoruz buradaki dükkanlar inanılmaz enerjik ve hareketli. Fırınlar yine burda da bizi etkiliyor, bir yandan tepsiler ile yemekler geliyor, diğer yandan ekmekler çıkıyor, hemen yanında kadayıf yapılıyor.. Hepsi etkileyici, insanın girip çalışası geliyor hemen.

DSC_0260

Şehirde savaşı hissediyorsunuz, sürekli siren çalan ambulanslar, hızlıca hareket eden zırhlı araçlarımız, polislerimiz, askerlerimiz.. İnşallah kısa sürede biter insanlar rahat bir nefes alırlar.

Hava artık karardığından sokaklarda bir tur daha atıp kendimizi eski bir konakta buluyoruz. Artık cafeye çevrilmiş. Birşeyler içip dinleniyoruz. Aslında çok fazla vakit ayıramadık Hatay’a. Bir sonraki sefere bir kaç gün burada konaklamak ve daha detaylı kalmak istiyoruz. Dönüş rotamızı ise otobandan değil diğer kısa yoldan yapalım diyoruz.

DSC_0254

DSC_0271

Işıklandırma yetersiz duble yol ancak beklemediğiniz bir an da yolu kesip çevirme yapan askerlerimiz ve devasa zırhlı araçlar, projektörlerle aydınlatılan siz olunca biraz tedirgin tedirgin ilerliyorsunuz. Otobana göre kesinlikle daha kısa olan bu yolu da kullanabilirsiniz.

DSC_0352

DSC_0286

GAZİANTEP

Gezimizin 5. ve son günü.

Sabah ilk işimiz Zeugma müzesi. Müzekart’ımız ile ücretsiz giriş yapıyoruz. İçerisi ve dışarısı oldukça Avrupai ve modern tasarlanmış müzemizi görünce seviniyoruz. Eserleri inceledikçe hayran olmamak elde değil. İki katlı olan müzede dönemin en güzel eserlerini incelemek, hele hele özel bir odada tutulan meşhur Çingene Mozaiği insanı derinden etkiliyor.

DSC_0285

DSC_0366

DSC_0348

Öğlene doğru Katmerci Zekeriya Usta’da katmer yiyoruz. Lezzetli ve çok sıcak kanlı bir mekan. Sahibi sürekli geliyor, hal hatır soruyor, takılıyor size. Zaman zaman da içerideki ustalarına katmerin nasıl iyi olması gerektiği ile ilgili direktifler veriyor.

DSC_0318

DSC_0304

Sıradaki hedefimiz ise Gaziantep’in hanlarının bulunduğu tarihi sokakları. Neredeyse her yüz metrede bir han bulunuyor. Hepsinin özellikleri farklı ve artık turistik eşya satan dükkanlar haline dönüşmüş durumda.

DSC_0371

IMG_3317 copy

Yolda ‘Yemeni’ (buraya has deri ayakkabı) satan dükkanları görünce oğlumuz kırmızısından bir tane istiyor ve biz de bayıla bayıla alıyoruz. Bu ayakkabılar artık turistik amaca hizmet etse de gerçek deriden yapıldıklarından dolayı çok rahat, esnek ve sağlamlar. Günlük hayatta rahatça kullanılabilir. Ayrıca Humanızlı sabunlarından almanızı tavsiye ediyoruz, hakiki doğal sabun. Yörede oldukça tutuluyor..

DSC_0293

IMG_3335DSC_0311

Tarihi Gümrük Han’ı içerisine girip dolaşıyoruz, üst katlarda el işi, sanat atölyeleri mevcut, ‘Ebru’ sanatı ilginizi çekiyorsa öğretmen eşliğinde kısa bir çalışma yapıp 5 lira veriyorsunuz. Tütün Han’ı, Zeytin Han’ı derken bu kadar dolaştık ve artık karnımız acıktı; hemen en yakınımızda İmam Çağdaş var. Aslında mantık olarak bu kadar popüler yerlere gitmiyoruz bir süredir, bizi çok fazla hayal kırıklığına uğrattılar. Siparişlerimiz verdik beklemeye başladık. Gelen giden baklavaların haddi hesabı yok, kebaplar da öyle.

DSC_0317

DSC_0341

Oruk Kebabı, Patlıcan Kebabı, Lahmacun, Ali Nazik Kebabı sipariş ettik. Yok böyle bir lezzet. Korkmadan gelin. Yedikçe insan acıkıyor. Zaten turistler otobüslerle geliyor lokantaya. Kuyruk oluyor resmen.. İçerideki fırını ise ikiye ayırmışlar, bir taraf paket siparişlere bakarken diğer taraf içeriye yetişmeye çalışıyor.

DSC_0368

Çıktıktan sonra Tarihi Bakırcılar Çarşısı’nı geziyoruz. Oradan çıkıp Zincirli Bedesten Çarşısını, devam ediyoruz Almacı Pazarı’nı geziyoruz. Cevizli Sucuktan tutun da, Pestil’e, Nar Pekmezi’ne kadar dilediğinizi bulmanız mümkün. İnsan bu pazarlarda kendini kaybediyor gerçekten. :)

DSC_0314

Yanımızda götürmek üzere alışverişlerimizi yapıyoruz ve sokaklarda turladıktan sonra yine meşhur Tahmis Kahvesi’nde alıyoruz soluğu. Hava sıcak olduğundan kendimizi dışarıdaki alana atıyoruz ama asıl klasik olan mekan kapalı olan yer. Darbukalı, klarnetli kahvemizi yudumlayıp kendimizi bu sefer de akşam yemeği için Halil Usta’da buluyoruz. Yine kebaplar, yemeler, içmeler.. Gaziantep’te kötü yemek bulmanız şans işi. Biz iyisine hasret yaşıyoruz İstanbul’da. Herşey leziz..

Baklava için iki adres veriyoruz. Yanınızda götürmek için kesinlikle Zeki İnal Baklavaları. Lezzetine hayran kalacaksınız. Tepsideki köşe yerlerini ayırıyor, o kısımların hastaları ayrı diye ekliyor. Neyse iki kutu aldık ama keşke daha çok alsaymışız.

IMG_3337

DSC_0343

Diğer bir adres ise Koçak Baklavaları. Burada havuç dilimini ve baklavasını afiyetle götürün. Yani aslında İmam Çağdaş’tan da alsanız buralardan da alsanız kesinlikle hepsi çok lezzetli, memnun kalırsınız.

