Eyl 6 2013

2013’ün en iyi 3. seyahat blogu seçildik!

İlk ödülümüzü 2009 yılında almıştık. Yola çıktıktan tam 2 sene sonra.

Bu sene ise Seyahat Blogları Topluluğu ve Momondo tarafından düzenlenen ‘Türkiye’nin En İyi Seyahat Blogları’ yarışmasında halk oylamasında 1. jüri değerlendirmesinde ise 3. olduk. Bu ne demek? Her sene artan ziyaretçi demek, her sene daha da çok sevilmek demek, nereye gitmeli denince akla gelen ilk sitelerden biri olmak demek… :) Bu bizi çok mutlu ediyor..

İlk yazılarımızdan bu yana çok şey değişti ama değişmeyen tek bir kriterimiz var ‘samimi olmak’. Yaşadıklarımızı tek tek yazdık bugüne kadar. İyisiyle kötüsüyle… Bundan sonra da aynen devam edeceğiz gücümüz yettiğince.

Gelen güzel mesajlarınız ve destekleriniz için teşekkür ediyoruz. Nice gezilerde görüşmek üzere..

Sevgiler.
Çiftçigüzelleri


Eki 26 2009

Doğu Karadeniz Gezisi 1. Bölüm: Trabzon, Atatürk Köşkü, Ayasofya Müzesi, Sümela Manastırı, Hamsiköy, Uzungöl, Cevdet Sunay Müzesi

dsc_0316

trabzon_panorama2

Saat sabah 05.45, İstanbul Atatürk Havalimanındayız. 1 saat 15 dk. sonra kalkacak olan Trabzon uçağımıza yetişmek üzere erkenden geldik. Ramazan bayramının hemen ertesinde yapmayı planladığımız Doğu Karadeniz turumuz bir saat sonra başlayacak, hala biz havaalanında «ay onuda yaparız, ay şunuda yaparız» diye planlarımızın rotamızın altını üstüne getiriyoruz. :) Muhteşem bir heyecan. Üstelik vaktimiz de var. Yaklaşık 12 gün boyunca dere tepe düz gidip her yeri tanıyacağız, bakacağız ve fotoğraflayacağız.

rota

Tur programızı bölgede yaşayan arkadaşlarımıza yollayıp son onayımızı aldıktan sonra netleştirdik. Planlamamızda Trabzon, Rize, Artvin, Kars ve Erzurum, yine dönüş Trabzon’a iken, yazı dizimizde anlatacağımız gelişmeler ile Trabzon, Rize, Artvin, Ordu, Giresun ve yine dönüş Trabzon olarak gerçekleşti. Gezi öncesi yaptığımız tüm araştırmalarda Eylül ayı Doğu Karadeniz için en güzel mevsim gösteriliyor. Açıkçası bir hafta boyunca gündüzleri maks.26 min. 8 dereceyi biz gördük. Neredeyse bir kaç mevsimi birden yaşadık. Yanınıza alacağınız, yağmurluk, panço, şemsiye gibi yardımcılar size hiç bir zorluk çıkartmadan güzel bir gezi yapmanızı sağlıyor. Ama bunlar yanınızda mutlaka bulunsun. Yoksa kendinizi tişört ile gezerken bir anda, yoğun, göz gözü görmeyen bir yağmurun içinde bulmanız an meselesi. :)

dsc_0132

Trabzon havaalanına saat 8.45’de iniş yapıyoruz. Tabiki yağmur yağmış her yer sırılsıklam. Macera başlıyor. Trabzon havaalanı yeni yapılmış gibi tertemiz karşılıyor bizi. Küçük ve güzel bir havaalanı. Bavullarımızı alıp hemen soluğu daha önce de aramış olduğumuz araç kiralama şirketinde alıyoruz. Konuşuyoruz, araç yok. Yaşasın. Diğer tüm firmalara soruyoruz, hiçbirinde araç kalmamış. Tek tük, değişik araçlar teklif ediyorlar istemiyoruz. Hem fiyatlar yüksek, hem araçlar eski. 5 TL karşılığında Havaş servisi ile 15 dk sonra şehir içindeyiz. Meydan denilen yerde indiriyor bizi Havaş şöförü, kendisine tanıdık bir araç kiralama şirketi varmı diye soruyoruz, hemen yardımcı oluyor :) bir kaç kişiyi telefonla arıyor, çok uygun fiyatlar verirler, ilgilenirler diyor ve bizi firmanın yanında indiriyor. «Şimdi sizi gelip alacak. Bekleyin burada..» Bekliyoruz. 3-5 dk. derken bir bayan geliyor. Gözler kırmızı, belli ki uyandırmışız. :) Oturup konuşuyoruz, Peugeot 206 var diyor, günlük 120 lira..Şaka gibi. Her yerde dizel arabalara 80 lira verirlerken benzinli eski bir araca bu fiyatı istiyor, bizde açık açık söylüyoruz, yahu böyle böyle fiyatlar bunlar, biz size tanıdık vasıtasıyla geldik v.s..yok..bir anda 50 lira inip peki size 70 olur diyor..kabul etmiyoruz, çünkü bir «turist bunlar» durumu oluşuyor.

Neyse lafı uzatmayalım, en sonunda Ensar oto kiralamayı buluyoruz, buraya da öneri üzerine geliyoruz. Çıkıp konuşuşoruz, 2009 Fiat Linea Dizel için günlük 65 liraya anlaşıyoruz, taa ki şirketin sahibi içeri girene kadar. Önce ehliyetimizi alıyor bakıyorr..bakıyor..bakıyor..Sanırsınız ki Emniyette kimlik sorgusunda sahte mi değil mi diye bakıyor. Sonra müşteri olduğumuzu unutup «senin ehliyet 2007 de alınmış!» diyor. «yani?» Acemi misin demeye getirecekken, «2007 değil 1997» yazıyor orada diyorum. «Hmm. Tamam!» Sonra acentadaki görevlinin verdiği rakam için, o fiyata olmaz araba diyor, yahu sen dedin o fiyatı, ben vermedim diye bir yığın gereksiz konuşma yapıyoruz, 10 dk. bunun üzerine konuşuyoruz, ortam geriliyor, en son önümüze çekmeceden senet çıkartıyor. Boş senet. İmza atarsan kiralarsın. Bizde vazgeçiyoruz, o an neyse kredi kartı bilgilerini verin tamam diyor. Ama araç akşam üzeri 17.00 de gelecek. Neyse olsun diyoruz. Biraz da zorunlu kalıyoruz. Çünki başka araba yok koca şehirde. Akşam üzeri arabayı almaya gittiğimizde kira sözleşmesi yapıyoruz, imzaları atıyoruz, sonrasında diyor ki, abi kaza yaparsan amcamın arabası dersin kiralık olduğunu söyleme.. «Haydaa..yahu sigortası var demiştin!.» «Var ama kiralık sigortası değil.» Arabaya bir bakıyoruz pencereden Peugeot 307, 2006 model. «Ee Fiat? 2009» «ee ona ulaşamadık, bunu getirdik». Arabanın tabiri caiz ise her yeri tıkırdıyor ve dökülüyor. Silecek suyu bile çalışmıyordu. Tabiki biz bunları yola çıktığımızda farkettik. Lastikler bile perişan durumdaydı, hatta hayati tehlike yaratacak kadar aşınmış durumdaydı, yağmurlu havalarda 70 km hızı geçemedik, araç kaymaya başlıyordu. Bizim şanssızlığımız bayramın hemen ertesinde olduğundan kiralayacak araç bulamamamızdı. Bu yüzden siz siz olun kurumsal yerler ile kiralama yapın, evet biraz daha pahalı ancak düzgün ve seviyeli bir iletişim kuruyorlar.

