Antalya, Kale İçi, Suna-İnan Kıraç Müzesi, YOMA Liman
Sıcaklar bastırmadan Antalya’ya doğru bir mini haftasonu gezisi yapıyoruz. Cumartesi git, Pazar dön gezisi. Aslında doğumgünü bahane, gezi şahane.. Eşimin haberi bile yok bu olanlardan. Gece yarısı sessizce uyanıp internetten biletlerimizi alıyorum. Gidişler millerle, dönüşler paralı..Gelen onay mesajlarıyla, uykuma kaldığım yerden devam ediyorum.
Gidiş biletlerimizi millerle aldık ama THY Mil kullanımının Garanti Bankası için enteresan bir komikliği var. Shop&Miles kartında biletler ücretsiz ama vergiler için kartınızdan para kesiliyor. Yani 1 kişi 30 TL ödüyoruz. Başka banka kartları bunu yansıtmıyor. Bu yüzden Garanti mil kartlarımız için bu son sene sanırım. :)
Sabah THY 07.00 uçağı ile sorunsuz bir biçimde Antalya’ya 08.00 de varıyoruz. Hava yumuşacık. Antalya’nın en güzel tarihleri Nisan-Haziran / Eylül-Ekim. Bunaltmayan, nemin insanı rahatsız etmediği sevimli, güneşli ve enerjik bir hava. İstanbul’a bir türlü gelemeyen yaz havasını burada buluyoruz.
Bir iki saat dinlenip, kendimizi sokaklara atıyoruz. Yıllardır sürekli değişen yolları, kazılan ve bitmeyen metro, tramway, taksi, otobüs..bıdı bıdı yolları..hiç değişmemiş. :) Her yerde yine kazı..asfalt çalışmaları..
Lara’da şehir merkezine giden otobüse ‘el yordamı ile durdurup’ biniyoruz. Durak yok. Herkes burada böyle biniyor. Antalya Kalesi’ne en yakın noktada inip sokaklar arasından gide gide güzel keyifli bir yürüyüş yapıyoruz. Kaleye tepeden bakan Tophane Çay bahçesine kadar yürüyüp oturuyoruz. Nefis bir hava, enfes bir manzara eşliğinde çaylarımızı ve tostlarımızı götürüyoruz. Yalnız burada güleryüzlü sıcak davranan garsonlar yerine, ‘hemen ye ve kalk abi’ bakışlı garsonlar var. Pek umursamazsanız problem olmuyor. Turistik mekanlardan alışığız biz.
Biraz kafamızı dinledikten sonra kale içi’ne doğru ilerliyoruz. Eski yıkık dökük evlerden eser kalmamış. Tüm sokaklar o kadar güzel restore edilmiş ki, oldukça Avrupai gözüküyor. Butik oteller şıklaşmış, lokantalar, restoranlar herbiri birer konsept havasına bürünmüş. Hele akşam üzeri etraf biraz daha haraketlendiği zaman çok daha keyifli oluyor sokaklar. Sevindik tüm bu güzellikleri gördükçe. Teker teker fotoğrafladık hepsini. Kalenin bir tarafından başlayan yürüyüşümüz diğer taraftaki Karaoğlan Parkı’na kadar sürdü. Havanın güzelliğinden mi yoksa şehrin hareketliliğinden mi bilinmez, etrafta bisikletlilerden tutun da kaykay yapanlara, paten kayanlara, yürüyenlere..spor yapanlara kadar onlarca genç, yaşlı insan var. Başka bir ruh hali. Nefis. Burada bir süre oturup vakit geçiriyoruz.
Suna-İnan Kıraç Müzesi
Kaleye tekrar dönüp sokaklar arasında gitmediğimiz yerlere bakınıyoruz. Bu arada karşımıza çıkan Suna-İnan Kıraç Müzesine giriyoruz. Girişte oldukça güleryüzlü bir görevli bey bizi karşılıyor. Ayrıca içeriye gelen herkes ile ilgileniyor. Giriş 2 TL / öğrencilere ücretsiz. Eski, ahşap Antalya evi restore edilerek müze haline getirilmiş. Nefis bir mimari. Müze için de oldukça uğraşılmış. Müzenin bahçesinde birde tarihi Ortodoks Kilisesi var. Bu kilise de restore edilmiş ve bir nevi ev ile beraber Etnoğrafya müzesine bürünmüşler. Müze evdeki ışıklandırmalar, seslendirmeler, anlatım, resimler hepsi profesyonelce hazırlanmış. Siz yürüken geldiğiniz noktada mankenlerden olay anlatımları dinliyorsunuz. Örneğin damat traşı yapılan berber, kına evi..v.b..