DSC_0330

Bu tur bize birçok lezzet kattı, düşündürdü, üzdü, sevindirdi. Türkiye’deki en önemli rotalardan birisi. Ne kadar fazla değerimizin olduğunu görmek ve anlamak açısından önemli bir fırsat haline dönüşüyor. Biz çok keyif aldık. Umarız siz de keyifli bir gei yaparsınız şehirlerimize..

Artık geri dönme vakti.. Bekle bizi İstanbul.


Şub 13 2015

Lezzet Turu 2.Bölüm ‘Birecik, Halfeti’

    DSC_0080

Yazımızın ilk kısmını okumak isteyenler buraya tıklayabilir.

2.gün Birecik ve Halfeti var programımızda. Şanlıurfa otoyoluna çıkıp Nizip-Birecik’i takip ediyorsunuz. Yolun büyük kısmı otoban, kalanı köy yolları ancak geniş ve güzel.

Nizip’i geçtikten sonra Birecik Barajı’nın köprüsünden geçerken sağlı sollu yolun her iki tarafında da mülteci kampları devasa büyüklükleri ile dikkat çekiyor. Baraj suyuna bu kadar yakın onbinlerce kişinin konaklaması bizleri huzursuz ediyor. Köprüde durup hemen makinamızı hazırlıyoruz fotoğraf çekebilmek için ancak nafile. Hemen askerlerimiz düdükleri ile el kol haraketleri ile devam edip uzaklaşmamızı söylüyorlar. Biz de sadece tek bir kare resim alıp, hiç almamış gibi yapıyoruz; resmin kötülüğü bu yüzden. :)

DSC_0070

DSC_0072

BİRECİK

Otobandan Birecik çıkışından çıkıp yine aynı istikameti takip ediyoruz. Kendimizi bir anda Birecik’in ortasında buluveriyoruz. Alaburç Camii tarihi estetik yapısıyla, kötü mimariye sahip şehir içerisinde hemen dikkatimizi çekiyor. Buraya kadar gelmişken meşhur Kelaynak kuşlarımızın üretim çiftliğine doğru sahil yolunu devam ediyoruz.

DSC_0075

Bizi kapıda 2 görevli karşılıyor. İkisi de birbirinden hoş sohpet. Onlar anlatıyor biz soruyoruz. Yaklaşık 10 sene önce sayıları 11’e kadar düşen kuşların buradaki üretim çiftliği sayesinde şu anda 145’e ulaşmış. ‘’Her biri yaklaşık 15 Kg yağsız et tüketiyor günde’’ diyor görevli. ‘’İlla tabakta istiyorlar yemeklerini’’ diye de ekliyor. ‘’Elimizle versek ya da başka bir biçimde yine yemiyorlar’’ dedi. ‘’Hele küserse kuşlar bir gidiyorlar 10 gün yok. Biz de merak ediyoruz haliyle’’ diyorlar.. :) Bir süre kuşları inceliyoruz. Hakikaten oldukça iriler ve heybetli duruyorlar uçarken. Sayıları arttıkça belirli adetlerle doğaya bırakılıp normal göçleri sağlanıyormuş artık.

Yolumuza devam ediyoruz. Şimdiki durağımız Halfeti.

DSC_0159

HALFETİ

Birecik Halfeti arası yaklaşık 25 km. Köy yollarından ilerlemeye başlıyoruz. Yollar virajlı ancak güzel. Her yer alabildiğince fıstık ağacı. Sağlı sollu tüm topraklarda fıstık. Fıstık’tan ne kadar insanımızın ekmek yediğinin bir göstergesi aynı zamanda. Yolunuzun üzerindeki ilk Halfeti ‘Yeni Halfeti’. Kötü bir mimari ile yeni bir kasaba. Gecekondu mahallesine dönmüş. Doku yok. Eski Halfeti tabelası ise ileride bize devam et diyor, yaklaşık 15 dakika daha ilerleyip vadiye inmeye başlıyoruz.

DSC_0093DSC_0084Baraj gölü nefis bir manzara sunuyor bize. Şehre girer girmez otoparkçı ayrı bağırıyor, rehber adamlar ayrı, bir yandan rehber çocuklar takılıyor peşinize v.s.. herkezin sizi çağırması bağırması rahatsız edici. Sakın herhangi birşeye karar verip yapmayın hemen. Çünkü verdikleri rakamlar yüksek.

Ama aradığımız o meşhur Halfeti işte burası! Şehrin dokusu, evler tarihi ve taş yapıları muhteşem. Biz aracımızı sahile park ediyoruz. Ücretsiz. Burada biraz soluklanalım istiyoruz. Hem de ne var ne yok biraz etrafla sohpet ede ede bulalım. Geldiğimizde bir de dizi çekimi vardı. Halk toplanmış onları inceliyordu.

DSC_0119

Burada yapabileceğimiz şeyler belli. Birincisi, şehrin tarihi dokusu için yürüyerek sokakları dolaşmak, ikincisi baraj gölünde tekne turu. Tekne turu büyük tur ve küçük tur olarak ikiye ayrılıyor. Ancak küçük turda Rum Kale’ye kadar gidiyor. Eğer sular altında kalan köyü görmek istiyorsanız pek bir anlamı yok.

Büyük turda girişte 80 TL isteyen görevliler vardı. Biz parktaki çaycıya sizin tekneniz var mı diye sorduk, biraz da pazarlıkla 50 TL’ye anlaştık. Git gel 1 saat sürüyor. Tekne sadece bizi alacak diye anlaştık, orta büyüklükte bir tekne. Büyük teknelerde kalabalık ve curcuna oluyor.

Baraj gölü burada yaşayanlar için de önemli bir ekmek kapısı olmuş. Neredeyse her ailenin burada bir orta halli teknesi var ve turistleri gezdiriyorlar ailece. Bizim kaptanımız 13 yaşındaydı. :) Mesaisi bitince abisi, amcası, dayısı..v.s.. aileden herhangi biri gelip kaptanlığı devralıyor. Tabiki balıkçılık da yapılıyor. Etrafta bu balıkları satan bir çok lokanta da mevcut.