Aracı alacağımız saate kadar bari Trabzon Ayasofya müzesini ve Atatürk Köşkünü gezi sırasından çıkartalım diyoruz. Bir gece kalacağımızdan Özel Meydan Aile pansiyonu (25 TL kişi başı/ kahvaltı yok) adında bir yerde oda buluyoruz. Hem öğretmen evi hem hem polisevinde yer kalmadığını öğrendiğimizde iki yerdeki görevliler bize burayı önermişlerdi. Bavulları bırakıyoruz odaya. Odalarda hiçbirşey yok. Iki yatak, bir masa bir de dolap var. Burada akşam 23.00’de fatura istediğimiz için pansiyon sahibi «size parunuzu vereyum, cidun paşka yerde kalun da!» diyecek kadar tok bir esnaftı. :)

dsc_0025

Minibüse biniyoruz meydandan. Meydanın kalabalığı aynı Taksim gibi. Yoğun, keşmekeş, karman çorman. Minibüse biniyoruz ancak; oradan haraket etmesi 15 dk.yı buluyor kalabalıktan ve müşteri beklemekten. Bu arada birde trafik kitlendiği için tam bir başağrısı. Yola çıktığında anlıyoruz ki, minibüs ile 1 saatte geldiğimiz Ayasofya’ya yürüyerek 30-40 dk. da ulaşbilirmişiz :) Ne kadar Ayasofya diyoruz, 2.5 TL diyor. 5 lira veriyoruz. Para üstü beklemiyoruz, o da vermiyor; zaten 2.5 diye mantık kuruyoruz. Bu arada bizden başka yolcu da yok. Dönüş yolunda yine aynı güzergah dolmuşuna bindiğimizde şöförün bize para üstü vermesiyle anlıyoruz ki, ilk minibüs bizi tırtıklamış.. iki kişi 2.5 liraymış. Trabzon yordu bizi bir anda. Bir gün içerisinde esnafından yorulduk..Bunlar izlenimlerimizdi..neyse biraz da şehri anlatalım.. :)

dsc_0030

dsc_0045

Ayasofya Kilisesi
Yapı itibariyle oldukça estetik 1200’lü yıllarda yapılan bu kilise, Fatih Sultan Mehmed’in fethi (1461) ile camiye dönüştürülmüş. Denize yüksekten bakan konumuyla oldukça güzel manzara sunan bu tarihi yapıda, duvarlarda Adem ile Havva’nın yaratılışı ile ilgili bir çok figür resmedilmiş. Müzeye giriş paralı, ancak müze kartımız ile bir ücretsiz giriş yapıyoruz. Eğer ilginize çekerse Yazar/Rehber İsmail Köse’nin buradaki (ve Sümela ile ilgili) tüm kabartmalar ve  resimler ile ilgili dökümantasyon incelemesi de kitap halinde Türkçe İngilizce olarak basılmış olarak edinebilirsiniz. (4000 Yıllık Mirasın Kutsal İzleri/İsmail Köse 2009)

dsc_0063

dsc_0098

Bir sonraki durağımız olan Atatürk Köşkü’ne gidiş eğer arabanız yok ise ancak otobüs ile oluyor. Meydan’dan kalkan her yarım saatte bir otobüslerle 20-30 dk. yolculuk yaparak buraya ulaşmanız mümkün. Giriş 1 TL. Müze kart geçmiyor. Köşkün mimarisi muhteşem, hiç ummadığımız kadar bakımlı, temiz.. Bahçesi botanik bahçesi gibi. İçerisindeki eşyaların bir çoğu korunmuş. Kesinlikle görmeniz gereken güzellikte tarihi bir köşk burası. Biz köşke girerken cep telefonuyla konuşan görevli, 20 dk. sonra biz köşkten çıkarken hala telefon ile konuşuyordu, sonra telefonu kapadı ve resim çekmek yasak dedi. Bizde zaten çıkıyor olduğumuz için peki dedik :) . Ama o gelen misafirleri görmediği için sadece biz değil bizim gibi içeriyi gezen herkes alenen gizli saklı olmadan fotoğraf çekiyordu zaten. İçeride fotoğraf çekmek yasak, bilginize. :)

dsc_0017

kapali-kiymali

Şehre döndüğümüzde karnımız acıkıyor ve meşhur karadeniz pidesini nerede yiyelim diye birbirimize bakarken, belediye binasının hemen yanında zabıta görüyoruz, ona soruyoruz. Meydan’da Ertuğrul Pide salonu’nu söylüyor. Önünden bir iki kez geçtiğimiz bu pide salonunu biz fırın zannedip girmemiştik. Çünki önden baktığınızda fırın gibi duruyor, ancak içer geçip üst kata çıktığınızda lokantası ile karşılaşıyorsunuz. Denemek için sipariş ettiğimiz «Kapalı/Kıymalı» «Açık/Peynirli» pideleri bekliyoruz, hemen geliyor, sıcacık, peyniri erimiş, kıymalının üzeri enfes tereyağlı. Bunlar pide ise biz daha bugüne kadar başka birşey yemişiz İstanbulda. Böyle bir muhteşem lezzet yok, kenarlarındaki kalın kısımları kopartıp kaşık gibi pidenin ortasına banarak yediğiniz enfes bir lezzet buradaki pideler. Biz ilk defa yediğimiz için önce insanları izledik nasıl yiyorlar, sonra biz saldırdık :) . Afiyetle yediğimiz bu iki pide ve iki ayran için 15 TL ödüyoruz, pahalı demeyin hem ebat hem lezzet kocaman!

dsc_0147

Yola çıkmadan önce Trabzon Turizm Bürosuna uğruyoruz. Hem bölgesel bir harita almak, biraz Trabzon ile ilgili bilgilenmek, aynı zamanda rotamızı paylaşmak, varsa önerileri almak için. İçeri girer girmez enformasyon memuru Sn.Yahya Saka bey bizimle oldukça ilgili ve kibar bir biçimde bilgilerini paylaştı, harita üzerinde tek tek çizerek anlattı. Bu yüzden kendisine çok teşekkür ediyoruz. Eğer vaktiniz varsa, mutlaka uğrayıp bölge ile ilgili kafanızdaki soruların cevaplarını burada bulabilirsiniz.

