Mar 25 2008

Gidilmemesi gereken otel, Riverside Ağva!

Ne güzel olurdu, bize biraz güleryüzlü davranıp, Ağva’yı ve kendilerini sevdirseler. Böylece bizler de hem dostlarımıza anlatır, hem de bir daha gelirdik bu otele. Park edip, sal ile karşı kıyıdaki otele geçene kadar herşey güzel.

Kenarda oturacak bir çok masa mevcut. Birine geçiyoruz. Önce garson bekliyoruz. Ortada garson yok. “1,2,3,5 dk. derken ben dayanamayıp içeri gidiyorum “arkadaşınız bakmıyor mu diyorum dışarıdaki masalara”. “Geliyor abi” diyorlar. Neyse yiyeceğimiz güzel kahvaltının hayalini kurarak rahatlıyoruz. Garson geliyor, minder diyorum, demir sandelelere oturamıyoruz, onu da getirmesi ayrı bir 5 dk alıyor. Geleli 15 dk oluyor biz daha sipariş bile veremiyoruz. 

Kahvaltı var mı? Var abi. “Açık büfe kalmadı ama kahaltı tabağı yaptırayım size” diyor. Dolgun mu diyoruz? “tabi” diyor. Doyar mıyız? “Evet abi”. Tamam getir o zaman. Tabak yaklaşık bir 15 dk sonra geliyor. Maşaallah diyoruz deli bir kahvaltı geliyor heralde. Tabak geliyor: 4 adet zeytin, kibrit kutusu büyüklüğünde bir beyaz peynir, 2 dilim ince salam, küçük bal, küçük ballı üzümlü marmelat, küp gibi küçük bir tereyağ, 2 dilim salatalık, bir küçük domates (ikiye bölünmüş), üçgen kesilmiş bir parça kaşar peyniri. Yemeğe başlamadan kızarmış ekmek varmı? “Yok?” Peki kahve? “Kahve makinası bozuk?” Peki Çay.. “Haa çay var getireyim”. Allah razı olsun getir bakalım. Kahvaltı başlıyor, 5 dk sonra da çay geliyor, nefis! İnsanı zorla evine götürür bunlar. Birde suçlu senmişsin gibi, döküle döküle getirilen çay. Tartışmak istemiyoruz. Bu sabah bizim için kıymetli. Keyfimiz kaçmamalı. Kahvaltıyı masaya bırakınca garsonlar yine ortada yok. Kayboluyor hepsi. Yemek mi yiyoruz, garsonmu gözlüyoruz yakalamak için, tam bir sinir harbi.

Neyse hemen kalkmak için hesap istiyoruz. 50 Ytl diyor amcamız. Kahvaltı tabağı ne kadar diyoruz. 25 ytl diyor. Bu kahvaltı tabağının hiçbir özelliği yok diyoruz? Şehirdeki herhangi bir pastane kahvaltısından farksız. Açık büfe 35 bu 25 diyor. Nuh diyor peygamber demiyor. Kartla ödemek istiyoruz. Kart olunca 5 ytl de komisyon alıyoruz diyor. Aslında bu yaşananların tek bir Türkçesi var. Hazır bu adamlar buraya para harcamak için gelmiş alabildiğimi alayım, yollayayım. Bir gr. memnun etme çabası, bir gr. insanlar bir daha gelir çabası yok. Bari fiş getir diyoruz. Fiş’te nakit olarak kesilmemiş, kredi olarak yani sanki kartla ödemişiz gibi kesilmiş. Ya sabır diyoruz. Hemen kalkıyoruz. Birde bahşiş için beklentiye girmesin mi? 

Sevgili işletmeci, sizler bizleri memnun ettikçe, güler yüzünüzle iyi davranışınızla hem defalarca biz, hemde arkadaşlarımız gelir. Herkese öneririz. “3 lira daha koparayım” yerine “abi 3 liranın önemi yok lütfen” demenin aslında sizlere bir sonraki sefere bir/birkaç müşteri bağladığını unutma. Başka bir yerde (İsim vermiyiorum ama isteyene verebilirim) gelen müşteriyi memnun edemedim diye üzüntüsünden ücret bile almayan işletmeciler bugün 4. şubesini açmış durumda. İşte başarı budur.