DSC_0117Dağların vadilerin arasında süzülüyor teknemiz. Pat pat motorun dışında hiçbir ses yok. Nefis bir manzara. Solda yamaçta devasa tarihi Rum kale bizi karşılıyor. İsterseniz oldukça dik merdivenlerden bu kaleye çıkabilir ve gezebilirsiniz. Ancak çocukla biraz zor olduğunu belirtmekte fayda var. :) Biz teknemizden izlemeyi tercih ediyoruz. Biraz ileride ise sular altında köy gözüküyor. En belirgin özelliği yarı boyuna kadar batmış olan camii minaresi.

DSC_0121Bu arada kaptanımız ‘’abi buraya kadar 50, batık köy 60 TL’’ diyor. Anlaşma falan hak getire. 50 demiştiniz falan ama.. kime ne anlatıyorsun.. Buralarda ne koparırsan anlayışı devam ediyor.

Köydeki evlerin neredeyse hepsi orjinal taş işçiliği. Tarihi dokusu oldukça güzel. Tekneden fotoğraflayıp tekrar merkeze dönmek için yola çıkıyoruz.

DSC_0083DSC_0105Gidişte ve dönüşte şehir merkezine yakın konumda tarihi bir camii dikkatimizi çekiyor. Tekneden orada inip şehre yürümek istiyoruz. Camii’nin adını kime sorduysak bilemedi ancak yaptıranın yüzlerce yıl önce Melih Gökçek’in büyük büyük dedelerinin olduğunu söylediler. Camii mimarisi ve dokusuyla insanı etkiliyor ancak artık kullanılmıyor. Baraj suları yükseldikçe içerisi de suyla dolduğundan bir tarihi eserimizi daha suların altına hediye etmişiz. Biz oradayken içerisinde su yoktu rahatça dolanıp bakma şansımız oldu. Artık akşam üzeri olmak üzere tekrar Gaziantep’e dönüyoruz.


Şub 12 2015

Lezzet Turu 1.Bölüm ‘Gaziantep, Kilis’

Rota

Havalar güzelleşiyor. Uzunca bir süredir de hareket etmemiştik. Kuşlar cıvıldamaya başladıkça bizim de içimiz kıpırdanıyor. Perşembe, Cuma ve Pazartesi gününü de izin alarak 5 günlük bir rota arıyoruz kendimize.

Bir an, yıllardır gitmek isteyip de gidemediğimiz Gaziantep geliyor aklımıza. Nedense kendi memleketimize bir türlü vakit ayıramadık. Bu 5 gün için karşımıza Gaziantep, Kilis (Memleketimiz :) ), Şanlıurfa, Mardin çıkıyor. Bu gezi aslında büyük oranda yeme içme gezisi olacağını daha en başında belli ediyor. Zaten ağız tadımız da yerinde, bir de bunları anlattık mı demeyin keyfimize..

Uçak biletlerini THY üzerinden alıyoruz. National araç kiralamadan THY kampanyası ile dizel Renault Fluence kiralıyoruz, burada size önerimiz kesinlikle çevre gezileri de yapacaksanız dizel araç kiralayın. Biz bu 5 gün içerisinde 1300 km yol yaptık. Şehir içerisinde, merkezi sayılabilecek bir konumda olan Dedeman Park otel’de ise konaklamamızı yapmak üzere ayarlamalarımızı yaptık. Otelin çalışanları çok güleryüzlü ve problem çözücü olmasına rağmen fiyat kalite dengesi genel olarak vasatın üzerini aşamıyor.

DSC_0007

DSC_0003

Sabah uçaktan inip otelimize ulaşmamız 10.30 oluyor. Kahvaltımızı otelde yapıp biraz dinlendikten sonra vakit kaybetmeden Gaziantep’i gezmeye başlıyoruz. Küçük oğlumuz artık sıkıldığından enerjisini atması gerekiyor bu sebeple ilk seçimimiz Gaziantep Hayvanat Bahçesi. Kilis yolu üzerinde. Navigasyon ile gayet rahat buluyoruz. Giriş, tam 4 TL, öğrenci 2 TL. Devasa bir arazi üzerine kurulu. İçerisinde yok yok. Arslanlar, çeşit çeşit kaplanlar, develer, tilkiler, yüzlerce çeşit balıklar, sürüngenler..v.s.. İçeride tur yapan tren var. Ücreti karşılığında biniyorsunuz ve içeride tur atıyorsunuz. Bizim bulunduğumuz sürede kalabalık olmadığından henüz çalışmaya başlamamıştı.

Türkiye’de gördüğümüz en büyük hayvanat bahçesi. Hayvanlar adına çok sevindik öncelikle. Hepsi kendileri için ayrılan alanlarda rahatça koşup oynuyor. Medeni. Gaziantep’e çok yakışmış. İçeride ayrıca bir de kitapçık veriyorlar tanıtıcı. Buradan çıkmamız yaklaşık 1.5 saatimizi alıyor, hızlı olmamıza ragmen.. Bu işte en mutlu kişi Can bey :)

Bir sonraki durağımızı konuşurken, aslında programımızda başka bir gün olmasına rağmen, yolun yarısını geldik diyerek Kilis’e gitmeye karar veriyoruz.

DSC_0040

Bu gezide babamızın ve annemizin bize eşlik etmesini özellikle rica ettik.. Onlar da bizleri kırmadılar sağolsunlar. Neticede babamız bütün bölgeyi tarihiyle, kültürüyle, yemekleriyle biliyor, tanıyor.. Çok heyecanlıyız. 12-13 senedir memleketimiz Kilis’e gitmemişiz. Neler değişti, nasıl gelişti bilmiyoruz. Çocukluğumuzdaki anıları anlata anlata ilerliyoruz. Yolculuk çok keyifli geçiyor. Gaziantep-Kilis arası yaklaşık 45 dakika sürüyor.

DSC_0027

DSC_0032

KİLİS

Küçüklüğümüzdeki Kilis’i anlatalım hayal etmeniz için, çünkü birazdan 20 yıllık bir karşılaştırma yapacağız;

‘Dedemizin evi, eski tip mimariye sahip orjinal bir evdi. Şehrin tarihi dokusunun korunduğu merkezde tarihi Tekke Camii ile yine tarihi Ulu Camii arasındaydı. Bütün evler birbirine neredeyse bir el ile değebileceğiniz mesafedeydi. Evlerin hanımları pencerelerinden karşılıklı birbiri ile konuşabilirdi.