İlk geceyi Trabzon’da geçirip, yarın sabah Maçka, Çoşandere üzerinden Sümela Manastırı’na doğru yola çıkıyoruz.

dsc_0140

Sümela Manastırı
Sabah Maçka üzerinden Çoşandere Dere’sine paralel yolu takip ederek Çoşandere Tesislerine geliyoruz. Burası hem yöresel lezzetleri bulabileceğiniz, hem de Sümela Manastırı’na giderken durup bir mola verebileceğiniz güzel bir tesis. Kahvaltımızı yapıyoruz. Bir kişilik kahvaltının bolluğunu görünce, sadece ek olarak Mıhlama sipariş ediyoruz. Burada Rize tarafından farklı olarak Mısır unundan yaptıkları mıhlama, ekmeği bandırarak neredeyse size 1 ekmek yedirtecek kadar lezzetli ve bu kahvaltı bizi akşama kadar tuttu, o derece.. :) Çayı, 1 kişilik kahvaltı (reçeller, bal, peynirler, yumurta, tereyağı, domates, salatalık..) ve mıhlama için 16 tl ödüyoruz. Kesinlikle lezzeti şahane, mutlaka uğrayın. Servis yapan elemanların hepsinin bayan ve Türkmen gibi çekik gözlü olması dikkatimizi çekti. Daha sonradan öğrendik ki, çalışanlar ucuza Türk Cumhuriyetlerinden geliyormuş..

cosandere-kahvaltisi

kuymak

dsc_0151

dsc_0191

Hava nefis güneşli, yollar enfes. Her yanınızdan fışkıran sular ve derelerin şarıltısı ile birlikte ilerliyorsunuz. Sümela Manastırına kadar giden yol asfalt ve bol virajlı. Virajlarda zaman zaman yol daralıyor ve genişliyor, hatta bir bakıyorsunuz şarış şarıl bir şelale akmış, yolu göle çevirmiş.. Trabzon’dan Sümela Manastırı toplam 47 km uzunluğunda. Karadenizin yeşil doğası o kadar etkileyici duruyor ki, dağ yollarında yeşilliklerden gökyüzünü göremiyorsunuz bile. Bir çok kayanın arasından fışkıran küçük küçük şelaleri çekmekten bir süre sonra vazgeçiyoruz, normal gelmeye başlıyor, onlarca, yüzlerce neredeyse binlerce var bu güzelliklerden..

Manastıra vardığımızda araçları parkedebilmek için bir alan yapılmış, ücretsiz olarak aracınızı bırakıp, kalan kısmı patikalardan ilerleyerek geçebiliyorsunuz. Yürüme yolu yaklaşık 15 dk. sürüyor. Yükseklik en etkileyici manzaralarından birini sunuyor bize, yer gök birbirini tamamlıyor, kartal bile tepemizden uçarak buraların aslında ne kadar yüksek olduğunu hatırlatıyor. Patika yol üzerindeki ağaçların kökleri de inanılmaz, artık topraktan çıkmış, korku filmlerindeki sahneler gibi ihtişamlı ve birer sanat eseri gibi karmaşık duruyorlar. Bizi küçük bir yıkıntı karşılıyor.

dsc_0187

dsc_0205

Kilise olduğunu tahmin ettiğimiz yapı küçük ve sanki koruma amaçlı yapılmış, gelenleri Manastıra haber etmek için.? Bu arada harabenin içine giriyoruz, duvarlarda tüm isimler itina ile kazınmış. «Ayşe, Ali, 80/4 tertip, Aşığım..» Hiç kaçarı yok, biliyorsunuz affetmeyiz.. Yapmasalardı kardeşim buraya tarihi eser.. Bu arada bir aile de geliyor küçük harabeyi görmeye, sonra babaları ağaçtaki değişik çiçekleri görüp koca dalı kırıp alıyor eline, biz «bu ne çiçeği» diyoruz, belli ki önemli bir çiçek? Adam «bilmiyorum?» diyor. Sonra dalı elinde tutmaktan sıkılıp fırlatıyor. Madem bilmiyordun niye kırdın?, kırdın madem niye attın? Küçük çocuğu da babasını izleyip gelecekte bu haraketleri tekrarlamak için zihnine kaydediyor..Neyse..

dsc_0183

dsc_0174

Yolun sonunda 8 tl olan bilet, bizim Müze Kartları ile yine bedava olarak gerçekleşiyor.  Birçok kısımdan oluşan manastır henüz restorasyon devam ettiğinden sadece belli bir kısmını gezmemize olanak verdi. Binlerce yıllık Manastır’ın sadece öğrencilerinin kaldığı ahşap evlerden oluşan kısmı, yaşadığı yangın felaketinden sonra günümüze gelememiş. Yeni yapılan restorasyon bölgeleri, bildiğiniz sıvadan oluşuyor, beyaz sıva!.. Kalan orjinal kısımların güzelliğini görmeniz lazım. Küçük odalar, her biri inanılmaz bir vadiye bakıyor, yükseklik korkutucu ve etkileyici. Pencereden kafanızı uzatıp bakmanız lazım. Daha da ötesi buralara binlerce yıl önce nasıl getirdin o taşları, inşaat malzemelerini de yaptın bu Manastırı.? İnsanın aklı almıyor.

dsc_0215

dsc_0197

Bir güvenlik görevlisi var. Onunla sohbet ediyoruz, çünki binlerce yıllık resimlerin üzerleri bu sefer sadece Türkçe isimlerden değil, ABD’li, Yunanlı, Rus, İngiliz..gibi birçok milletten isimler ile kazınmış. Kendisi 1990’lara kadar buraların korunmasız olduğunu anlatıyor. Gelenin duvarlardaki resimleri söküp götürdüğünü, tahrip ettiğini ve zarar verdiğini söylüyor. Özellikle Trabzon’da ABD’lilerin üssü varken ABD’li askerlerin ülkelerine dönmeden önce gelip buradaki duvar resimlerini söküp ülkelerine götürdüklerinden bahsediyor. Peki gerekli bakanlığımız neden önlem almak için bu kadar önemli bir yapıyı 1990 ‘lara kadar kimsesiz, sahipsiz bırakmış o da ayrı bir üzüntü konusu..Duvardaki neredeyse hiçbir insan motifinin yüzü yok, sökülmüş. Sadece elleriyle ulaşamadıkları yüksek yerler kalmış. Enteresan olarak fresklerin katman katman oluşumunu görebiliyorsunuz. Binlerce yıl önce burada yaşayanlar dönem dönem eskilerinin üstüne yeni resimler yaparak ortamı değiştirmişler. Gezimizi bitirip, aracımızın yanına giderken, girişte hemen sağda mısır, fındık satan tezgahtan taze mısır alıyoruz. İnsan temiz oksijeni alınca sürekli acıkıyor burada :)

hamsikoy_panorama2

hamsikoy2_panorama2

Hamsiköy, Zigana geçidi
Maçkaya tekrar geri dönüyor ve oradan Hamsiköy’e doğru ilerliyoruz. (Bu arada hatırlatalım, Karadeniz gezimiz boyunca yollar virajlı demeyeceğiz, çünki virajsız yol yok denecek kadar az. :) Sonra demedi demeyin..) Hamsiköy Sütlaç’ı ile meşhur. Hep ismini duyuyoruz, merak işte, geldik yiyelim.

