Mar 31 2010

Antalya, Kale İçi, Suna-İnan Kıraç Müzesi, YOMA Liman

Sıcaklar bastırmadan Antalya’ya doğru bir mini haftasonu gezisi yapıyoruz. Cumartesi git, Pazar dön gezisi. Aslında doğumgünü bahane, gezi şahane.. Eşimin haberi bile yok bu olanlardan. Gece yarısı sessizce uyanıp internetten biletlerimizi alıyorum. Gidişler millerle, dönüşler paralı..Gelen onay mesajlarıyla, uykuma kaldığım yerden devam ediyorum.

Gidiş biletlerimizi millerle aldık ama THY Mil kullanımının Garanti Bankası için enteresan bir komikliği var. Shop&Miles kartında biletler ücretsiz ama vergiler için kartınızdan para kesiliyor. Yani 1 kişi 30 TL ödüyoruz. Başka banka kartları bunu yansıtmıyor. Bu yüzden Garanti mil kartlarımız için bu son sene sanırım. :)

Sabah THY 07.00 uçağı ile sorunsuz bir biçimde Antalya’ya 08.00 de varıyoruz. Hava yumuşacık. Antalya’nın en güzel tarihleri Nisan-Haziran / Eylül-Ekim. Bunaltmayan, nemin insanı rahatsız etmediği sevimli, güneşli ve enerjik bir hava. İstanbul’a bir türlü gelemeyen yaz havasını burada buluyoruz.

Bir iki saat dinlenip, kendimizi sokaklara atıyoruz. Yıllardır sürekli değişen yolları, kazılan ve bitmeyen metro, tramway, taksi, otobüs..bıdı bıdı yolları..hiç değişmemiş. :) Her yerde yine kazı..asfalt çalışmaları..

Lara’da şehir merkezine giden otobüse ‘el yordamı ile durdurup’ biniyoruz. Durak yok. Herkes burada böyle biniyor. Antalya Kalesi’ne en yakın noktada inip sokaklar arasından gide gide güzel keyifli bir yürüyüş yapıyoruz. Kaleye tepeden bakan Tophane Çay bahçesine kadar yürüyüp oturuyoruz. Nefis bir hava, enfes bir manzara eşliğinde çaylarımızı ve tostlarımızı götürüyoruz. Yalnız burada güleryüzlü sıcak davranan garsonlar yerine, ‘hemen ye ve kalk abi’ bakışlı garsonlar var. Pek umursamazsanız problem olmuyor. Turistik mekanlardan alışığız biz.

Biraz kafamızı dinledikten sonra kale içi’ne doğru ilerliyoruz. Eski yıkık dökük evlerden eser kalmamış. Tüm sokaklar o kadar güzel restore edilmiş ki, oldukça Avrupai gözüküyor. Butik oteller şıklaşmış, lokantalar, restoranlar herbiri birer konsept havasına bürünmüş. Hele akşam üzeri etraf  biraz daha haraketlendiği zaman çok daha keyifli oluyor sokaklar. Sevindik tüm bu güzellikleri gördükçe. Teker teker fotoğrafladık hepsini. Kalenin bir tarafından başlayan yürüyüşümüz diğer taraftaki Karaoğlan Parkı’na kadar sürdü. Havanın güzelliğinden mi yoksa şehrin hareketliliğinden mi bilinmez, etrafta bisikletlilerden tutun da kaykay yapanlara, paten kayanlara, yürüyenlere..spor yapanlara kadar onlarca genç, yaşlı insan var. Başka bir ruh hali. Nefis. Burada bir süre oturup vakit geçiriyoruz.


Suna-İnan Kıraç Müzesi

Kaleye tekrar dönüp sokaklar arasında gitmediğimiz yerlere bakınıyoruz. Bu arada karşımıza çıkan Suna-İnan Kıraç Müzesine giriyoruz. Girişte oldukça güleryüzlü bir görevli bey bizi karşılıyor. Ayrıca içeriye gelen herkes ile ilgileniyor. Giriş 2 TL / öğrencilere ücretsiz. Eski, ahşap Antalya evi restore edilerek müze haline getirilmiş. Nefis bir mimari. Müze için de oldukça uğraşılmış. Müzenin bahçesinde birde tarihi Ortodoks Kilisesi var. Bu kilise de restore edilmiş ve bir nevi ev ile beraber Etnoğrafya müzesine bürünmüşler. Müze evdeki ışıklandırmalar, seslendirmeler, anlatım, resimler hepsi profesyonelce hazırlanmış. Siz yürüken geldiğiniz noktada mankenlerden olay anlatımları dinliyorsunuz. Örneğin damat traşı yapılan berber, kına evi..v.b..