Alt katta hayvanların bağlandığı (ahır değil) ve soğuk hava deposu olarak kullanılan yer, üst katta ise ortası havışlı (ortada avlu, etrafında odalar olan mimari) odaları bulunmaktaydı. Sokaklar oldukça dar (bir araba zor geçiyor, genelde at arabaları düşünülerek tasarlanmış) ve tarihi eski tip parke taşlardan oluşuyordu.

DSC_0030

DSC_0058

Bakkalı, berberi kim kimin misafiri herkesi bilir tanırdı. Bol bol motorsiklet gürültü içerisinde dolanırdı. Evin damına çıktığımızda Suriye sınırının ışıklarını görürdük. Kebaplar ya da tepsi yemekleri evde hazırlanır, mahalledeki fırına yollanır orada pişirilirdi. Yoldan geçen bir at arabasına çocukken rahatça atlayıp istediğiniz yerde inebilme özgürlüğünüz vardı. Kalabalık değildi, tüm şehir birbirini tanırdı..’

Gelelim 2014’e. Şehre girmeden, Kilis tabelasında hatıra fotoğrafımızı çekilip meraklı gözler ile merkeze doğru ilerliyoruz. Şehir çok büyümüş. Eskiden bağ bahçe olan, boş arazi olan yerler şimdi apartmanlara dönüşmüş.

İlk dikkatimizi çeken şey, her yer toz. Resmen toz tabakası oluşmuş şehirde. Trafik kaos. Türk plakalı araba neredeyse yok gibi. Biraz ilerledikçe yerlere atılmış çöpler ve pislik içerisindeki sokaklarla karşılaşıyoruz. Yok yok bizim bıraktığımız Kilis öyle değildi. Hırsızlık bile olmazdı, dilenci göremezdiniz sokaklarda.

DSC_0019
DSC_0018

Önce karnımızı doyurmak için ŞIK KASAP’a (Tel: 813 18 04) gidiyoruz. Burası bildiğiniz kasap. Sahibi Ökkeş Demircan tüm ustalığıyla bize Kilis kebabı yapıyor. Fırına gönderiyor. 5 dakika sonra tepsiler ile kebaplarımız geliyor. Yanında gelen ekmekler (küçük tırnak pideler burada ekmek diye adlandırılıyor) inanılmaz. Sadece oturup bunları yiyebilirsiniz. Sıcacık. Şu an bu satırları yazarken bile aklımıza geldikçe ağzımız sulanıyor. Biz kebabı ellerimizle yerken Ökkeş bey bize bir de Kilis lahmacunu yapıyor. Lahmacun ince, çıtır ve bol soğanlı. Gaziantep’te ise soğan yerine sarımsakla yapılıyor. Bu nefis lezzetleri midemize indiriyoruz. Bir yandan da sohbet ediyoruz. Çok sıkılmışlar Suriyeli’lerden. Kilis nüfusunun iki katı Suriyeli var şu anda diyor.

Merkezde belediye önünde kapalı otoparka 1 TL karşılığında süresiz olarak aracımızı park ediyoruz. İkinci durağımız Tekke Camii. 16.yy’da yapılan camii etrafında külliyeleri de barındırıyor. Kimin yaptığı bilinmemekle birlikte Halep’teki Mimar Sinan’ın yaptığı Hüsreviye Camii’ne benzediği için onun yaptığı tahmin ediliyor.

DSC_0042

Camii’nin avlusunda sol tarafta küçük ama tarihi mezarlıklar bulunuyordu. Onu da betonla kapatmışlar hangi akıla hizmet bilemiyoruz? Hemen onun da yanında arkadaki mahalleye geçişte kullanılan tünel gibi yoldan geçiyoruz. 3 yaşındaki oğlumuz Can ilk defa böyle bir yol ile karşılaştığından çok seviyor ve bu sokaklara gizli tüneller adını takıyor. Mahallemize girdiğimizde eski komşularımızın evlerinin artık birer terk edilmiş evlere dönüştüğünü içimiz burkularak görüyoruz. Genç nüfus daha büyük kentlere gidiyor, yaşlanan nüfusun vefatıyla beraber artık bu evlerle ilgilenen kimse kalmıyor. Tıpkı diğer Anadolu şehirlerimizde olduğu gibi..

DSC_0061

Sokaklarda yürüyoruz, babam tanıdıkları ve eski arkadaşlarını gördükçe onlarla sohpet ediyor. Biz ise yürüyemedik. Sağımızda dilenci, solumuzda para isteyen çocuklar. Hepsi Suriyeli. Küçük bir Suriye olmuş burası. Savaştan kaçan herkes buralarda. Gelirken pisliklerini, kuralsızlıklarını, dağınıklıklarını da getirmişler beraberlerinde. Sokaklar maalesef çok kötü durumda.

Babamızın dedesinin evini görmek için kapıyı çalıyoruz. Kapıyı Suriyeli bir bey açıyor. Kem küm derken, biraz Türkçe bilgisiyle bizi hemen anlıyor ve evine çağırıyor. Evde bir koşuşturma başlıyor. 10 çocuğu var. Hepsi de tek bir eşten :) tebrik ettik.. Evde eşyaları bile yok. Odalarda minderler var bir de yemek için kap kaçak. Evin tüm eşyası bu. Evin reisi olan amca arada iş buldukça çalışıyormuş. ‘-Ne iş bulursam gidiyorum’ diyor. Bazen 2 gün çalışıp 5 gün yatıyoruz bazen tam tersi oluyor diyor.

Adama rica ediyoruz karşı sokaktaki dedemizin evimizi görebilmek için (içerisinde kiracı var Suriyeli bir aile). Bize tercümanlık yapar mısın diyoruz. Çekiniyor. Bize kapıyı çalıp gidiyor. Kapıyı bir Suriyeli genç açıyor. Mümkün değil anlaşamıyoruz. O bize biz ona bakıyoruz. Sadece Arapça anlıyorlar. Konu uzayınca kapıda yukarıdan bir büyük kardeşi geliyor Türkçeyi azıcık anlıyor. Derdimizi söylüyoruz eve bakıp çıkacağımızı anlatıyoruz. Anlamasa da yukarıya alıyor bizi. Orada da bir odada ailece 15 kişi yemek yerken bizi görünce kalkıyorlar. Biz de ayıp oldu diye düşünüp rahatsızlık vermemek için evimizin resmini bile çekemeden biraz bakınıp hüzünle oradan ayrılıyoruz.