dsc_0241

dsc_0240

Köyde güzel manzara haricinde pek görülecek birşey yok. Açık olan tek bir lokantada sütlaç siparişi veriyoruz. Köyün yerlisi amcamız metal kapta (buranın sütlaçının özelliği kiremitte değil metal kapta olması, üstü de yanık olmayacak..) sütlaçı getiriyor. Belki de yediğimiz en kötü sütlaç. Üstü bile kurumuş. Tatsız, tuzsuz birşey. Birde tanesi 4 TL. Sütlacımızı yedikten sonra, buraya kadar gelmişiz yıllar önce ortaokulda öğrendiğimiz meşhur Zigana geçidini görmeden dönmeyelim diyoruz.

dsc_0269

dsc_0272

Geldiğimiz yoldan değil, dağ yollarından yeni yapılan Zigana yolunu görerek (aşağıda kalıyor yer yer) köylerin arasından geçerek devam ettiğinizde, yol sizi tekrar o aşağıdaki Gümüşhane yoluna bağlıyor. Bu yoldan da bir 15 dk. devam ettiğinizde işte karşınızda Zigana geçidi! Sen neymişsin diyoruz hemen tabelasına bakıyoruz, 1820m yüksekliteyiz ve tünelin toplam uzunluğu 1702m. Yeni yapılan tünellerden sonra (örn. Bolu Tüneli) fındık tünel olarakta adlandırabileceğimiz tünelden bir giriyor, birde çıkıyoruz. Hem Gümüşhane tarafında soluk alıyoruz, hem Trabzon tarafında. :) Şimdi rotamızı Uzungöl’e doğru çeviriyoruz.

dsc_0279

dsc_0283

Uzungöl
Zigana geçidinden Trabzon’a oradan da Sürmene, Of ve Çaykara üzerinden gidilerek ulaştığımız Uzungöl’e 1.5 saat sonra varıyoruz. Of ilçesinden Uzungöl yoluna saptığımız andan itibaren yolun bir kısmında yanyana Çay fabrikaları görmeye başlıyoruz. Yolun ilk bir kaç km’sinde asfaltlama çalışmaları olduğundan bozuktu, ancak geri kalan kısmı neredeyse kaymak gibi. Yolda devam ederken hemen yanımızda bir köprü gördük. Çelik halat ile gerilmiş, siz yürüdükçe sallanan keyifli bir köprü. :) Biraz tedirginlik veriyor insana ancak insanların sallanması için koşarak bu köprüden geçmeleri bize keyifli dakikalar yaşatıyor. Hemen gidip bizde sallıyoruz köprüyü :)

dsc_0294

dsc_0305

dsc_0308

Yol boyunca bize eşlik eden derenin üzerinde oldukça sık Osmanlı dönemine ait köprüler ile karşılaşıyoruz. Köprülerin herbiri hem birbirinden farklı hem de oldukça zarif duruyor o gürül gürül akan suların üstünde. Tabiki hepsinde durmanız gerekmiyor ancak anıtsal eser statüsünde bulunan «Hapsiyaş Köprüsü»nü görmenizi ve bir hatıra fotoğrafı çektirmenizi öneririz. Uzungöl’e girerken artık hava kararmaz üzereydi. Araba ile bir tur atıp hemen nerede kalabileceğimizi  araştırıyoruz. Bir iki otel gezdikten sonra, fiyat kalite endeksimize en uygun yer olarak Sezginler Otel’e yerleşiyoruz. İki kişi kahvaltı dahil 70 TL ödediğimiz otelde odalar güzeldi ancak akşam yemeği (24 TL, iki kişi, köfte, balık, kola, salata), kahvaltı ve hizmet için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz. Birde şansımıza gayet ağırbaşlı bir garson bizimle ilgilenince, kahvaltıya başlarken «bal, ne balı?» sorumuza bile kahvaltı sonunda tekrar ederek ulaşabildik. :) Hava kararmadan konaklama ile ilgilendiğimizden Uzungöl gezimizi sabah gündüz gözüyle yapmaya karar verdik. Küçük bir akşam yürüyüşü ve ciğerlere çekilen temiz hava o akşamımızı bitirdik. Bu arada yürüyüş sırasında dikkatimizi çeken başka bir nokta ise Uzungöl’de çok fazla arap turistin olmasıydı.

dsc_0320

uzungol_panorama2

Sabah ola hayrola! Gürül gürül akan suların sesiyle uyanmak ne kadar güzel bir duygu. Pencereyi açıyor ve odaya taze,  soğuk havayı dolduruyoruz. Hava güneşli. Otelden çıkışımızı yapıyor ve çevreyi tanımaya başlıyoruz. İlk karşılaşma greyderler ve iş makinaları ile oluyor. Allah Allah bunlar ne derken, gölün çevresine, işçileri duvar örerken görüyoruz. Resme genel baktığımızda, gölün kenarının yarısına duvar örüldüğünü şaşkınlık ve hayret içerisinde izliyoruz. Burası Uzungöl değil, Uzunhavuz olmuş? Bu kadar çiğ bir görüntü olamaz. Al bir cahil adamı koltuğa oturt, burayı duvarla örelim demez. Hangi mantığa sığıyor bu anlamak mümkün değil. Tüylerimiz diken diken oluyor. İşin garibi, o kadar şantiyeye dönmüş ki burası kamyonlar ve toz dumandan bir an önce kaçmaya çalışıyorsunuz. Yazık gerçekten çok yazık. Gölün bitişini göz göre göre ellerimizle yapıyoruz ve buna kimse mani olamıyor. Hiçbir havası, doğallığı kalmamış. Yani Uzungöl’ü artık görmeseniz çok birşey kaybetmiş sayılmazsınız! Bak yine tüylerimiz diken diken oldu. Sinirimiz kalktı! :)

dsc_0337

Nereden en iyi fotoğraf çekeriz diye yaşlı bir amcaya soruyoruz, o  da bize manzara tepesinden çekebilirsiniz diye dağları gösteriyor. O dağlara doğru tırmanmaya başlıyoruz araba ile, yol oldukça bozuk. Zaten bir kaç km ilerleyip çok gitmeden tekrar dönüyoruz. Bu dağ yolu dediklerine göre Bayburt’a kadar gidiyormuş. Artık dönüş vakti, aşağıya inip, Rize yollarına doğru gitmemiz gerekiyor, Uzungöl’den henüz çıkmıştık ki, bir eski köy evinde yaşlı bir teyzeyi görüyoruz araba ile geçerken, hemen duruyoruz, selam verelim, sohpet edelim istiyoruz. Önce biraz şaşırıyor ama sonraları tüm sıkıntılarını anlattığı, dert arkadaşı oluyoruz. O da gidişattan hiç memnun değil «mahvoldu buralar» diyor ancak «benim yaşımda ilerledi zaten beyim de yanımda yatıyor» diyor (mezarını gösteriyor hemen arkasında) «bende sıkıldım artık kurtulayım» diyor.  Kimsesi kalmamış. Kendince uğraşıları olan bir teyze, bize temizlediği mısır koçanlarından vermeye çalışıyor ama bizim dönüşümüze kadar bunlar bozulur diyip geri çeviriyoruz.

