Eki 21 2008

Küçük Ege Turu 5. Bölüm: ‘Truva (Troia), Çanakkale, Ertuğrul Tabyası, Kilitbahir, Namazgah Tabyası, Tekirdağ, Şarköy, Mürefte’

Şimdiki durağımız Truva Kenti. Geyikli iskelesinden çıktığınızdan itibaren Çanakkale tabelalarını takip ediyorsunuz. Köylerin aralarından geçerek bir süre sonra Çanakkale’ye giden ana karayoluna bağlanıyorsunuz. Yine bu istikamette ilerlerken yaklaşık bir 15.dk sonra solda Truva tabelasını görüp içeri doğru kıvrılıyorsunuz.

Antik kentin girişinde bir kaç tane yanyana cafe, restoran gibi yerler bulunuyor. Buralarda birçok turist’in ve genç üniversite öğrencilerinin oturduğunu görüp bizde gözleme ve ayran için oturuyoruz. Peynirli gözleme yerine ‘peynir aromalı’ geliyor bize tadı. Memnun kalmıyoruz fakat en azından bizi Çanakkale’ye kadar keser. Biz oturup yemeklerimizi yerken antik kentin girişinde bir kuyruktur gidiyor. Sıra sürekli uzuyor. Vaybe diyoruz ne kadar yoğun talep var. Otobüsler falan geliyor, hepsi kuyruk! Bizde kuyrukta beklemeye başlıyoruz. Herkes para verip bilet alıyor. ‘-Bizim ‘Müze Kart’ımız var.’ diyoruz ‘-yok onları yenileyeceğiz beklemeniz lazım’ diyor görevli. Bu arada herkes söyleniyor. Çünkü 2 kişi içeride oturuyor. 

Biri bilet keserken diğeri kartları presliyor falan.. Halbuki iki pencere açsa, biri müze kartlılarla ilgilense, diğeri biletli müşteriler ile problem kalmayacak. Anlıyoruz ki vakit kaybını bizim kartları ana barkodlu karta geçirirken yaşıyorlar. Resimleri tarıyorlar, karta basıyorlar…Hepsi vakit alıyor. Tabi normal biletleri bekleyen insanlar haliyle tepki gösteriyorlar. Bizim görevlilerden hiçbir ses soluk çıkmıyor. Hatta bir uyarı bile yapmıyorlar. Ne söylerseniz söyleyin sanki yüzleri duvar olmuş. Bir küçük açıklama belkide bu kadar insanı yatıştıracak, ama benim devlet görevlim hiçbir empati kurmuyor halkıyla. Müzeye giriş kişi başı 15 ytl. Müze karta ücretsiz. Araba ile içeri gireceklerden ayrıca 4 ytl otopark ücreti alınıyor. Bizde araç parası ödüyoruz. Ancak otoparkta ne bir görevli bu biletlere bakıyor ne de biletleri göstermeniz gereken yer var. Siz siz olun otopark parası ödemeyin.

Truva antik kenti uğruna yazılmış çizilmiş onlarca eser var. En bilineni bir kaç sene önce vizyonda olan Troya filmiydi. Buraya gitmeden önce bu filmi izleyip etrafa bakınmakta fayda var. İçeri girdiğimizden itibaren her tarafta onlarca turist kafilesi dikkatimizi çekiyor. Her grubun başında olayları ve eserleri anlatan bir yetkili mevcut. Her yeri anlayarak ve dikkatle inceleyerek ilerliyorlar. Bizimde aklımıza Almanya’daki Meersburg Kalesi geliyor. Orada her yarım saatte bir kaleyi anlatan bir rehber toplanan turistleri herhangi bir ücret almadan 5 farklı dilde anlatarak çok daha bilinçli gezmelerini sağlıyordu. Burada da neden olması ki bu? Çünki bizim yerli turistimiz için hiçbir kolaylık sağlanmıyor bu tür yerlerde. Bazı panoları okuyalım diyoruz bilgilenmek için. Fakat resmen o kadar ağır bir dille ve oldukça uzun yazılmış bilgiler var ki insan ilk paragrafı okuduktan sonra sıkılmaya başlıyor. Herkesin anlayacağı basit ama etkin bilgiler konulursa daha faydalı olur diye düşünüyoruz. Buradaki gezimizi bir Amerikalı ve Alman turist grubuna katılarak bilgiler alarak devam ediyoruz. Bu tarihi hazineyi mutlaka görmeli hatta çocuklarınızı alarak gelmelisiniz.