DSC_0044

Tarihi sokaklarda geçmişin izlerini sürüyoruz. Arka sokaktaki Tarihi Ulu Camii’yi ziyaret ediyoruz. Bu camiinin tamir kitabesinde 1338 yılında tamir gördüğü anlatılıyor. Yapım tarihi bilinmediğinden çok daha eski olduğu, hatta Osmanlı döneminden önce Memluklulular devrine ait olduğuda söylenenler arasında. Biz ise restorasyon çalışmalarından dolayı kabasını görüp oradan ayrılıyoruz.

DSC_0054

Eski sokaklardan, Can’ın tabiriyle gizli tünellerden :) geçe geçe şehir turumuzu merkeze doğru çeviriyoruz. Bu sokakları birbirine bağlayan tünellerin bir kısımının şehir planlaması yapılırken yıkıldığını öğreniyoruz. Umarız kalan bu son tarihi sokaklar korunur. Yoksa şehirlerimizi gezmek için hiç bir özellik kalmayacak Anadolu’da.. Turistler, yabancılar, şehirleri ve kültürleri tanımak isteyen gezginler işte bunun için geliyor apartman görmek için değil! Neyse.. Tarihi Paşa Hamamı’na geliyoruz. Artık işlemediğinden orası da kapalı. Dışarıdan bakınıyoruz.

DSC_0063

DSC_0062

Ana cadde üzerinde Hacı Fadıloğulları’ndan Cennet Çamuru siparişi veriyoruz. Babamların döneminde ise bu tatlıya kırık kadayıf denirmiş. Üstüne bir de Kilis katmeri yiyoruz. Cennet çamuru biraz ağır geldi ama tatlıların ikisi de lezzetli ve güzel.

Suriye sınırına gidiyoruz. Sınıra gidene kadar yol boyunca kenarda tırların oluşturduğu kilometrelerce kuyruk gözümüze çarpıyor. Sınır kapısının hemen yanında Suriyelilerin kaldığı bir kamp yapılmış. Dev gibi ve oldukça kalabalık. Akşam kampa giriş saati olduğundan otobüsler ile akın akın Suriyeliler gelince biz de ayrıldık oradan.

DSC_0064

Kilis’in kaderi il olduğunda değişti aslında. Herşey daha iyiye gidecekken daha kötüye gitti yıllar içerisinde. Kendi kendine yeten zeytinleriyle, bağlarıyla dolu bir kent iken, il olunca çevreden göçler aldı. Bu beraberinde plansız büyüme, hırsızlık, evsizler gibi sorunlar getirdi. Üstüne bir de Suriye savaşı.. Şehrin bakımsız ve pis oluşu da kent yöneticilerinin beceriksizliği olsa gerek. Bütün bunlar birleştiğinde gözleriniz dolu dolu geçmişi arıyorsunuz.

Akşam Polisevi’nin olduğu tepeye çıkıp Kilis’e bir de gece manzarasıyla bakıyoruz ve ardından Gaziantep’e otelimize dönüyoruz.

Belki şimdi değil ama günün birinde, işinizi bitirip hemen Gaziantep’e dönmeyeceğiniz, keyifle dolaşabileceğiniz bir yer haline gelecek eminiz.. Yinede çok daha fazla detay için: kiliskulturturizm


Ağu 21 2013

”Es..es..ki..ki” Eskişehir

”Eskişehir tam bir Avrupa şehri”, ”Çok modern bir şehir”… gibi konuşmalara hep şahit olmuşsunuzdur. Bizim de Eskişehir’li bir çok arkadaşımız var ve onlar da hem bahsederler hem de davet ederlerdi bizleri. Bayramın ilk günü İstanbul’da aile buluşmamızı gerçekleştirdikten sonra ikinci ve üçüncü günü için Eskişehir’e doğru yola koyuluyoruz. Bu sefer turumuz çoluk çocuk kalabalık..

Odunpazarı içerisinde Han Royal Otel’de yerlerimizi ayırtıyoruz ve sabah 8.00 gibi yola koyuluyoruz. Yol, 300 km’lik İstanbul’a olan uzaklığı ve sakin bir kullanım ile 2.5 saat sürüyor durmaksızın.. Zaten bayram için gidenler bu saate kalmadığından yollar sessiz ve ıssız..

Şehir merkezine geldiğimiz bütün yollar bulvarlar özenle düzenlenmiş hissi veriyor. Kimi şehirlere girerken (örn. Bursa, İzmir..) şehrin gecekondu dokusu, beton yığınları, karmaşası sizi sıkar. Halbuki şehrin tamamı böyle olmasa da ilk izlenimler heyecan yaratmaz. Burada tam tersi. Yeşillikler, geniş yollar, bisiklet yolları, mahalle aralarındaki parklar.. İnce ince düzenlenmiş, titizlikle yerleştirilmiş gibi duruyor. Navigasyonumuz ile Odunpazarı’na kadar rahatça ulaşıyoruz. Otelimize gitmeden Odunpazarı merkezinde Tiryakizede Camii‘nin hemen yanında İnci Börek Aile Çay Evi‘ni görüyoruz. Burası sabah akşam sürekli kalabalıktı.. Biz de sabah sabah hem çocukları doyurmak hem de çayımızı yudumlamak için duruyoruz. İlk dikkatimizi çeken sokakların ne kadar temiz olduğu. Bağırtı gürültü yok. Tarihi Odunpazarı Evleri Türk mimarisinin özgün örneklerini bizlere hatırlatıyor ve gezmek için sabırsızlanıyoruz.

Artık öğlen olmakta ve hemen otelimize gidiyoruz. Odalarımızın bir kısmı hazır bir kısmı değil. Bu sebeple bebek arabalarını alıp akşama gelmeyi planlıyoruz. Malum gezi listemiz kalabalık.. Otel görevlileri bıkmadan usanmadan bizim her sorumuza cevap veriyor, anlatıyorlar.. Bir harita temin ediyoruz. Haritadan anlıyoruz ki Eskişehir profesyonelce hazırlanmış turistlere.. İlk rotamız Kurşunlu Camii..