dsc_0347

Cevdet Sunay Müze Evi / Ataköy

Tatlı teyzeyle vedalaşıp yola koyuluyoruz. Biraz ileride Ataköy yol ayrımından Ataköy’e sapıyoruz, yine tırmanmaya başlıyor ve 5. Cumhurbaşkanımız Cevdet Sunay’ın Müze Evi’ni görmek için heyecanlanıyoruz. Doğduğu büyüdüğü bu evin şu anda müze olması oldukça güzel. Oldukça tepede olan evin önünde park edecek alan yok, hatta yollar ancak bir arabanın geçebileceği kadar geniş ama ileride boş alanlara park edebilirsiniz. Kapıyı tıklatıyoruz, kapalı. Öğlen tatilinde. Kapıda yazan cep telefonundan hemen müze görevlisini arıyoruz. Kendisi yan evde anahtar olduğunu, alıp girebileceğimizi söylüyor. Ama yanda da kimse yok. Bekleriz problem değil diyoruz. Ama kendisi oraya kadar geldiğimizi gördüğünden kıyamıyor ve gelip kapıyı açıyor.

dsc_0356

dsc_0365

Ev tamamen harabe durumdan aslına uygun olarak tekrar yapılmış. İçeride oldukça eski ve nostaljik objeler mobilyalar var. En güzeli Astronot başlığına benzeyen, küçüklüğümüzden hatırladımız televizyon var. Cevdet Sunay’ın kullandığı eşyalar, kitapları, ve fotoğrafları bu müzede bulabilirsiniz. Günde 3-5 kişinin gezdiği bu müze ücretsiz. Şimdi Rize yollarındayız.

dsc_0367


Haz 6 2009

Amasra, Amasra Müzesi, Bakacak Tepesi, Amasra Kalesi, İstavrit, Amasra Salatası, Bartın

amasra_panorama

dsc_0493

Sabah erken kalkıp pansiyonumuzda son enfes kahvaltımızı yapıyoruz. Aslında yolumuz çok fazla değil. Ancak yolda yer yer yapım çalışmaları olduğunu öğrendiğimizden temkinli davranıyoruz. Amasra-Safranbolu arası yaklaşık 80 km. Normal şartlarda en fazla 1 saat sürüyor. Eşyalarımızı aracımıza yüklüyor ve yola koyuluyoruz.

Yolda neredeyse tek tük araç görüyoruz. Haftasonu yoğunluğu kalmamış, büyük ihtimalle tüm turlar geldikleri gibi dönmüşler. Bu bizim içinde çok kalabalık olmadan gezmek anlamına geldiğinden bir noktada seviniyoruz. :) Yolda bir süre sonra etrafımızı görmeden ilerlediğimiz farkediyoruz. Bu ne muhteşem bir yol böyle.!? Etrafta ağaçlar o kadar sıkı ve yeşil ki yer yer ağaçlar yollara kadar çıkmışlar. Bu şekilde uzunca bir süre ilerliyoruz. Yoldan keyif almak demek böyle bir şey olmalı! Hiç işiniz olmasa bile ara ara gelip bir ileri, bir geri gidesi geliyor insanın.. :)

dsc_0527

Yolda yapım çalışması sadece bir iki yerde kısa kısa karşımıza çıkıyor ve bir sorunla karşılaşmadan Amasra’ya varıyoruz. Şehre ilk önce Fatih Sultan Mehmet’in de hayran hayran izlediği Bakacak Tepesi’nden giriş yapıyoruz. Herşey ayaklarınızın altında. İhtiyacınız olan tüm güzellikler ise yanıbaşınızda. Sağınız yeşil, solunuz mavi.. (Bu anlatımı heralde Karadeniz turu yaptığımızda sürekli kullanacağız. :) ) Küçük bir yerleşim yeri olduğundan kalacağımız Amasra Anadolu Otelcilik Turizm Meslek Lisesi’nin Uygulama Oteli‘ni zorlanmadan buluyoruz. Bir gün önceden telefon ile rezervasyon yapmıştık, şimdi sorunsuzca kaydımızı yaptırıyoruz. Ancak odalara çıkış 13.30 diyor çalışan öğrenciler güler yüzleriyle ve bizde o saate kadar beklemek istemediğimizden eşyalarımızı bırakıp dolaşmak için çıkıyoruz. Amaç yerleşene kadar en azından bir iki yer görmek. Yürümeyi sevenler  Amasra’da şehir içerisinde araca pek ihtiyaç duymayabilir.

dsc_0476

amasra_muzesi_panorama1

Otelden aldığımız bilgilendirici Amasra broşürlerini inceleyip bir rota çıkartıyoruz. İlk hedefimiz bizi girişte karşılayan Amasra Müzesi. Müzeye girerken büyük bir heyecanla Müze Kart’larımızı çıkartıyoruz ancak kapıdaki görevli gerek olmadığını söylüyor. Bir süre sonra müzeler haftası dolayısıyla girişlerin ücretsiz olduğunu anlıyoruz. Müze 1884 yılında Denizcilik Okulu olarak yapılmaya başlanıyor ancak bir türlü bitirilemiyor. 1976 yılında Kültür Bakanlığı müze yapmak için restarasyona başlıyor ve aynı zamanda açılış tarihi olan 1982 yılında bitiriyor. Müzenin yeri konumu muhteşem. Oldukça güzel arkeolojik eserler var. Hellenistlik dönem, Roma, Bizans, Ceneviz ve Osmanlı eserlerine ilgi duyanların kesinlikle görmeleri gereken bir müze.

dsc_0463

dsc_0478

dsc_0452

Müzeden çıkıp Amasra’nın merkezine ilerlediğimizde gezimizde bir tad eksikliğini farkediyoruz. Bu tad mimari lezzetsizlik! Bu kadar güzel bir kenti bu kadar iç içe ve kötü bir mimariyle bozmaya kimsenin hakkı yoktu. Evler çirkin. Bakımsız. Bir süre sonra Amasra kalesine gittiğimzide durumun vehametini daha da iyi kavrıyoruz. Neredeyse kaleye ait hiçbir parça göremiyoruz. Evler bu kadar rezil olamaz. Mimari bir rezalet. Herkes kafasına göre tarihi kale içerisine ev yapmış. Tarihi bir kaç ev ise bakımsızlıktan bugün yarın yıkılmak üzere. İçimiz yine cız etti. Bir çok ev dış sıva renkleriyle kalmış. Bir kısmı denizi görmek için birbirini yemiş. Üst üste katlar çıkmış. Biz size denizin güzelliğinden bahsedemiyoruz. Bir kenti kent yapan kültürel ve doğal unsurları ellerimizle boğarak öldürmüşüz. (Bu arada tarihi eserler üzerine spreyle yazılan isimlerden ve aşk ilanlarından bahsetmiyoruz bile. Bu artık gittiğimiz bir çok yerde normalleşti bizim için..) Buna devletin resmi kurumları da onay vererek cinayeti resmileştirmişler. Nerede maşhur Amasra Kalesi? Burada..ee surlar?..şu köşede var bir parça..biraz bu tarafta..gerisi evlerden gözükmüyor. Oh ne güzel. Biz buraya ev görmeye değil tarihi ve doğal güzellikleri görmek için geldik. Ama yok. Böyle olmayacak. Biz son tarihi eseride yok edene kadar akıllanmayacağız. Ya da ABD, Avrupa diyecek bize ‘koruyun eserlerinizi!’ diye biz öyle yapacağız. Ondan önce akıllanmıyoruz. Yine sinirimiz kalktı.