En güzel detay ise evin giriş kapısındaki avluda yerde bulunan taşlardı. Klimanın olmadığı tarihlerde sıcak havalarda yere dik biçimde sıra sıra yerleştirilen taşları suluyorlar. Bu taşların arasında kalan sular evin avlu kısmındaki hafif rüzgarla birleşince eve ve giriş avlusuna serinlik sağlıyor. İnce düşünülmüş güzellik oldukça hoşumuza gidiyor.

Kilisede ise alt katta eskiye ait bir çok tarihi eser bulmak mümkün. Kilisenin üst katına çıktığınızda eski mesleklere ait güzel fotoğraflar vardı. Buradan çıktığımızda ise kendimizi yine sokakların güzelliğine bırakıyoruz. Akşam yemeği için yaptığımız programa uymak için artık eve dönmemiz lazım. Tramvay’a binip binmeme arasında kararsızlık yaşıyoruz ama yürümeye karar veriyoruz. :)

Yerimizi daha önceden ayırttığımız Seraser Restorant’a (www.seraserrestaurant.com) hava karardığında gidiyoruz. 4 kişiyiz. Ortam oldukça şık ve güzel. İçeriye girdiğimizde caz ile karşılanıyoruz. Canlı müzik bir yemekle ancak bu kadar dinlendirici ve keyifli olabilir. Biz yemeğimizi ve sohpetimizi bitirene kadar da fransız, caz, nostalji gibi farklı müzik dinletisi yaptık.. Mönülere kadar herşey ince düşünülmüş, ev sahibi Nermin Sümer hanım bizle ve diğer konuklarını arada ziyaret ederek ilgilenip konuklarının memnuniyetini sağlıyor. Onlarca farklı güzel yemek arasından Grida balığı (Antalya’ya has löp eti olan güzel bir balık), Bıldırcın dolması gibi farklı lezzetleri seçiyoruz. Hem sunumlar hem lezzetleri oldukça başarılı. Gecenin ilerleyen vakitlerine kadar şarap eşliğinde yemekler ve sohpeti tüketiyoruz. 4 kişi için 240 TL hesap ödüyoruz. Özel bir akşam geçirmek istiyorsanız, memnun kalarak ve mideniz dolu buradan ayrılacağınızı söyleyebiliriz.

Ertesi sabah kendimizi Kemer yolunda ilerlerken buluyoruz. Bu sefer ki mekanımız Yoma Restorant. Büyük Limandaki serbest bölgenin hemen yanıbaşında Çelebi Marina var. Onun içerisinde hiç tahmin etmediğiniz güzellikte bir yer çıkıyor karşımıza. Büyük bir mekan ve denize sıfır. Zaten marina olması bir yanınızda güzel tekneler, diğer tarafta alabildiğine deniz ve manzara ile yeme keyfi veriyor. Açık büfe kahvaltı yaptığımız bu mekanda herşey güzeldi, garsonumuzun kişisel çabasına rağmen zaman zaman aksayan servis bile keyfimizi bozamadı. Hatta hatta fotoğraf makinamızın objektifinin kırılması bile bozamadı. BU yüzden aşağıda gördüğünüz kare son resim karesi :) Kişi başı 25 TL açık büfe ücreti verdiğimiz restorantta içecekler sıcaklar v.s. herşey dahil. Uçak saatimizin yaklaştığını farkedip bu güzelliklerden yavaşça ayrılıyoruz ve şehre dönüşe geçiyoruz. Konyaaltı’nda yarım saat yürüyüş yapıp bu mevsimde denize giren turistlere hayranlıkla bakıyoruz.

Havaalanına 1 saat önce geldiğimizde, Pegasus 14.00 uçağını 17.40’ta uçurdu. Ayrıca ortada da iletişim kurabileceğiniz hiçbir elemanını bırakmayarak güzel bir hizmete imza attı. Bir daha ne kadar ucuz olursa olsun binmemeye karar verdik. Çünkü bu ilk değil Pegasusla yaşadığımız.