Otelimize 5 dakika yürüme mesafesinde olan Kurşunlu Camii ve Külliyesi 1515-1525 yıllarında saray mimarı Acem Ali’ye yaptırılmış. Külliyenin kervansaray kısmının da Mimar Sinan tarafından yapıldığı bilinmekte. Bu eser Mimar Sinan’ın Eskişehir’deki tek eseri. Külliye içerisinde Camii, Lületaşı Müzesi, El Sanatları Çarşısı, Cam Sanatları Merkezi ve Semahane bulunmakta. Cam sanatları müzesi içerisinde belirli saat aralıklarıyla cama nasıl şekil verildiği gösteriliyor. Bir cam ustası 1200 derecelik fırınlarda gözlerinizin önünde sanatını konuşturuyor ve bizler de ağzımız açık izliyoruz. Bu gösteriyi kaçırmayın sakın. Lületaşı Müzesi yine aynı şekilde heyecan verici, El Sanatları Çarşısı’nda ise hediyelik eşyalardan tutun da, Hat Tezhip gibi Türk Süsleme Sanatları’na ait eserler alabilirsiniz..


Biraz daha aşağıya yürüyoruz ve Atlıhan El Sanatları Çarşısı‘nı geziyoruz. Bu han 1850’li yıllarda pazarda mallarını satmaya gelen insanların kendilerinin ve hayvanlarının konaklamaları için yaptırılmış.. İki kattan oluşuyor ve tamamen el sanatları ürünlerinin yapıldığı ve satıldığı bir yer halinde turistleri ağırlıyor. Burada bir miktar hediyelik alıyoruz eşimize dostumuza ve şimdiki durağımız karşıdaki fırın. Evet bildiğiniz fırın. Fırının önünde bir askı ve üzerinde yazı: ”Bu askıdaki ekmekler ihtiyaç sahiplerine ücretsizdir”. Yani o kadar okuduk duyduk ama burada gördük. Çok keyiflendik. Kesinlikle her yere yaygınlaşmalı. Askıdaki ekmekler bir artıyor bir azalıyor kimin aldığını görmüyorsunuz ve çok büyük bir haz alıyorsunuz. Biz de hemen askıya ekmek takıyoruz.

Hava çok sıcak ama biz ara sokaklarda yürüyoruz. Sokakların her biri nefis. Evler şahane. Kimi daha yeni restore oluyor, kimi bitmiş. Aşağıya Porsuk Çayı‘na, yani şehir merkezine kadar 15 dakika yürüyoruz. Bir yandan tramvay geçiyor modern yüzüyle, diğer yanda Porsuk Çayı’nda tekneler ve gondollar ilerliyor. Her yer dolu, kıpır kıpır.. Bu şehir gerçekten hareketli ve neşeli. :) Çok sevdik bu şehri.

Gondol gezisi kas gücü gerektiğinden oldukça kısa sürüyor ancak biraz daha ileride Hollanda kanallarında görmeye alışık olduğunuz türden tekneler ile daha uzun bir tur yapma şansınız var. Biri toplam 20 dakika süren gezinti turu, diğeri şehrin diğer ucu otogara kadar götüren dolmuş botu.. Artık nasıl denirse :) Biniyorsunuz otogarda iniyorsunuz. Kısa tur yaptık çocuklarla. Hava çok sıcak olduğundan tekne içerisi çok ısınıyor, yeterli geldi :) ..

Bir şehri en iyi tanımanın yolu toplu taşıma ile bir şehir turudur der dururuz. Burada da Eskart alıp tramvaya biniyoruz. Biraz pişman oluyoruz çünkü çok kalabalık. Bebek arabaları bu noktada bize sıkıntı oluyor. Son durak otogar orada da iniyoruz zaten. Yolun karşısında KentPark var. Nefis bir park. Çocukların özgürce koşup oynayabileceği, isterse midilli atlara binebileceği, isterse 5 tl karşılığı halk plajından havuza gireceği (özel plaj 20 tl), acıkırlarsa ailelerin güzel kafelerde yemek yiyebileceği nefis bir yer! Yani bir şehirden beklentiniz daha ne olabilir ki. İnsanca yaşamak. Eskişehir bunu hakikaten çok güzel başarmış. Kocaman bir tebrik!

Akşama kadar parkta vakit geçiriyoruz. Hem biz dinleniyoruz, hem çocuklar neşe ile cıvıldıyorlar. Akşam yemeğimizi Çibörek ile yapmak istiyoruz. Kırım Çibörekçisi‘ni öneriyor herkes. Bizde yürüye yürüye yerini zar zor buluyoruz. Telefon açıyoruz gitmeden ama bize 20.30’da kapanıyoruz gelmeyin diyorlar. Daha yarım saat var ve açız! :) nasıl koştuğumuzu bilemedik. 20.10’da oradaydık. Biraz suratlar düştü biz kalabalık ve kapanmaya yakın gidince ama lezzet güzeldi. Çalışanlar ile daha sonra sohpet ettik ve kapanmaya yakın gelince eldeki hamurdan bize yetirmeye çalışmışlar, gündüz gelin daha güzel çibörek yersiniz diye de tembihlediler. Bir porsiyonda 5 adet var ama açken insan en az iki porsiyon götürür diye tahmin ediyoruz. :)

Otele’de yürüyerek dönüyoruz, ama artık herkesin pestili çıktı. Nasıl uyuduğumuzu bilemedik. Bu arada biraz Han Royal Otel’den bahsedelim. Kaldığımız yer bir butik otel ve geçen sene (2012) açılmış. 12 odası olan otelde herşey tertemiz ve güzeldi. Kahvaltıda oldukça doyurucu ve ne kadar isterseniz ek yapabiliyorlar. Otopark yok, sokaklarda bulduğunuz yere park ediyorsunuz ama her yer müsait olduğundan bu noktada sıkıntı yaşanmıyor.

Ertesi sabah ilk iş yine ara sokaklardan yürüyerek Osmanlı Evi‘ne gitmek. Gidiyoruz ama kapalı. Oldukça güzel ahşap işçiliği olduğu söylenen evin diğer bir özelliği de Atatürk’ün geldiğinde bu konakta misafir edilmesi. Sıra, filmini izlediğimizde bizlerde derin izler bırakan Devrim Arabası‘nı görmekte. TÜLOMSAŞ fabrikasına gidiyoruz. Görevliler tüm nezaketiyle bizi karşılıyor. Bir görevli bizimle gelip bir yandan etrafı anlatıyor, diğer yandan şehirle ilgili güzel bilgiler veriyor yardımcı oluyor. Fabrikanın içerisi de çok güzel. Devrim Arabası’na gidene kadar yeşillikler ve ağaçlar arasından ilerliyorsunuz. Cumhuriyet dönemi mimarisine sahip fabrika halen çalışır durumda ve kazalı-arızalı trenlerin tamir ve bakımları yapılmakta.