Arkadaşlar sakın ama sakın huzurunuzu kaçırmayın, bu işletme bizden Ağva’yı soğutsa da, eminiz başka iyi işletmeler vardır.


Mar 25 2008

Ağva

Pazar sabahı kahvaltımızı yapmak için sabah 10.00 gibi yola koyuluyoruz. Daha önce Şileye gittiğimiz için yola aşinayız ama Şile’den sonrasını bilmiyoruz. Şileyi geçer geçmez yol sizi tabelalar ile kolayca yönlendiriyor Ağva’ya. Yol oldukça virajlı, orman içerisinden geçerek döne döne gidiyorsunuz. Yol boyunca sürekli mesire yerleri mevcut. Özellikle yol boyunca köylerin içerisinden geçmek oldukça güzel ve fotoğraf çekmek isteyenler için çok keyifli. 

Yolun km olarak mesafesi çok fazla olmasa da (Şile’den sonra 50 km) yolun virajlı olması toplam 2.5 saat sonra Ağva’da olmamıza neden oldu. Bu arada yol tutanlara öneri ilaç alıp öyle çıkın. Ağvaya vardığımızda ilk dikkatimizi çeken şehir girişinde oldukça fazla çingene mahalleleri oluşmasıydı. Şile’de hiç rastlamamıştık ve sahilde yürürken sürekli gelip sizlerden ya bozuk para istiyorlar, ya sigara v.s.. Rahatsız edici bir durum yani. 

Riva deresinin kenarında birçok otel konumlanmış durumda. Bizde internetten gözümüze hoş gelen bir otel seçtikten sonra bu otelde kahvaltımızı yaptık. (bunu ayrıca anlatacağız!) Yolların asfaltından mı bilinmez ama her yer toz içerisinde, buna birde saygısız sürücüler eklenince toz yutmamak için hemen kaçıyorsunuz arabayı parkedip. Otellerin park yerleri mevcut bu arada, ya da yolda kenarlara bırakmak mümkün. Dere içerisinde tekne ile gezinti yapmak mümkün. Kahvaltı sonrası yürüşüş yapmak için sahile kadar gittik, oldukça büyük ve incecik kumlardan oluşan güzel bir sahili var. Yine sahil kenarlarında balık yiyebilecek yerler ya da cafeler mevcut. Ağva’nın merkezinde bizim dikkatimizi çeken başka bir nokta da bu kadar turistik bir merkezin nasıl olur da balçığa dönen ve çamurlar içerisinde yolları olur, şehir içinde yollar oldukça bozuk. Açıkçası Şile’nin düzenli yapısı kendini aratıyor.

Sahilde uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra daha da içerilere, köylerine doğru yola koyuluyoruz. Sahil kesimlerine doğru dağlara doğru birçok köy mevcut. Dikbucaklı köyü’ne kadar çıkıyoruz. Bu köy oldukça şirin ve bir yeri aramak istediğinizde herkes size yardımcı olmaya çalışıyor. İnsanlar güler yüzlü. Fotoğraf için güzel kareler yakalamak isteyenler bu köylerin olduğu tepelere doğru uzanmalı. Taze havayı cigerlerimize doldurup tekrar İstanbula doğru yola koyuluyoruz. Dönüşte herkesin bilmediği yeni bir yola yönlendiriyor bizi bir köylü. Gerçekten orman yolundan daha geniş, yeni yapılmış gibi tertemiz kaymak bir yoldan yaklaşık 20 dk.’da Şile’nin kavşak noktasına çıkıyoruz. Otel’den dolayı pek heyecan alamasakta bizim için yinede keyifli değişik bir Pazar günü oldu. Mutlaka gidilip sahilinde bir yürüyüş yapılmalı.