Ama dedik ya, bu hafta keyif haftasıydı, sinir stres yok…gezdik..yedik, içtik tekrar İstanbula döndük.


Ağu 20 2008

İlk “Kalkan” yolculuğu..Kaş, Kaputaş, Patara..

Tatilin heyacanına o kadar kapılmışız ki henüz yola çıkmaya 3 gün var ama bizim bavullar çoktan hazırlanmış. Arada gidip gelip bavullara bakıyoruz, bavullar da “-hadi gidelim artık, neyi bekliyoruz?” dercesine bize bakıyorlar. Cuma gecesi son kez eşyalarımızı kontrol edip sabah 3 gibi yola çıkmayı planlıyoruz. Malum İstanbul-Kalkan arası 820km ve yaklaşık 10 saat sürüyor normal şartlarda. Rotamızı İstanbul-Kütahya-Afyon-Burdur-Tefenni-Çavdır-Kalkan olarak belirliyoruz. Zaten Burdur’a kadar yolun durumunu biliyoruz. İki grup ve 2 araba olarak yola çıkmayı planlıyoruz. Sabah İstanbuldan otobana girmemiz 03.40 oluyor. Gecikiyoruz ama neyse acelemiz yok, ikinci grup teknik aksaklıklardan dolayı :) 5.30 gibi yola koyuluyor. Afyon semalarında buluşuruz diyoruz ve yolculuğumuza başlıyoruz…

İstanbul’dan Akdeniz’e inen tüm tatilcilerin kullandığı oldukça yoğun olan Afyon – Kütahya yolu gecenin bir yarısı oldukça sakin ve huzurlu geliyor. Yollar bomboş, güneşin yakıcı kavurucu sıcağı yok, en önemlisi de yolun önemli bir kısmını gece alıyorsunuz. Eee ne de olsa artık her dakikanın önemi var tatilde :). Burdura 10.30 gibi varıyoruz, ikinci grup bu sırada telefon açıyor, nerdesiniz diye ben tam şurdan girip şuraya sapın diye anlatacakken aynaya bakıyoruz ki zaten arkamızda bize yetişmişler, birbirimize el sallamaya başlıyoruz taa ki ilk ışıklara kadar. Burdur’da kahvaltı molası vermek ve dinlenmek için bayağı bir vaktimiz var. Saat 12.30 gibi tekrar yola koyuluyoruz. Tefenni-Kemer (Fethiye yolu üzerinde)-Patara yolunu takip ederek oldukça güzel ilçe yollarından süzülerek Fethiye’deki dağlara tırmanmaya başlıyoruz. Yollarda bir çok yanmış ormanlık alanlar görüyoruz. İçimiz burkuluyor resmen. O kadar çok alan görüyorsunuz ki bölge bölge yanmış yüreğiniz parçalanıyor. 

Fethiye yoluna girdikten sonra birkaç yerde yol yapım çalışmaları var. (bu yol yerine size önerimiz Burdur-Antalya yolu üzerinden/ Fethiye Elmalı ayrımını kullanmanız, hem daha düzgün, vakit kaybı da yok) Bu yol çalışmaları oldukça kötü planlanmış, ne bir tabela, ne bir uyarı üstüne üstlük bol bol mıcır dökülerek sizin sinirlerinizi sınıyorlar resmen. Bir yandan da çalışmaya devam ediyorlar. En kötüsü de toz bulutunun içerisinde yaşamak zorunda kalan köy insanımız, çalışanımız.. Normal yaşantısına devam etmek zorunda kalıyor. Neden bu işlerimiz hep ızdırap içerisinde olmak zorunda diye düşünüyor ve yola devam ediyoruz. Bu yol yapım çalışmaları ve zaman zaman(!) olan duraksamalar yüzünden yol yaklaşık 15-16 saat sürüyor. Ya sabır..ya sabır..üstünüze sürekli taşlar fırlıyor diğer araçlardan, biz yavaş gidiyoruz, biz yavaş gidince arkadaki araçlar sollamaya ve gaza basmaya başlıyor birde onların taşlarını yemek var.. tam bir savaş durumu, kendinizi ve aracınızı korumak zorundasınız. Ee ne de olsa Türk halkı olarak zor şartlar için yetiştirildik. Bunun da üstesinden geliriz..