amasrakalesi

amasra_panorama2

Amasra Kalesinde girerken ‘Kemere’ denilen bir körüden geçerek giriyorsunuz. sağınızda ve solunuzda nefis deniz manzarası ve Tavşan Adası var. (Aslında biraz gücümüz yetse bu denizi de kırar dökeriz iki bina çıkarız ama..neyse..) Ada üzerinde tavşanlar olduğundan bu isim verilmiş. Bir de Bizans dönemine ait kilise kalıntısı var ancak biz göremedik. Onun haricinde bir özelliği yok. Kalede Fatih Camiisi ve Kültür Sanat Evi‘ne (Chapel olarak geçiyor.) gidiyoruz. Kültür evi kapalı. Fatih Camii ise yanıbaşında görülebilir. Küçük ve kiliseden çevrilen bir camii. Hatta Cuma hutbelerinin Kılıç ile okunması geleneği günümüzde bu camii’de yaşatılıyormuş.

dsc_0514

Kalede en tepe noktasında Amasra Feneri‘ne kadar çıkıyoruz. Oldukça sert esen bir rüzgar var. Hava sıcak olmasına rağmen hasta edebilir. Çıkmak zor terletiyor insanı. Ancak sağa sola bakmak çok keyifli. 1863 yılından beri binlerce gemiye yol gösteren bu fener hala takır takır hizmet veriyor. Kaleden inip çarşı merkezine giriyoruz. Burada alışveriş yapabileceğiniz uzun bir çarşısı var. Sağlı sollu hediyelik eşya alabileceğiniz onlarca mağaza. Bu sokak sizi yine limanın olduğu kısma kadar götürüyor. Liman aynı zamanda otopark. 5 TL karşılığında aracınız süresiz kalabiliyor.

Bizim için en önemli an olan yeme içme kısmına geliyoruz. Burada yiyebileceğiniz en lezzetli yiyecek tabiki balık ve meşhur salatası. Balıkçıların önünden geçiyor ve fiyatlarını karşılaştırıyoruz. Aşağı yukarı hepsi aynı. Biz kararımızı en kalabalık yer olan Çeşm-i Cihan‘dan yana kullanıyoruz. Bu balıkçı bir çok ünlününde uğrak yeri olmuş. Hemen masamız kuruluyor nefis manzara ile beraber. İstavrit söylüyoruz. Kısa bir süre sonra istavritlerimiz ve enfes salatamız yanıbaşımızda oluyor. Salatanın içerisinde neredeyse 35 farklı ot-sebze buluyor. Muhteşem bir lezzeti ve görsel şöleni var. Yemek sonrasında bize değişik gözüken Ballı Yoğurt tatlısını denemek istiyoruz. Üzerine cevizde ufalanan bu tatlı oldukça hafif ve lezzetli. Aslında evde de yapabileceğiniz bir tatlı. Yazarken bile o anları hatırlamak ağzımızı sulandırıyor. :) Ancak bir saniye..tatlının fotoğrafını çekmeyi unutmuşuz heyecandan. :) Kendimizi o kadar kaptırmışız ki yemeğe. Hemen orada bizimle ilgilenen görevliye derdimizi anlatıyoruz. Çekmemiz lazım başkasına götürüken haber et çekelim diyoruz. Kibarlık yapıp biz size yapalım bir tane daha diyorlar fotoğraf çekimi için. Ancak bu tatlı öyle uzun dayanabilecek bir tatlı değil. Hemen bitirmek lazım. Bu sebeple biraz mırın kırında edilmiyor değil. Fotoğraf çekimi için gelen Ballı Yoğurt Tatlısı’nda bizim tatlımızda olmayan bir de muz eklenmiş. Aslında bu daha da lezzetli gözüküyor ve bize ikram edilen bu tatlıdan yan masayı nasiplendiriyoruz ancak bizim tatlımız neden böyle değilde diye de sormadan edemiyoruz.

dsc_0552

istavrit

amasra_salatasi

Hemen otelimize dönüyor ve dinleniyoruz. Geçen saatlerin ardından biraz gözlerimizi dinlendirmek iyi geliyor. Uygulama oteli çok konforlu ya da lüks olmasa da bir ya da iki gün için güzel ve ekonomik bir çözüm oluyor çoğu zaman. Burada kişi başı kahvaltı dahil 30 TL. Çalışanların neredeyse hepsi lise öğrencisi ve güler yüzlü olunca eksiklikleri çokta önemsemiyorsunuz.

Akşam üzeri Bakacak tepesine doğru ilerliyoruz. Büyük bir çay bahçesi var. Aynı zamanda burada yazları mangal keyfi yapmak mümkün. Gün batımını burada yapıyoruz. Enfes bir manzara. Fatih Sultan Mehmet’in dediği ve hayret ettiği kadar var. ”Lala Lala Çaşm-i Cihan Buramı Ola!”

bakacak_tepesi

bartin2

Yarın ki planımızda Bartın var. Ancak Amasra gezilebilecek bir çok noktayı gördük. Bir kaç yer haricinde. Bu yüzden akşamı Bartın’da yapalım diyoruz. Zaten Bartın en fazla 20 dk. sürüyor virajlı yollardan dolayı. Yoksa km olarak fazla bir uzaklığı yok. Hemen kendimizi Bartın’da buluyoruz. Şehre girerken o kadar çok eski ve tarihi ev ile karşılaşıyoruz ki bu bizi çok memnun ediyor. Bu evlerin büyük çoğunluğu hala kullanılıyor. Şehri bilmiyoruz. Nereden gidilir nasıl merkeze inilir..Tam bu sırada önümüzde bir askeri araç çıkıyor. Komutanını şehrin merkezine götürdüğünü düşündüğümüz aracı takip ediyoruz bir kaç dakika sonra kendimizi merkezde buluyoruz. Hemen bulduğumuz ilk yere park edip şehrin en işlek caddesinde yürüyüş yapıyoruz. Zaten bir çok küçük Anadolu kentinde olduğu gibi burada da en işlek bir cadde bulunuyor ve herkesi bu cadde üzerinde buluyorsunuz. Burada yürümek aslında şehrin dokusunu yaşamını ve yaşayanını anlamak için çok faydalı oluyor. Şehirle ilgili kafanızda bir şekil çizmenize yardımcı oluyor. Bartın sakin ve eski dokusunu koruyan bir kent. Belediye binası bile oldukça tarihi gözüküyor. Umarız bu dokuyu kentleşme adına yoketmeyiz.

