Yunanistan -1: Gümülcine, Kavala
Yaz geliyor içimiz fıkır fıkır yine. Yunanistan yakınlığı sebebiyle sürekli aklımızın bir köşesindeydi. Nasıl bir tur olması gerektiğini planlarken hep istediğimiz otomobil ile Avrupa turunu da hesaba kattık ve aslında Yunanistan’a arabayla gitmenin bir ön hazırlık olabileceğini düşündük ve hemen hazırlıklara başladık. En güzeli de bu gezide ailece bisikletlerimizi de yanımıza alıyoruz!
Tabiki kafamızda kurdukça büyüttük, kaza olursa ne olur, gümrükte nasıl olacak, eşyalar, uluslararası ehliyet, triptik, hırsızlık.. İstanbul gibi büyük bir şehirde trafikte ne kadar riskimiz varsa orada da en fazla o kadar olur dedik ve işlemlere başladık.
İlk işlem vize başvurusu oldu. Arkadaşımızın şirketinde vize işlemlerine bakan biri ile anlaştık ve istediği evrakları kendisine teslim ettik. Vizeler dahil tüm işlemler için yetişkinlere 280 TL, çocuklara ise 120 TL ödedik. Bir sonraki hafta bize 2 ay, arkadaşlarımıza ise 6 aylık Schengen vizesinin çıktığını öğrendik. Süreler tamamen konsolosluğun kafasına göre verdiği zamanlama.
Yola çıkmadan 3-4 gün önce ise arabayı sürecek kişi için uluslararası ehliyet – 346 TL ve araç için uluslararası trafik sigortası – 63 Euro (yeşil belge). Bunların hepsini Turing kurumundan 10-15 dk. içerisinde alabiliyor ve burada kredi kartı ile ödeyebiliyorsunuz. Aslında bunları nakit parayla sınırda da yapabiliyorsunuz ancak biz işimizi sonraya bırakmak istemedik.
Bu işlemlerden sonra Yurtdışı çıkış harcımızı yatırmayı unutup tatile gideceğimiz ertesi günü beklemeye başladık. Rotamız; Gümülcine, Kavala, Selanik (1 gece konaklama), Preveze (2 gece konaklama), Parga ve Thassos (1 gece konaklama)adası’ndan ibaret. Şimdi gelelim gezi notlarımıza..
1 Mayıs sabahı henüz hava karanlıkken yola koyulduk. İpsala sınır kapısına varmamız 3-3,5 saat sürüyor. Yollar henüz tatil mevsimi olmamasından dolayı son derece tenha ve güzel. Sınıra varmak üzereyken depomuzu Türkiye tarafında son kez doldurup gümrük kapısına doğru ilerliyoruz. Artık hava aydınlanıyor. Kamyonlar ve bizden başka kimseler yok ortada..
İlk gişeye geldiğimizde görevli memur evraklarımızı soruyor ve bakma gereği bile duymadan giriş kapısını açıyor. Biz ‘’-arabanın tepesindeki bisikletleri kaydettirmemiz gerekir mi?’’ sorusunun cevabını bile ‘’-geç geç’’ olarak alıyoruz :). İleride ikinci gişe gözüküyor. Gidiyoruz camlardan içerisi gözükmüyor. Ancak camı açan biri de yok. Biz ne yapalım diye düşünürken korna sesimize gişede uyuyan memur camı açarak cevap veriyor. Uyandırdık sanırım :).. Meğer uyuya kalmış içerisi de gözükmeyince.. gelenin vay haline.. Evraklarımızı kontrol etti herşeyiniz tam ancak yurtdışı çıkış harcınız yok dedi. Bir anda iç ses ‘’-arrgghhh’’ dedi. :) Hemen arkadaki binada ödeyebileceğimizi ve tekrar gelmemizi söyledi.