Gelelim ”Devrim”e. Türkiye’nin ilk otomobili. Oldukça kısa bir sürede tasarımından üretimine tamamen bize ait. Arabaya özel bir camekan yapmışlar dış etkenlerin olumsuzluklarından korumak için. Tarifi anlatılmaz bir burukluk kaplıyor içimizi. Bu kadar büyük bir projenin bu kadar kısa bir sürede çöpe atılması, emeklerin heba edilmesi anlaşılır gibi değil. Belki de şu anda otomobil sektörümüz dünyaya yön veren bir konumdaydı. Neyse sinirimizi bastırıyoruz, ne de olsa gezi blogu bizimki :) .. Biraz resim çektikten sonra şehrin diğer tarafında Anadolu Üniversitesi‘nin tam karşısında Havacılık Müzesi var. Çocukların ilgisini çeker diye düşünüp rotamızı oraya çeviriyoruz.

Bir dönem Hava Kuvvetlerimize hizmet etmiş uçak, helikopter ve gereçleri burada duruyor. Çocukken her geçişlerinde modellerini saydığımız devasa uçaklar şimdi burada sessiz ve yorgun bize bakıyorlar. Ayrıca kahraman şehit pilotumuz Cengiz Topel‘in bir heykeli de bulunmakta.

Tren otogarı’nın önnünden geçerken Köfteci Ali tabelasını görüyoruz. Arkadaşlarımız daha önce önermişlerdi burayı. Hemen durup köfteleri midemize indiriyoruz. Lezzetli köfteler midemizi bozsa da denemekte fayda var. Yemek molasından sonra otelimizde dinleniyoruz, çocuklar öğlen uykusuna yatıyor. Biz de biraz lak lak yapıyoruz otelin arka bahçesinde.

Uyandıklarında ilk işimiz Sazova’daki Bilim ve Sanat Parkı oluyor. İçerisindeki tren ücretsiz. Parklar harika. Yeşillikler muhteşem. Daha ne diyelim. Bir Avrupa kentinde parka giriyormuşçasına modern ve güzel. Emeği geçenlere bir kez daha tebrik! Buradaki korsan gemisi bire bir boyutta inşa edilmiş. İlerideki şatonun her bir kulesi aslında Türkiye’deki bir kule, espri müthiş! Çocuklar ne mi yaptı? Hepsi çıldırdılar.. Yorulduklarında bir şeyler içebileceğiniz restoran ve kafeler de mevcut.. Akşam gezimizi bitirdik ve bayram trafiğine kalmamak ve sabah erkenden yola koyulmak için otelimize döndük.

Gelelim Eskişehir’e: Keşke Anadolu’daki bütün şehirler burası gibi olsa. İnsanlara hakettikleri gibi bir şehir yapmak demek ki istenince oluyormuş. Bir başka alkışlanacak durum da; şehrin coğrafi olarak düz yapısı bisikletli kullanıma da olanak vermiş, belediye de çok güzel değerlendirip bisiklet yolları yapmış. Vallahi bravo! Emeği geçen herkese bravo!.. Merak ettiniz değil mi Eskişehir’i. Bir gün de olsa atlayıp gelin. Hatta hızlı tren ile birlikte günübirlik bile çok rahat gelinebilir.. :)


May 17 2013

15 günde 3000 km 4.Bölüm: Tokat; Ballıca Mağarası, Sivas; İnkilap Müzesi, Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Konya; Mevlana Müzesi

3. bölümü kaçıranlar buraya tıklayın :)

Amasya’dan çıkıyoruz, elma alalım, yol neredeydi falan darken saat 10.00 oluyor. Hedefimiz Sivas ancak yol üstü duraklarımıza Tokat Ballıca Mağarası ve öğlen acıkacağımızdan meşhur Tokat Kebabını ekliyoruz.

Yollar konusunda hiçbir sıkıntı yok. Keyifli ve güzel bir şekilde yolculuk yapıyorsunuz. Her yer duble yol olmuş. Tokat’a varmak üzereyken Ballıca mağarasının ününü duyduğumuzdan buraya uğramaya karar veriyoruz, Amasya – Tokat yolundan içeri giriyoruz, köylerin arasından geçiyor dağ tepe çıkıyoruz, bütün bunlar yarım saat sürüyor. Ballıca mağarası oldukça büyük bir mağara yüzlerce basamak ile inip çıkılıyor, içerisinde çok büyük galeriler mevcut. Oğlumuz ise çoktan öğlen uykusuna geçmiş durumda.. Bu yüzden arabada birimiz bekleyip tek tek içeri giriyoruz. Nefes nefese kalıyoruz inip çıkarken :) Görülmesi gereken bir yer ancak biz o kadar çok mağara gezdik ki burası artık bize heyecan vermiyor.

Tekrar Sivas yoluna çıkıyoruz, bu arada araştırmalarımızdan Mehmet Yaşin’in de beğenerek yediği Şehrazat Park Restorant’ta Tokat kebabı yemek için duruyoruz. Sivas yolu üzerinde, yeri oldukça basit ama Tokat çıkışında. Aracımızı park ediyoruz ve oğlumuz uyanıyor. Şehrazat Park Restorant oldukça büyük bir bahçesi olan yeşillik güzel bir yer.. Tokat kebabı yemek istediğimizi söylüyoruz. Garson siparişleri alıyor ve gidiyor. Önden aperatifler getiriyor. 10-20-30 dakika derken biz artık daralıyoruz ve nerede kaldı diyoruz.. Tokat kebabının dinlendire dinlendire pişirildiğini ve bu sebeple 45 dakikada masaya geldiğini öğreniyoruz. J Açlıktan hapur hapur götürüyoruz ancak yemesi zahmetli, lezzet açısından ise ortalamada kalıyor bizim için. Bu tarz yerlerde genelde televizyonlara çıktıktan sonra meşhur olunuyor ve genelde hizmet kalitesi ve lezzet Avrupa’da daha yukarılara çıkarken bizde tam tersi oluyor ve aşağıya iniyor. (Bu dediğimiz kesinlikle tecrübeyle sabittir :) .. Şehrazat Restorant için geçerli değil ancak bugüne kadar bir çok yerde yemek yedik bu şekilde adını duyuran ve şişirilmiş fiyatlardan tutun da sizing yüzünüze bilen bakmayan lokanta sahiplerine rastladık.. O yüzden televizyonlarda gurmelerimiz tarafından övgüyle bahsedilen yerlere giderken iki kere düşünmek lazım..)