Akşam tekrar Amasra’ya kaldığımız otelimize dönüyoruz. Sabah ilk hedefimiz Devrek oradan Karadeniz Ereğli.

bartin

bartin3


May 24 2009

Buram buram tarih kokan kent: ‘Safranbolu-2’

dsc_0352

safranbolu_panorama2

Yürürken ilk müze evimizi gezmeye karar veriyoruz. ‘Kileciler Konağı’. Tarihi bir konak. Mimari olarak sizi etkileyebilecek yeterliliğe sahip muhteşem görünümlü. 1999 yılında restore edilerek müze ev haline getirilmiş. Öğretmen ve öğrenci 1.5 TL, tam 2.5 TL ücret veriyoruz. Mimariyi daha iyi görmek ve anlamak bakımından Safranbolu’da en azından bir kaç konak gezmenizi öneriyoruz. Çıktığımızda bizi Osmanlı İmparatorluğu forsu kabartmalı tarihi çeşme karşılıyor. Bu küçücük şehirde tarihi olarak 40’ı aşkın çeşme var. Hatta bir konakta saatli çeşme olarak anılan oldukça güzel bir eser var. Her iki üst kısmında Osmanlıca saat motifi var. Bu saat 13.32’de durmuş olarak resmedilmiş. Yani aslında yapım yılına 1332’ye gönderme yapıyor. Tüylerimiz yine diken diken oluyor bu zeka ve incelikleri görünce. Neyse Kileciler Konağından çıktığımızda Manifaturacılar sokağından geçiyoruz. Burada sağlı sollu birçok hediyelik eşya satan yer bulunmakta. Sondaki bir dükkanda sokakta oturdukları yerde dolma saran bayanları görüyoruz. Bu enfes görünümlü yaprak sarmalarının boyutunu gördüğümüzde gözlerimizi tekrar tekrar onlara baktan alamıyoruz. Herbiri neredeyse küçük serçe parmağınızın yarısı kadar büyüklükte. Şehir merkezine doğru ilerlerken eskici dükkanına rastlıyoruz. Vitrininde neredeyse 40-50 yıllık sigara paketleri. Hemen ambalajlarına vurulup alıyoruz.

dsc_0151

dsc_00451

Artık konağımıza dönelim derken eski bir hamamın önünden geçiyoruz. Hava kararmak üzere olduğu için ilk başta tereddüt ediyoruz içeri girmeye. Sonra merakımıza yenik düşüp yüzyıllarca su fokurdatmış ancak artık faal durumda olmayıp müze gibi kullanılan Tarihi Şifa Hamamı‘na giriyoruz. Sahibi Mehmet Çetinkaya bize oda oda anlatıyor. Tarihinden bahsediyor. Eski ile yeniyi karşılaştırıyor. Tam bir tarih kitabı. Neden yanımızda bir ses kayıt cihazı yok diye düşünüyoruz. Anlattıkları muhteşem. Terlemenin bile bile adabı olduğunu anlatıyor. Nasıl terlemeliyiz bize teknik olarak bahsediyor. Duvarlarda yüzlerce yıllık hayvan kıllarından yapılan sıvalar duruyor. Bu sıvalarda aynı zamanda yumurta akı kullanılmış. İnanılır gibi değil. Gözünüzle görmeniz ve hissetmeniz lazım. 1.5 TL ödeyip hamamdan çıkarken sokağın ortasında üç delikli taş görüyoruz. Hemen Mehmet bey anlatmaya başlıyor bizim şaşkınlığımızı görüp: ‘-Bu taşlardan eskiden çok vardı. Hepsini çaldılar. Bu yağmur yağdığı zaman suların şehrin atık kanallarına gitmesini sağlayan taştır. Bu sayede ne kadar yağmur yağarsa yağsın kesinlikle ne taşkın olur ne de sokaklar sular içerisinde kalır’

dsc_0069

dsc_0102

Akşam yemeğimizi yöresel lezzetlerden oluşan bir menü ile yapmak istiyoruz. Ancak bu tüm gezimiz boyunca maalesef bizi en üzen nokta oluyor. Hiçbir lokantada yöresel özel bir tad bulamıyoruz. En son gittiğimiz bir çok dergide de çıkan Kazanocağı ev yemekleri lokantasında menüde istediklerimizin birçoğunun ya olmadığını, ya kalmadığını öğrendik ve son çare mercimek çorbası içtik. Aslında şehir  oldukça güzel ve enteresan lezzetlerle dolu. Bu yemeklerden ancak ikinci gün sonunda ‘Peruhi’ (Yoğurlu mantı. Muska biçiminde kesiliyor.) yiyerek merakımızı azaltmaya çalışıyoruz. Halbuki bu gibi yerlerde yöresel lezzetler fark yaratmak için en uygun ortam. Bize heryerde gözleme sunuyorlar ancak gözlemeyi iyi kötü birçok yerde bulmanız mümkün. Biz ‘Çılbır’ yemek istiyoruz Safranbolu’da, ‘Borana’ yemek istiyoruz, ‘Bandırma’ yemek istiyoruz..

Peruhi

dsc_0120

İkinci gün gezimize sabah ‘Cinci Han’ ile başlıyoruz. Burası şu anda konak olarak kullanılmakta ancak girip gezmek isteyenler 1TL karşılığında gezip fotoğraf çekebilir. Güzel bir mimari, en üst kısmına çıkıp şehre bakmayı unutmayın. Buradan ayrılırken biraz ileride Köprülü Mehmet Paşa Camii’ni görüp inceliyoruz. Bahçesinde aynı zamanda yüzlerce yıllık güneş saati bulunuyor. Hala saati öğrenmeniz mümkün :). Meydanda Batuta Turizm’in Golf arabaları var. Şehir turluyor aynı zamanda bir kaç farklı dilde sizlere anlatıyorlar. Bu turlar Küçük, Büyük ve Tam tur olarak ayrılmış. Küçük tur’da 40 dk. gezi 8.5 TL iken, büyük tur’da 90 dk. 17.50 TL, tam tur’da 135.dk. 22.50 TL. Biz tam tur yaptık. İnanılmaz keyifli ve bir okadar da rahat. Aracımızı süren Ömer bey, bir çok yerde duruyor anlatıyor. Şehir engebeli bir coğrafyada bulunduğundan yürüyerek nefes nefes kalacağınız yokuşlarda bu araçların rahatlığı övgüye değer. Yoğun zamanlarda önceden adınızı yazdırırsanız araç sizin için ayırtılıyor. Dik yokuşlarla Hükümet Konağı’na çıkıyoruz. Burada siz müzeyi gezerken araç dışarıda bekleyebiliyor. Bu da oldukça iyi bir ayrıntı. Yani illa araçta oturup turlamak yok. Bir çok yerde durup bakmak, incelemek hatta fotoğraf çekiyorsanız özel isteklerde de bulunabiliyorsunuz.