Bol heyecanlı bir yolculuktan sonra Kalkan’a giriş yapıyoruz. Caretta Caretta adlı pansiyonumuza artık bir an önce gidip yerleşmek istiyoruz. Aracımızla sora sora şehir merkezine kadar iniyoruz, yolun bittiği noktada toprak bir yoldan ilerleyerek denize sıfır olan pansiyonumuza yerleşiyoruz. Yolculukla beraber bizi geren zamanı durdurmak için ilk işimiz saatlerimizi çıkartıp bavulumuzun içine atmak oluyor. Artık rahatız. Uykumuz gelince uyuyor, uyanınca kalkıyor, acıkınca yiyoruz. Zamanı ortadan kaldırıyoruz..kesinlikle öneririz :) 


Kalkan bulunduğu konum itibariyle oldukça zengin bir noktada. Patara plajı (12km), Kaputaş plajı (6km), Kaş (24km). Eski adı “Kalamaki” olarak geçiyormuş. Eskiden Rum’ların yoğun yaşadığı bir bölgeymiş. Zaten evlerin biçiminden, eski yapıların durumundan bunu anlamak oldukça kolay. Kalkan oldukça sakin duru bir görüntüye sahip. “-tatilde kafamı dinleyeceğim abi..” diyenlerin mekanı burası. Bu arada birçok ünlünün, yazarın, oyuncuların burada ev sahibi olduğunu öğreniyoruz. Ama olunmayacak gibi de değil hani! Şehirde pansiyon, butik otel ve oteller mevcut. Bunların büyük bir çoğunluğunda kalan turistler ağırlıklı İngilizlerden oluşuyormuş. Hatta şöyle bir söylem var: Kaş %80 Yerli, %20 yabancı turist, Kalkan %80 İngiliz %20 yerli turist. Şehrin tüm eski sokaklarını öğrenmeniz için 2 akşam yürüyüş yapmanız yeterli bu ufacık yerde. Türkiye’deki her turistik yerde olduğu gibi burada da kendimizi yabancı hissediyoruz. Esnaf yerli turisti pek önemsemiyor ve ilgilenmiyor. Neden diye kendimize soruyoruz. Halbuki “hizmet hizmettir, müşteri müşteridir..” olmalı? Hatta şehirde yemek listelerinden tutunda, talebalalara, araç kiralamadan, su sporlarına, uyarı levhalarına kadar herşey ingilizce yazıyor. Anlamayan yabancılar değil bir süre sonra siz oluyorsunuz. Kendi ülkenizde kendinize yabancı. Bu durum dünyanın başka hiç bir ülkesinde, hiçbir turistik şehrinde yok maalesef. 


Pansiyonumuzun kendine ait bir iskelesi ve şezlongları bulunuyor. Oldukça kayalık olan Kalkan’da akıllıca bir çözüm, ayrıca bizimde 1.tercih sebebimiz bu iskele. Odaların temizliği işletmenin tam bir aile sıcaklığında olması oldukça güzel ve keyifli. Hatta ortam o kadar sıcak ki, siz tam güneşlenirken yanınıza “-acıkmışsınızdır kek yaptım bakın bakalım beğenecek misiniz?” diye bir tabak kek ile Gönül hanım ya da Berna hanımla (pansiyon sahipleri) karşılaşabilirsiniz. Ya da sabah uyanıp balkona çıktığınızda pansiyonda görevli “-abla al sizin için topladım” diyen bayan çalışanın dalından sizin için topladığı muhteşem “İncir”leri hüpletebilirsiniz. Caretta Caretta pansiyonda kalmanın bedeli kişi başı 50 ytl+Kahvaltı. Fiyatlar makul. Çalışanlar oldukça güler yüzlü. Hemen hepsi ile direkt iletişime geçip sohpet ortamı kurabiliyorsunuz. Öğlen ve akşam yemekleri için özel bir siparişiniz olursa onu biraz önceden söylemek gerekiyor ama yemek konusunda “yok” yok. Canınız ne istediyse söylemeniz yeterli. Ancak yemek fiyatları bize biraz pahalı geldiğinden akşam yemeklerini Kalkan ve Kaş’taki beğendiğimiz restoranlarda yapıyoruz. Tabii bu bazen avantaj bazen ise dezavantaj oluyor. (Alışkanlığımızdan dolayı tüm gelen hesapları burada da kontrol ediyoruz ve bir kaç yerde hesaplarda 3-5 Ytl civarında eklemeleri saptıyoruz, bunları düzelttiriyoruz. Hoş bir durum değil. Ama dediğimiz gibi buraya has bir durum değil, her yerde başımıza geliyor..)

