Mar 6 2013

15 günde 3000 km 3.Bölüm ”Amasya, Harşena Kalesi, Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Müzesi, Galip Amasya Çörekçisi, Sultan 2.Bayezid Camii ve Külliyesi

2. bölümü kaçıranlar buraya tıklayın :)

Sinop’ta otelimizde son kahvaltımızı yaptıktan sonra 10.30 gibi yola koyuluyoruz, hava oldukça güzel, güneşli ve sıcak. Amasya yoluna saptıktan bir süre sonra yol yapım çalışmaları nedeniyle ilk 40-50 km’lik bölümü biraz yavaş ve yer yer bozuk geçiyoruz. Bir süre sonra tamamen güzel duble yollar ile kaymak asfalt oluyor. Uzunca bir süre bu şekilde ilerliyorsunuz, ancak Kızılırmak kenarına yaklaştıkça artık virajlar başlıyor. Bir tarafınız dağ, diğer tarafınız masmavi Kızılırmak. Manzarayı izlerken su bitiyor.. koskoca Kızılırmak kuruyor. Dev gibi bir alan çorak..suyun bittiği yerden itibaren kötü bir görüntü. Üzücü. Ne oldu diye düşünürken bir tabela çıkıyor karşımıza: ‘HES’ çalışmaları… Fotoğrafları aşağıda.. Konu ile ilgili bütün yorumu size bırakıyoruz…. Vezirköprü, Havza derken artık iyice Amasya’ya yaklaştık. 100 km’lik hızımızı geçmemeye gayret göstererek ilerliyoruz ancak sıcaktan ve yoldan oğlumuz artık sıkıldı ve mızırdanmaya başladı. Tam bu sırada ”Amasya 20 km” tabelasını gördük ve bir an önce varalım diye biraz gaza basıyoruz. Henüz hızlanmışken radar (burada polislerimizi tebrik ediyoruz çok güzel gizlenmişler) bizi yakalıyor. İki ton ton polis 314 lira cezayı elimize veriyor ve hız yapmamamız  konusunda bizi uyarıyorlar. Normalde hiç hız yapmadığımızı, Can huysuzlanınca biraz basalım diye düşündüğümüzü anlatıyoruz, ama bu 314 TL’ye engel olamıyor..

Amasya’ya girdiğimiz andan itibaren pozitif bir enerji alıyoruz şehirden. Evleri, sokakları her şey eskiyi hatırlatıyor ve bu çok hoşumuza gidiyor. Tabiki önce otelimizi bulmak için aracımızı tarihi butik otellere yakın, uygun bir yere park ediyoruz. Yolun iki tarafına da park edebiliyorsunuz ve belediye görevlileri ellerindeki cihazlar ile sizden ücret alıyorlar; saati 1 TL. Önce öğretmen Evi’ne gidiyoruz girişteki görevli davranışlarıyla neredeyse bize ”-nereden çıktınız siz boş boş oturuyordum!” diyecek..odalar da pis ve kötü olunca hemen çıkıyoruz. İkinci seçeneğimiz ‘Emin Efendi Konakları’. Eski tarihi bir Amasya evinin butik otele dönüştürülmüş hali.. Sadece 1 odaları kaldığını söyleyen görevli ile odaya bakıyoruz, fena değil diye düşünüp sonra, nasılsa bir gece kalacağız diyerek kahvaltı dahil 130 TL’ye kalmaya karar veriyoruz. Odalar biraz ağır döşenmiş ve üzerinize geliyor. Aracımızı arka taraftaki otoparka getiriyoruz. Otellerin olduğu bu sokak tamamen fotoğraflarda gördüğünüz sokak. Bütün butik oteller, konaklar neredeyse bu sokakta toplanmış. Baştan sona eski evler, restorasyonu devam eden evler.. Her biri diğerinden güzel.. Nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz.

Odaya eşyamızı koyup çıkarken etrafta tinerci çocuklar görüyoruz. Kolları jiletlenmiş.. Bir iki de polis.. Neyse diyoruz kucağımızda oğlumuz ile yürümeye devam ediyoruz. Şehir merkezine gitmek için nehrin öbür tarafına geçmemiz ve haliyle köprüye ulaşmamız gerek.. Köprüye dönerken tinerci çocuklar etrafta koşmaya başlıyor, polis peşlerinden onları kovalıyor.. kaçanlar..kovalayanlar.. Tinerci çocukların sayısı artıyor, biz aralarında kalıyoruz.. hemen polis sayısı da artıyor.. Motorlu polisler geliyor.. Polis sanırım bizi korumak için arkadaşıyla konuşuyor aile var diyor.. Biz tüm bu olan bitenden oğlumuzu ve kendimizi korumaya çalışırken diğer yandan da tedirgin olmuş ama olanlara anlam verememiş oğlumuza olayı ”-abiler kovalamaca oynuyor” diye anlatmaya başlıyoruz.. Turistlerin en yoğun konakladığı sokakta bunların yaşanması ne kadar acı..