dsc_0176

dsc_0173

Hükümet Konağında tarihi bir çok olaya belgeleriyle şahit oluyorsunuz. Özellikle de bu konağın tamamen yanıp tahrip olduktan sonda tekrar restore edilmesi içimizi cızlatıyor. Buradaki belgeleri incelerken Safranbolu halkının para toplayıp ülkemize bir uçak hediye etmeleri oldukça duygusal. Yine bu Hükümet Konağının da aslında buradaki halktan alınan yardımlarla yapıldığını görüyorsunuz. Şu anda böyle bir şeyi hayal bile edemiyoruz. Neye elimizi atsak boğazımıza kadar yolsuzluklara batıyoruz. Hükümet Konağı eski Bizans kalesi sınırları içerisinde yer alıyor. Burada aynı bahçe içerisinde tarihi saat kulesi, eski cezaevi şimdiki cafe, cephane binası bulunmakta. Eski cezaevi maalesef şimdiki haliyle ilgimizi çekemiyor, ancak saat kulesi orjinal mimarisi ile ‘-banada uğrayın’ diyor. Kafamızı eğerek küçücük kapısından geçiyoruz. Dik merdivenlerinden en tepeye kadar çıkıyoruz. Biz çıktığımızda bizden önce çıkan gruba birşeyler anlatan daha sonra kendisinin ‘Kunduracı İsmail Amca’ olduğunu öğrendiğimiz İsmail bey bizide karşısına alıyor tüm saat ile ilgili bildiklerini anlatıyor. Ama nasıl bir anlatmak. Bir saat ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Şansımıza saat 12.00 de en çok vuruş olan 12 kere çana vurmasını dinliyoruz. Bir dakika şaşma yapmadan çalışıyor 300 yıllık saat. Nasıl bu kadar dakik sorumuza uzun bir cevap alıyoruz. Saatten kendisi sorumlu. Ancak sandığınız gibi maaşlı, sigortalı falan değil. Gönülden yapıyor bu işi İsmail amca. Tek isteği bir çok kişinin gelip bu saati görmesi. Ancak buruk bir tarafı var. ‘-Benden sonra kim bakacak, kim kuracak bu saati’ diyor? ‘-Hiç kimse gelmek ve bakmak istemiyor. Maaş istiyorlar, sigorta istiyorlar..Gençlerin ilgisi bile yok. İstanbuldan, Japonya’dan saati merak edip gelen insanlar varken şu karşı mahalleden adam bu ses nereden geliyor diyipte kafasını kaldırmıyor’ diye de ekliyor.

dsc_0178

dsc_0192

dsc_0361

Golf arabalarıyla turumuz bittiğinde kendimizi Kaymakamlar Konağına atıyoruz. Dönemin kaymakamının yaptırdığı ev muhteşem bir mimariye ve detaya sahip. İçeride birçok odada mankenlerle canlandırma yapılmış. Gezi planımızda Yörük Köyü var. Övgülerini duydugumuz okuduğumuz köyü görmek üzere yola çıkıyoruz. Safranbolu’ya 12 km uzaklıkta olan köy girişinde muhtarlık giriş otopark bileti kesiyor ‘1 TL’. Yine mimarisi başdöndürüyor. Küçük tezgahlar kurulmuş sağlı sollu, bir kaç hediyelik eşya, yöresel bitki satabilmek için. Ancak yine yöresel yiyecek bulamıyoruz ve kendimizi Tarihi Kurşun Taşı Yöresel Mutfak adlı şirin bir gözleme evinde buluyoruz. Canımız Tarhana çorbası istiyor ve bizi kırmayan Atiye hanım hemen pişiriyor. Lezzetli çorbalarımızı yudumlarken hemen ardından gözlemelerimizi söylüyoruz. Ayranlar bile kendi ayranları. Enfes. Yörük Köyü’nde gezilecek bir iki yer haricinde yer yok. Sokaklarında gezebilir, Çamaşırhanesini inceleyebilir (biz gittiğimiz sırada kapalıydı?), Sipahioğlu Müze Evi‘ni gezebilirsiniz.

dsc_0259

Yörük Köyü’nden Safranbolu’ya dönüyor ve Hıdırlık Tepesi‘nden şehre bir bakış atıyoruz. Herşey önünüzde. Tepede hafif esen rüzgarla muhteşem mimarileri inceleme şansınız oluyor. Giriş kişi başı 2.5 TL, belediyeye ait parkta istediğiniz bir içeceği de ikram olrak sunuyor. Biz ikramımızı buraya ait  Bağlar Gazozu olarak alıyoruz. Bu parkta aynı zamanda Kumandan Hıdır Bey‘in mezarı ve Hasan Paşa Türbesini görebilirsiniz.

dsc_02861

Eski Safranbolu içerisinden geçerek ulaşılan Bulak Mencilis Mağarasına doğru ilerliyoruz.. Yolun bittiği noktaya kadar gidip aracımızı piknikçilerin arasına bırakıyor ve mağaraya ilerlemeye başlıyoruz. Giriş oldukça yüksekte. Bir çok merdiven çıkmanız gerekiyor. Girişte bileti kesen görevli bizden liste fiyatı bir önceki gruptan ise neredeyse yarı ücret alıyor. Bir tatsız mğnakaşa yaşıyoruz. Görevli girenlerin akrabası olduğunu söylüyor ve göz göre göre herkese farklı fiyat uygularım demeye getiriyordu. Mağara, Dupnisa’dan sonra mağaracık oldu bizim için. Birde hevesimiz kaçınca..

dsc_0382dsc_0386

Tüm Safranbolu gezimizde en hoşumuza giden şey herkes cana yakın, sıcak. Bilmediğiniz her konu ile ilgili soru sorduğunuzda mutlaka size cevabını verebilecek birileri bulunuyor. Konakları, müzeleri, eserleri ile tam bir müze kent olan Safranbolu için mutlaka en az 2-3 gün ayırmanız gerekiyor. Yarın Amasra Bartın gezimizin hazırlıklarını tamamlamak üzere konağımıza dönüyor ve planlarımızı yapıyoruz..


May 1 2009

2009’un en beğenilen 2.gezi bloğu ödülünü aldık!

Gezip Gördük bu sene blog ödülleri yarışmasında hobi kategorisinde 2. oldu. Bu güzel dereceye girmemizde bize destek olan tüm blog takipçilerimize, dostlarımıza ve ailelerimize buradan teşekkür ediyoruz. Bu güzel başarı ödülümüzü 2 Mayıs 2009 Cumartesi akşamı düzenlenecek törenle alacağız.

Aranızda oylama ile ilgili üzülenler var, biliyoruz. Ancak biz üzerimize düşeni yaptık. Hiç üzülmeyin. Aksine biz bu destek mesajlarını gördükçe çok çok daha mutlu olduk. Sizlerin gördüğü oylama ile ilgili sıkıntıları da kurumlar ile paylaştık. Umarım en azından 2010 ödülleri için dikkate alınır daha yeni sitelere ve daha da güzel sonuçlara imza atılır.

Bundan sonra uzun bir süre blog ödüllerinde olmayacağız. Çünkü her sene ödül almak, ilk 3’ün hiç değişmediği bir yarışma bizlerin düşüneceği ve uygulayacağı bir anlayış değil. Yeni blogların, yeni insanların, önünü açmak ve onları desteklemek adına en başından aldık bu kararı.

Yeni gezilerde buluşmak üzere.. :)

Sevgiler.
Çiftçigüzelleri