En güzel detay ise evin giriş kapısındaki avluda yerde bulunan taşlardı. Klimanın olmadığı tarihlerde sıcak havalarda yere dik biçimde sıra sıra yerleştirilen taşları suluyorlar. Bu taşların arasında kalan sular evin avlu kısmındaki hafif rüzgarla birleşince eve ve giriş avlusuna serinlik sağlıyor. İnce düşünülmüş güzellik oldukça hoşumuza gidiyor.
Kilisede ise alt katta eskiye ait bir çok tarihi eser bulmak mümkün. Kilisenin üst katına çıktığınızda eski mesleklere ait güzel fotoğraflar vardı. Buradan çıktığımızda ise kendimizi yine sokakların güzelliğine bırakıyoruz. Akşam yemeği için yaptığımız programa uymak için artık eve dönmemiz lazım. Tramvay’a binip binmeme arasında kararsızlık yaşıyoruz ama yürümeye karar veriyoruz. :)
Yerimizi daha önceden ayırttığımız Seraser Restorant’a (www.seraserrestaurant.com) hava karardığında gidiyoruz. 4 kişiyiz. Ortam oldukça şık ve güzel. İçeriye girdiğimizde caz ile karşılanıyoruz. Canlı müzik bir yemekle ancak bu kadar dinlendirici ve keyifli olabilir. Biz yemeğimizi ve sohpetimizi bitirene kadar da fransız, caz, nostalji gibi farklı müzik dinletisi yaptık.. Mönülere kadar herşey ince düşünülmüş, ev sahibi Nermin Sümer hanım bizle ve diğer konuklarını arada ziyaret ederek ilgilenip konuklarının memnuniyetini sağlıyor. Onlarca farklı güzel yemek arasından Grida balığı (Antalya’ya has löp eti olan güzel bir balık), Bıldırcın dolması gibi farklı lezzetleri seçiyoruz. Hem sunumlar hem lezzetleri oldukça başarılı. Gecenin ilerleyen vakitlerine kadar şarap eşliğinde yemekler ve sohpeti tüketiyoruz. 4 kişi için 240 TL hesap ödüyoruz. Özel bir akşam geçirmek istiyorsanız, memnun kalarak ve mideniz dolu buradan ayrılacağınızı söyleyebiliriz.
Ertesi sabah kendimizi Kemer yolunda ilerlerken buluyoruz. Bu sefer ki mekanımız Yoma Restorant. Büyük Limandaki serbest bölgenin hemen yanıbaşında Çelebi Marina var. Onun içerisinde hiç tahmin etmediğiniz güzellikte bir yer çıkıyor karşımıza. Büyük bir mekan ve denize sıfır. Zaten marina olması bir yanınızda güzel tekneler, diğer tarafta alabildiğine deniz ve manzara ile yeme keyfi veriyor. Açık büfe kahvaltı yaptığımız bu mekanda herşey güzeldi, garsonumuzun kişisel çabasına rağmen zaman zaman aksayan servis bile keyfimizi bozamadı. Hatta hatta fotoğraf makinamızın objektifinin kırılması bile bozamadı. BU yüzden aşağıda gördüğünüz kare son resim karesi :) Kişi başı 25 TL açık büfe ücreti verdiğimiz restorantta içecekler sıcaklar v.s. herşey dahil. Uçak saatimizin yaklaştığını farkedip bu güzelliklerden yavaşça ayrılıyoruz ve şehre dönüşe geçiyoruz. Konyaaltı’nda yarım saat yürüyüş yapıp bu mevsimde denize giren turistlere hayranlıkla bakıyoruz.
Havaalanına 1 saat önce geldiğimizde, Pegasus 14.00 uçağını 17.40’ta uçurdu. Ayrıca ortada da iletişim kurabileceğiniz hiçbir elemanını bırakmayarak güzel bir hizmete imza attı. Bir daha ne kadar ucuz olursa olsun binmemeye karar verdik. Çünkü bu ilk değil Pegasusla yaşadığımız.
Ama dedik ya, bu hafta keyif haftasıydı, sinir stres yok…gezdik..yedik, içtik tekrar İstanbula döndük.