Yedik içtik derken saat geç oluyor tabiki. Sivas’ta konaklama yapacağımızdan içimiz rahat ancak bir anda Sivas Kongresi’nin yapıldığı o muhteşem bina ‘İnkılap Müzesi’nin kaçta kapanacağı bize dert oluyor.. Yol bitmek bilmiyor gidiyoruz..16.30’da müzenin bulunduğu Alana geliyoruz telaş içerisinde. Arabaya park yeri bakarken bir yandan da arkada oğlumuzu hazırlıyoruz hava serin.. Araba içerisinde bir telaş havası hakim. Saat: 16.45.. Park yeri bulduk koşarak müzeye gidiyoruz. 16.50 içeriye adımı atarken girişteki memur gayet rahat bir tavırla ‘Gapandı gardeşim..’ diyor.. Kaçta kapanıyor diye soruyoruz 17.00 diyor. Eee daha 10 dakikamız var dedik ama dinlemiyor kapandı diyor başka bir şey demiyor. Yahu kardeşim bizden başka kimse yok. 2 yetişkin ve 2.5 yaşında bir de çocuk. Girsek ne olur kaç yüz kilometre yoldan sırf burası için gelmişiz adama anlatıyoruz..yok! Argghh!! Kendisi kraldan çok kralcı olduğu için geri adım atmıyor.. Bütün bunlar olurken müze müdürü çağır diyoruz.. Müdür gelince kendisine de yüzlerce km öteden müze için geldiğimizi anlatıp ‘Gezip Gördük’ kartvizitimizi gösteriyoruz. Kendisi tabiki buyrun diyor ancak hızlıca gezmemizi rica ediyor. Derin bir oh çekiyoruz.. Müze kartımız da olduğundan ücretsiz giriyoruz.

Üst kata çıkıyoruz. Bir ülkenin tohumlarının atıldığı alanlarda dolaşmak çok heyecan verici. Her odada ayrı bir anlatım var. Toplam 10 dakika içerisinde gezip çıkıyoruz. Fotoğraflar da bu yüzden istediğimiz gibi değil ama sizlere bir fikir verebilir kabaca.

Müzeden çıkınca bulunduğunuz meydan aslında şehrin de merkezi. Zaten bir çok önemli eseri de burada göreme şansınız var. Çifte Minareli Medrese (1271), hemen karşısında Şifaiye Medresesi (1217) Buruciye Medresesi (1271), Kale Camii (1574)’ni görebilirsiniz. Şifaiye Medresesi kapalı olduğundan içerisini göremedik ancak medreseyi yaptıran Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus ve ailesinin türbesi olduğunu biliyoruz. Buruciye medresesi içerisinde ise medreseyi yaptıran Burucerdioğlu Muzaffer bey ve ailesinin türbesi bulunuyor. Bu alanın karşısında Valilik binası bulunuyor, kendisi son derece güzel ve tarihi görünümünü koruyor. Bizden de alkış alıyor. Alışık değiliz böyle güzel devlet binası görmeye. :)

Aslında buradaki eserlerden de Sivas’ın tarih boyunca ne kadar önemli bir yer olduğunu anlıyorsunuz. En güzel Selçuklu mimarisini ve taş işçiliklerini burada görebilirsiniz. Hava kararmak üzere olduğundan ve artık yorulduğumuzdan Divriği’ne (160 km) gidemiyoruz. Otelimizi bulalım diye düşünürken aslında buraları gezdik yarın yola çıkacağımıza geceyi yolda geçirip Konya’ya varalım diyoruz. Eh peki o zaman.. tekrar yola koyulduk..

Konya’yı arayıp otelimizi (Rixos – 120 TL aile oda fiyatı) ayarlıyoruz. Yolun 5 saat süreceğini benzinciden öğrenip, devam ediyoruz. 1.5 saat sonra Kayseri’ye varıyoruz. Geçtiğimiz yollar nefis, yeni bitmiş ve neredeyse otoban gibi. Akşam yemeğimizi bir alışveriş merkezinde yapıyoruz. Gece 12 gibi Konya’ya giriyoruz ve hemen o yorgunlukla uyuyoruz.

Biraz ağır hareket edip, otelde öğlene kadar vakit geçiriyoruz. Hazırlıklarımızı yapıp öğlen Mevlana Müzesini görmek için oteli eşyalarımızla terk ediyoruz. Müze etrafı kazılmış. Her yer toz toprak. Yollar karman çorman. Aracımızı bir yere park edip yürüyoruz. Güneş sanki Ağustos ayı gibi sıcacık yapıyor.. Mevlana Müzesi oldukça kalabalık. Her yer turist kaynıyor. Kuyruklar bekliyorsunuz içeri girdikten sonra. Odalara belli sayıda insan girebildiğinden onların çıkması gerekli..

Müze son derece ihtişamlı ve etkileyici. 1-1.5 saat gibi burada kalıp devamında muhteşem Konya yemekleri ile kendimizi baş başa bırakmaya Konak Köşk Konya Mutfağı’na gidiyoruz. Güzel bir bahçesi var. Fiyatlar makul. Daha da önemlisi yemekler muhteşem. Biz Konya yemeklerinden tatmak istiyoruz dediğimizde hemen küçük porsiyonlarda tadımlık yemekler geliyor.. Bamya Çorbası, Yaprak Sarma, Fırın kebabı, Tirit, Ekmek Salması, Sebzeli Közleme.. Ardından Höşmerim ve Sac Arası tatlıları geldi. Yok hayır bu kadar hafif ve lezzetli iken tabakta bırakmak olmaz J .. Aslında gezi rotamız burada bitiyor. Konya’ya daha fazla vakit ayırmak için daha sonra tekrar geleceğiz. Vaktimiz kısıtlı. Programa uymak lazım.

Az sonra yola çıkıp Antalya’ya ailemizin yanına geçeceğiz. Oradan da Burdur’a ailemizin yanına.. Bayramı geçirmek üzere onlarla buluşmaya.. El öpmeye.. Ancak kapanış güzel ve lezzetli oldu. Konya’ya geldiğinizde hem Mevlana Müzesini hem de Konya mutfağını kaçırmayın..

Bir sonraki gezimizde görüşmek üzere..