Kalkan içerisinde yapılacak pek fazla birşey yok, bir kaç otelin plajı-iskelesi, bir su sporları merkezi, limanı, liman içerisinde tekne turları ve aktivite yapabileceğiniz tur firmaları bulunmakta. Son zamanlarda Kalkan ve Kaş dalış ile ilgili ön plana çıktığından dalış firmaları da bulunuyor. Biz bir gün boyunca çeşitli koylara gitmek, deniz üzerinde keyif yapabilmek için orta büyüklükte bir hız teknesi kiralıyoruz. Günlük (24 saat değil hava kararana kadar) 250 ytl+benzin olarak anlaşıyoruz. 4 kişi ve eşyalar için oldukça yeterli genişlikte. Birkaç dakikalık mini eğitimden snra da vira bismillah diyoruz! Tek ümidimiz sahil güvenlik botuna yakalanmamak. Ama hazırlıklıyız, sahil güvenliği gelirken görürsek hemen durup demir atıp suya atlayacağız, “-kaptan “Kalkan”a gitti gelecek” diyeceğiz :) böylece 5bin Ytl cezadan da kurtulacağız. Neyseki böyle bir durum yaşanmıyor. Cennet koyu denilen koy’a gidiyoruz. Sırasıyla tüm sahili tarıyoruz,dolanıyoruz, Adacıklar gidiyoruz. Akşam hava kararmadan tekrar dönüyoruz.


Birkaç kilometre ileride bulunan Kaputaş plajı’na araba ile ulaşıyoruz. İnanılmaz bir görüntü. Aman allahım. O nasıl bir renk kombinasyonu. Tüm doğa uyum içerisinde. Tepeden oldukça yüksekten aşağıyı manzarayı seyrediyoruz. Kalkan-Kaş yolu üzerinde durup manzara bakacağız diye araçtan indiğimizde tesadüfen geldiğimizi anladık Kaputaş’a. Aracımızı yol kenarına park edebiliyoruz Jandarma’da yardım ediyor ve yönlendiriyor zaten. Ayrıca Jandarmanın da burada bulunması oldukça güven verici bir duygu. Plaja inebilmek için oldukça fazla basamak inmek durumundasınız. Bu inerken problem yaratmasa da eve dönelim dediğinizde yukarıya doğru tırmanırken sıcakta kalbinizin ağzınızdan çıkacakmış gibi olmasına sebep oluyor. Su dalgalı değil, tertemiz ve bir kaç adım sonra derinleşiyor. Merdivenlerde şemsiye altında içecek ve yiyecek satan yaşlı amca ile teyzeden başka hiçbir satıcı veya tesis yok burada. Bir de belediyenin şezlong kiralayan görevlisi. Şezlonglar tanesi 5 Ytl’den gideceğiniz saate kadar sizde kalabilecek biçimde kiralanıyor. Bunun karşılığında da belediye makbuzu kesiyor görevli.

Başka bir 5 ytl, aynı zamanda Patara kumsallarına girerken “T.C. Kültür Bakanlığı Müzeler ve Ören Yerleri Giriş Bileti” olarak karşınıza çıkıyor. Kişi başı olarak ödediğiniz bu ücret için yine makbuz alıyorsunuz. Kalkan’dan Pataraya gitmek en fazla 15 dk. alıyor. Yol boyunca yine yanan orman görmek mümkün. Hatta burada birçok tarihi eser de yangından nasibini almış ve simsiyah olmuş. Ağlamamak için kendimizi zor tutuyoruz. Araç otoparkının bulunduğu yere park edip, yaklaşık 200m sahile ulaşmak için yapılmış tahta yoldan ilerliyoruz. Biz Patara’ya vardığımızda oldukça güçlü bir rüzgar vardı. Sahile yaklaştıkça bu rüzgar iyice artmaya başladı. Etrafta küçük çocukların simitleri ve kollukları uçuyor bunların peşinden koşan, ana baba ya da çocukları gözlemleyebiliyorsunuz. 18km boyunca uzanan o muhteşem kumsallar insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor. Plajın girişte kalan kısmı kalabalık fakat diğer alanlar oldukça müsait, ee ne de olsa 18km uzunluğunda. :) Yiyecek ve içecek ihtiyaçlarınızı karşılamanız için bir büfe bulunuyor, duşlar ya da giyinme kabinleri de burada aynı yerde bulunuyor. Yine isterseniz yiyecek ihtiyacınızı Patara alanından çıktıktan sonra köy gözlemecilerinde yapabilirsiniz. Plaj iki alana ayrılmış. Tahta parçaları kumsalın belli bir alanından itibaren dikilerek insanların girmesi engellenmeye çalışılmış. Çünki bu alanlar Carettaların yumurtlama alanı. Denizi bir müddet gitseniz bile (50-60m) hala dizlerinize geliyor. Ayrıca kumlu olmasından dolayı biraz çamur görünümlü idi. Ama orada bir konuşmaya kulak misafiri olduk ve bir gün önce oldukça güzel bir hava olduğunu öğrendik.