Gittik ödemek için bir yazı, çalışma saatleri 8:30….. bir anda kendi kendimize kızdık. Daha bir kaç saat var! Camlar aynalı olduğundan içerisi de gözükmüyor. Biz söylenirken bir anda cam açıldı ve görevli memur evraklarımızı alıp yurtdışı çıkış pullarımızı verdi. Sevine sevine gidip pasaport kontrolüne tekrar verdik, damgalandı ve geçtik. Son olarak geldiğimiz kapıda araç kaydımızı yapan sivil görevlimiz iyi yolculuklar diledi ve sınır kapısını kaldırdı. Artık hüzünlü bir veda vakti gelmişti. Askerlerimize el salladık, Meriç nehrinin üzerinden yavaş yavaş ilerledik. Zaten tepemizdeki bisikletler ile bozuk yerlerde hızlı da gidemiyoruz. Hemen ileride yunan askerleri kenarda. Bu kez onlara selam verdik. Onlarda bize. Gümrüklerine geldiğimizde pasaport polisi bizi Türkçe karşıladı. Ehliyet, ruhsat ve evraklar dedi. :) Biz de uzattık. Damgaladı ve sınırdan geçtik. Bu kadar uzun anlatmamıza ragmen aslında tüm heyecan dolu bu serüven 10 dakika sürdü. Geçiş son derece basit ve hızlı aklınızda olsun.
Otobana çıkınca keyfimiz yerinde radyomuzda yunan müzikleri eşliğinde meraklı gözlerle baka baka gidiyoruz. Yer yer köylerde gördüğümüz camii minareleri buraların ya Türk köyü olduğunu ya da Müslüman bir bölgeden geçtiğimizi hatırlatıyor. Hız sınırı 130 ancak tepemizde bisikletler ile biz bu limitin zaten altındayız..
GÜMÜLCİNE
Yaklaşık yarım saat sonra Gümülcine’ye varıyoruz. Önceden gideceğimiz yerlerin hem Türkçelerini hem de Yunanca karşılıklarını not aldığımız için birilerine soru sorarken ya da navigasyonumuza adres girerken zorluk çekmiyoruz. Şehir merkezine vardığımızda henüz daha sabahın koru olduğundan bir çok yer ya kapalı ya da yeni açılıyor. Kısa bir şehir turu atıyoruz önce arabalarla, hem etrafı hızlı kolaçan etmek hem de müsait bir park yeri bulabilmek için en hızlı yol bu.. Türk nüfusun çokluğunu kapılardaki isimler ve işyerlerindeki tabelalardan rahatça anlıyorsunuz. Bir işyerine girip Türkçe adres soruyoruz ve hemen yardımcı oluyorlar. Arabamızı park etmek için gittiğimizde bizim konuştuklarımızı duyan esnaf hemen yardımcı oluyor oraya değil şuraya koyun ceza yemeyin gibi.. :)
Çocuklarla yürüyerek kısa bir tur atıyoruz merkezde. Nerede kahvaltı ederiz derken ‘Sultan Pastanesi’ gözümüze çarpıyor ve orada bulabildiğimiz standart poğaça-çay eşliğinde karnımızı doyuruyoruz. Hemen herkes bozukta olsa Türkçe biliyor ve o kadar nezaketli davranıyor ki insani duygularımız tavan yapıyor. Pastane sahibi batı trakyalı Türk bayan gezilecek yerin sadece bulunduğumuz yer ve arka sokakları diye ekliyor. Arka sokaklara girdiğimizde Osmanlı eserleri bizi karşılıyor. Yeni Camii (1585) ve Tarihi Saat Kulesi’ni (1885) inceliyoruz. Saat kulesi II.Abdülhamit fermanı ile yaptırılmış. Bir kaç kare resim çekip devam ediyoruz. Eski evleri görüyoruz ara sokaklarda biraz dikkatli baktığınızda Osmanlı mimarisi detaylarını yakalamanız mümkün.
Gümülcine küçük bir kent, bir saat kadar kalıp etrafa bakınıyoruz, ardından yola devam. Sırada Kavala var..
KAVALA
Gümülcine’den yaklaşık yarım saat – 45 dk. sonra Kavala’ya varıyoruz. Turistik bir şehir. Şehre girerken karşımıza bir tabela çıkıyor, Türk kesimi kanlar içerisinde bir Kıbrıs haritası ve altında ‘’UNUTMAYACAĞIZ!’’ yazısı.. biraz sinir bozucu ve bizlerin bir anda milliyetçi damarına basan bir tabela. Yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki önemli merkezlerinden biri olan şehirde, yine yüzyıllar boyu insanlar bir arada kaldılar. Kardeşçe. Ama Avrupadaki devlet politikaları uzun yıllar maalesef Osmanlı izlerini silme pahasına bu kan duygusundan beslendiler.