Çanakkale yoluna tekrar giriyoruz ve biraz ilerleyip ‘Kumkale Şehitliği’ tabelasını görüyoruz. Biranda içimiz cız ediyor. Artık Çanakkaleye adım adım yaklaştığımızın resmidir bu şehitlik tabelaları. Tüylerimiz diken ola ola boş köy yollarından geçiyor ve sonunda şehitliğe varıyoruz. Çanakkale’nin rüzgarı ağaçlar arasında ıslık çalarken, insan ne yapacağını şaşırıyor. Nasıl şehit olduklarını anlatan yazıyı okuyup olayları kafanızda canlandırdığınızda ise bir hüzün çöküyor üzerinize. Nasıl bir vatan sevgisidir bu, nasıl bir fedakarlıktır..Aklımıza hemen ‘Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda!” dizeleri geliyor. Henüz içimizdeki bu duygusallığı atamamışken Çanakkale yönünde ilerliyor ve yanan ormanlar ile başbaşa buluyoruz kendimizi. İçimiz acıyor. Bu seneki tüm gezilerde çok yanan orman gördük ama bu kadar büyük alanların heba oluşunu ilk defa görüyoruz. Bu yanan ormanların arasında bizi Ertuğrul tabyası tabelası karşılıyor. Yoldan içeri giriyoruz. Moralimiz bozuk. Çünkü yanan kısımların tam göbeğindeyiz. Hala is kokuyor her yer. Yangının tüm dehşetini birebir yaşıyoruz. 

Ertuğrul tabyaları orman içerisine gizlenmiş biçimde tam boğazı gören konumuyla hala bizlerin tüylerini diken dike ediyor. Gemilerimizden sökülen bu toplar boğazlardaki geçişi engellemek için buralara yerleştiriliyor. Etrafta yine bir görevli dahi yok. Şimdi anlatacaklarımız ise daha vahim. 

İlla başımızda birilerinin olup bize sopamı göstermesi gerekiyor! Bu topçu bataryalarının içine yazılmadık isim, yapılmadık ilan-ı aşk kalmamış. Biri ‘Ahmet’ yazmış; öbürü ondan daha büyük ‘Mehmet’ yazmış. Hemen yanında ‘Ali Ayşe’yi seviyor’ yazıyor. Bu mudur tarih bilincimiz. Bu mudur top’lara saygımız. Şehitlere saygımız? Nasıl bir heyecandır bu tarihin içine kadar girip isimler kazımak! Üzüntümüz diplere vuruyor. Hani biz şehitlerine, insanlarına, eserlerine saygılı bir toplumduk? Off of..Yok..bize sopalı biri lazım. Top bataryasının içine giriyoruz. O kadar sinirliyiz ki orada yazan isimleri bulup ‘neden yaptın!?’ sorusunu sormak istiyoruz. Açıklaması nedir çok merak ediyoruz. Neyse.

Bu bataryaların içerisinde sığınaklara kaçılan ya da aşağıdaki mahseninden bomba ikmalı yapılan, en fazla bir insanın eğilerek geçebildiği küçük delikleri bulunuyor. Bu deliklerden de girerek, aşağı labiretlerden oluşan sığınaklara iniyorum. Eşim Fulya burada beni yukarıda bekleyeceğini söyleyerek orada kalıyor. Küçücük bir ışık ile tüm odaları dolanıyorum. Zifiri karanlık her yer. En sonunda bir koridordan çıkarak kendimi ormanın içerisinde bir yerde buluyorum. Resmen tarihi damarlarıma kadar yaşıyorum. Bundan sonra arabada birde büyük el feneri taşımak şart oldu diyoruz. :) 2 bataryayı da dolaştıktan sonra Çanakkale’ye artık giriş yapıyoruz. Akşam olmak üzere. Çanakkaleyi askerlik zamanlarımızdan ve öğrencilik zamanlarımızdan dolayı az çok biliyor tanıyoruz. Akşam yemeğimizi yedikten sonra ilk işimiz peynir tatlımızı yemek üzere meşhur ‘Babalık Tatlı Salonu’ na gidiyoruz. Üzerine dondurma da koydurup afiyetle yiyoruz. TÜm bunlar için 5 Ytl ödüyoruz. Buraya geldiğinizde bu küçük ama oldukça eski tatlı salonunda yemeden dönmeyin. Şehir turumuzu yapıyoruz. Aslında şehir girişine yapılan onlarca konut haricinde 6 yıl önceki gibi duruyor Çanakkale. Liman hala aynı güzellikte. Limana paralel sıralanmış cafe ve restoranlarından birinde yiyip içebilirsiniz. Troya filminde kullanılan atın kendisi ile karşılaşıyoruz limanda. Herkes fotoğraf çektiriyor. Bizde bu anı kaydediyoruz fotoğraf makinamıza.