Patara bir Lykya kenti. Bu yüzden bir çok eski kalıntıya sahip. Hatta dünyanın en eski Parlemento binası da burada bulunuyor. Bu kalıntıları gezmek ve arkeolagların kazı alanlarını görmek mümkün. Kazılar halen devam ediyor ve oldukça büyüleyici gözüküyor. Bu tarihi kalıntılar antik kentin girişindeki köye kadar devam ediyor. 

 

 

 

Lykya tipi lahit kalıntılarının bulunduğu Kaş’a gitmek en fazla 20 dk. sürüyor Kalkan’dan. Akşamları cıvıl cıvıl olan hareketli yaşantısı var. Geç saatlere kadar bu hereket devam ediyor. Balıkçı restoranları sağlı sollu sıralanmış, hepsi denizden taze taze tuttukları birçok çeşit balığı satma derdinde. Restoranlara girerken yine fiyatlara bakmakta fayda var. Biz tercihimizi Mercan Restorant olarak yapıyoruz. Zaten en popüler yeri burası. Limanda köşede kalıyor. Rezervasyon soruyorlar hemen. Fakat rezervasyonsuz da alıyorlar. Balıkları çok lezzetli, fiyatları makul. Eski sokaklar Kalkan’da olduğu gibi, burada da korunmuş. Fakat okuduğumuz kitaplarda oldukça bozuk yapılaşmanın olduğunu ve kalan son evlerin son bir hamle ile kurtarıldığı yazıyordu. Doğrusu üzüldük. Çünkü hemen karşısında Meis adası bulunuyor Yunanistan’ın. Ada tüm orjinalliğiyle aynen korunuyor, eski evleri, sokakları, yaşamı.. Biz neden beceremiyoruz ki? Kaş konaklama açısından daha zengin bir görüntü çiziyor. Her yerde pansiyonlar, oteller bulunuyor. Yer ayırtmadan bile gelseniz sanırız kalma probleminiz olmaz. Sokaklarında bir aşağı bir yukarı dolanıyoruz. Özlemişiz böyle küçük yerleri. İnsanlar ile iletişim kurmayı. Teyzeler amcalar ile sohpet etmeyi. Her gittiğimiz yerde yöre insanı ile konuşmaya çalışıyoruz. Hepsi de doluluktan memnun ama “-geçen sene daha iyiydi işler” diyor. Ama çuvaldızı da kendine hiç batırmıyor. :) Sorunlar bildik, sorunlar tanıdık. 

Kaş limanında tekne turları oldukça güzel ve farklı yerlere 50-65 Ytl arasında geziler düzenliyorlar. Ama mutlaka pazarlık yapın. Fiyatlar aşağıya inebiliyor kabiliyetiniz oranında. Bu turlardan en popüler ve keyifli olanı Kekova&Batık Kent turu. Bu tura mutlaka katılın. Bizim için oldukça keyifli geçen 10 gün boyunca bu sakin ve küçük kıyı şeridimizden oldukça etkilendik, ki en kalabalık sezon sırasında gitmemize rağmen. Dinlenmek için birebir şehirler, tam bir keyif alanı yaratan eski dar sokakları, lezzet için istediğiniz her türlü çeşit yiyeceğin bulunduğu güzel restoranları…