Bu yukarıdaki satırları hep okur dinlerdik, buraya geldikten sonra hakikaten gördük ki hiç bir eserimizde bilgi yok, ismi yok, tarif yok, tarih yok.. kimi yerlerde eserleri öylece bırakmışlar. Bakan yok. Siz bile yağmalayabilirsiniz. Enteresan. Sanki yıkılsın diye çürümesini bekliyorlar.. Neyse tarihi tarihçilere bırakıp gezimize dönüyoruz.
Şehre girerken yol, deniz kenarından gidiyor ve manzara nefis. Şehir merkezi tabelasını takip ediyoruz, Osmanlı dönemi eselerinin en önemlilerinden biri olan ve 16.yy’da yapılan Su Kemerleri‘nin altından geçiyoruz. Sabah erken saatler olmasına karşın şehir hareketli. Kısa bir tur atıp arabayla sahilin uç kısmında geniş ve güvenli bir otopark buluyoruz. Süre sınırlaması yok ve 1.90 euro.
Kafamızı kaldırınca eski Bizans ve Osmanlı kalesi bizi karşılıyor. Bizanslılar kaleyi yapıyor ama Osmanlı devleti kaleyi büyütüyor ve genişletiyor. Hemen yine gözle seçebildiğimiz Kavalalı Mehmet Ali Paşa Medresesi (şu anda otel olarak kullanılıyor ancak rehberli geziler mevcut) tipik Osmanlı mimarisiyle kendisini belli ediyor. Şehirde Mehmet Ali Paşa’nın heykeli de mevcut. Bir dönem Osmanlıya karşı başarılı bir şekilde ayaklandığı ve devlet için tehdit oluşturduğundan burada sevilen bir zat kendisi. :) Bize karşı kim varsa burda seviliyor işte işin özü..
Yürüyoruz, eski sokaklardan kaleye çıkmaya başlıyoruz ve tabiki sokaklar dik ve dar. Yolda önümüzü bir dede kesiyor. Konuşmalarımızdan Türk olduğumuzu anlıyor ve laflıyoruz. İlla şuraya gidin buraya gidin diye tembihliyor. Neler yaptığımızı soruyor, Türkiye’yi soruyor, Konstantin nasıl diyor.. Anlatıyor da anlatıyor. Sonra Yanımızdan geçen Alman turistlere Almanca laf atıyor ve sessizce aradan çıkıyoruz..
Kaleye çıkış yorucu ancak nefis manzara karşısında kesinlikle değer. Giriş 2.5 Euro. Toplarımızın gülleleri bile hala depoda duruyordu. Sokaklardan birinde eski Halil Bey Camii karşılıyor bizi. Artık kiliseye çevrilmiş ve kapalı giremiyoruz. Biraz dinlenip soluklandıktan sonra aşağıda iniyoruz yine farklı sokaklardan. Karşımıza çıkan ilk balıkçıda da balık yiyoruz. Yunan salatası dedikleri salatayı da sipariş ediyoruz. Balık ile bol salata ve yeşillik en dayanılmaz lezzet bizim için. Salata; domates, soğan ve salatalık söğüşü ancak farkı ise üzerindeki 2 parmak kalınlığındaki beyaz peyniri. Neredeyse salatayı ekmek arası yapıp yiyebilirsiniz. Doymanız garanti.. Turistik bir yerde yemememize rağmen insanlar Türkçe anlıyor ve yardımcı oluyor.
Aslında tüm Yunanistan gezimiz boyunca insanların sevecenliği ve yardımcılığı süperdi. Neredeyse herkes Türkçe biliyor. Hele yaşlılar sizinle oturup memleket sohpeti yapıyorlar. Kimi diyor ben Bursanın köyündenim, öbürü diyor ben Nevşehirliyim..çok keyifli..çok düşündürücü.. en güzeli elinizi sıkan kesinlikle bırakmıyor..