Çanakkale boğazından Eceabat’a geçiş Denizcilik işletmelerinin arabalı vapuru ile 20 Ytl. Sabah ilk işimiz Eceabat’tan Kilitbahir’e gitmek ve Kilitbahir Kalesini gezmek. Sahile paralel uzanan yol oldukça keyifli. Yolda karşımıza ilk çıkan müzeyi geziyoruz. Milli Park Müdürlüğü Müzesi. 2.5 Ytl verip girdiğiniz müze çok kapsamlı değil fakat içeride bulunan eserler ve fotoğraflar ilgi çekici. Yine olmayan broşürler burada da karşımıza çıkıyor. Fakat buradaki görevli kendi bildiğince yardımcı olabileceğini söyleyip en azından bu eksikliği gidermeye çalşıyor. Bu müzeye 5.dk. uzaklıkta mesafede Kilitbahir Kalesi bulunuyor.

Artık boğazların en dar noktasındayız. Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptılrılan kale daha sonraları yapılan eklentiler ile Mecidiye ve Namazgah tabyalarına kavuşuyor. Müze kartlarımız ile giriş yaptığımız sırada girişteki görevli bey 16 Mayıs tarihinde bir kişinin surlardan düştüğünü ve hayatını kaybettiğini söylüyor. Bu yüzden dikkatli olmamızı hatta gerekmiyorsa çıkmamamızı da ekliyor. Herkes gibi bizde kafamızı sallayıp içeri giriyoruz. Mimarisi oldukça hoşumuza giden bu kalede insanların bu kadar yükseklite bir zamanlar nasıl çarpıştıklarına doğrusu aklımız almadı. Kuleler o kadar yüksek ki aiağıdaki insanlar küçük küçük gözüküyorlar. Bu yüzden dikkatli olmakta fayda var. Hemen birz ilerisindeki tabyalarımızdaki düzen ve güzellik dikkatimizi çekiyor.

Kilitbahir kalesinden çıkıp hemen kendimizi Namazgah Tabyalarında buluyoruz. Zaten yürüme mesafesinde bir yer. Burası kısa bir süre önce Opet tarafından restore edilip kullanıma sunuldu. Giriş 2.5 Ytl. Bizde oldukça beğendik, anlatımlar sunumlar çok güzel. Bir oda içerisinde maketler konularak canladırmalar yapılıyor, diğer odada isteyen Çanakkale Savaşı ile ilgili film izliyor. yukarıda bir alanı Kahve ve çay içebileceğiniz bir alana dahi çevirmişler. Bu arada bir konuşmaya tanıklık ediyoruz ve aşağıda serbest ücretli rehberler kiralayabileceğimizi öğreniyoruz. Kimi kalabalık aileler tüm savaşın geçtiği Çanakkale yarımadası günübirlik tura bu rehberleri tutuyorlar. Bu rehberlik hizmeti pazarlık kabiliyetiniz ile beraber 60-100 ytl arasında değişiyor. Hediyelik eşya satan kısımları bile güzelce düzenlenmiş bu tabyalarımızdan 10 Ytl karşılığı eski bir İngiliz gazetesinin 18 Mart tarihli nüshasının kaliteli bir kopyasını alarak (içerisinde harita var, bunu çerçeveleteceğiz) buradan ayrılıyoruz. İstikametimiz Tekirdağ.

 

Ne de olsa artık turumuzu bitirip yavaş yavaş evimize dönme vakti. Yarın iş başı yapacağız. Ama dönüş yolculuğumuzu da eğlenceli hale getirmek istiyoruz. Otoban üzerinden Tekirdağ-İstanbul yapmak yerine Şarköy-Mürefte-Tekirdağ yapıyoruz. Yol o kadar güzel ki yer yer dik yamaçları tırmanıyor, yükseklikten içiniz cız ediyor, köylerin arasından geçiyorsunuz, yer yer denize sıfır ilerliyorsunuz. Nereye kadar? Taa ki Uçmakdere’ye kadar. Bundan sonra yaklaşık 15 km. tam bir ızdırap içerisinde bozuk ve kayalık, taşlık bir yoldan ilerliyorsunuz. O kadar kötü ki yol, sadece jipi olanlar için diyebiliriz. İlk başlarda biter diye beklerken bir süre sonra biz bittik. Pişman olduk diye söylenmeye başladığımız bir an Yeniköy’e vardık. Burada yol tekrar asfalt oldu ve biz artık dağ yolunu terkedip bu asfalt yoldan Tekirdağ’a vardık. Tekirdağ Köftesi yemek için Köfteci Özcanlar’ı bulduk. Zaten kime sorarsanız gösteriyorlar. İçeride yer yok. herkes kapıda bekliyor. Bizde bir süre bekledikten sonra yer bulup oturuyoruz. Fakat insanların beklediği kadar lezzetli bir köfte ile karşılaşıyoruz. Bir porsiyonda 10 köfte var. Bunları 5’er 5’er servis ediyorlar ki tabağınızda soğumasın. İki porsiyon köfte, bir piyaz, iki büyük şişe ayran için toplam 21.50 Ytl ödüyoruz. Sıra beklerim diyorsanız mutlaka ama mutlaka buraya uğrayın köfte için. Yemeğimizi yedikten sonra evimize doğru tekrar yola koyuluyoruz.