Şehir merkezine doğru yürüyüş yapıyoruz, kentin tarihi dokusu oldukça etkileyici. Karnımız acıkıyor ve ne yesek diye düşünürken ”Amasia Mutfağı”na girip Etli bamya ve Bakla dolması siparişi veriyoruz. Tarihi konakta nehre karşı lezzetli bir yemek ziyafeti çekiyoruz. Biraz da ev yemeklerini özlemişiz. :)

Bugünkü programımızda ”Harşena” diğer adıyla Amasya Kalesi var. Arabayla hemen şehre hakim bir tepede olan kaleye 15 dakikada çıkıyoruz. Bütün Amasya panoramik olarak altımızda. Enfes bir manzara. Hatta büyüleyici. Yükseklik korkusu olanların biraz dikkat etmeleri gerekiyor, 100 metre yukarıdan hiç bir korkuluk olmadan şehri seyrediyorsunuz… :) Bir süre burada kalıp tekrar şehir merkezine iniyoruz. Hava kararmaya başlıyor ve tarihi konakların olduğu evler aydınlanmaya başlıyor, güzel silüetler ortaya çıkarken, hemen arkada yukarıda bulunan kaya mezarları da ışıl ışıl kendini belli ediyor, son olarakta tepedeki kale manzarayı tamamlıyor.

Gündüz sıcacık olan hava bir anda serin ve esintili havaya bırakıyor. Ama biz şehri tanımaya ve yürümeye devam ediyoruz. Tarihi saat kulesi, camileri, evleri ve tarihi mezarlıkları ile tam bir tarih kenti. Sokaktaki mısır satıcısı ile sohpet ediyoruz, İstanbul’dan kaçmış gelmiş. ”- İnsanın üzerine geliyor o şehir. Nasıl kaçtığımı bilemedim. Burada çok mutlu ve huzurluyum..” diye de ekliyor.. Havanın daha da soğuması ile koşar adımlar ile otelimize dönüyoruz. Sokak lambaları yanmıyor.. Sabahki olaydan sonra içimiz biraz ürpererek otelimize hızlıca giriyoruz.. Neden böylesine turistik bir sokağın sokak ışıkları yanmaz? Anlamak mümkün değil..

Sabah oldukça kötü bir kahvaltı ve rezil ötesi bir çay içtikten sonra bu soğuk ve mesafeli ”Emin Efendi Konakları”ndan çıkışımızı yapıyoruz. Daha da kalmam dediğimiz oteller listesine ekleniyor.. Gurmelerin önerdiği ”Galip Amasya Çörekçisi”ni aramak için yola koyuluyoruz. Sora sora buluyoruz. Ana caddeye yakın basit bir yerde. Gittiğimizde sıcacık çörekleri alıyoruz, hakikaten çok lezzetli ama buranın sahibi de  biraz soğuk.. Bu lezzeti siz de mutlaka tadın..

Sabah erken saat olması sebebiyle şehir yeni yeni hareketleniyor, biz bu arada çöreklerimizi bitirip ”Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Müzesi”ni gezmek için müzeye giriyoruz. Müzenin kendisi eski Darüşşifa binası.. Muhteşem işlemelere sahip. Burada eski dönemlerde tıp eğitimi verilir ve aynı zamanda hastalar da tedavi edilirmiş. Daha sonraları ise akıl hastalarının musiki ile tedavilerinin yapıldığı bir tıp merkezine dönüşmüş.

İçeride o dönemlerde kullanılan bir çok medikal alet edevat mevcut. Diş hastalıklarında kullanılan aletlerden, sünnet araç gereçlerine o kadar çok değişik araçlar var. Hayretler içerisinde kalıyoruz. Akıl hastalarının tedavisinde kullanılan burçlara göre musiki makamlarını da dinlemeniz mümkün ( Koç Burcu: Rast, Aslan Burcu: Büzürg, Akrep Burcu: Hüseyni…v.b..). Sunumlar son derece güzel, anlatımlar başarılı. Ancak vitrin içlerindeki led ışıklar bazı yerlerde o  kadar göz alıyor ki görmek için can çekişiyorsunuz resmen, umarız kısa zamanda düzeltilir..

Müzenin ismini aldığı Şerafettin Sabuncuoğlu ise Türk – İslam tıbbının son önemli kişilerinden biri. Usta çırak ilişkisi ile yetişiyor ve Amasya Darüşşifası’nda 14 yıl hekim olarak çalışıyor. İyi bir hattat ve entellektüel olan Sabuncuoğlu, Arapça, Farsça ve Rumcayı çok iyi derece bildiği de verilen bilgiler arasında. 83 yaşında son eserini yazıyor ve tahminen 1468 yılından sonra vefat ediyor. Geride 3 önemli eser bırakıyor: 1- Akrabadin Çevirisi (1444), 2- Cerrahiyyetü’l Haniyye (1465), 3- Mücerreb-Name (1468).

Müzeden çıkıp güzel havada yürüye yürüye Sultan 2.Bayezid Camii ve Külliyesi‘ne varıyoruz. İçi dışı bizi çok etkiliyor, enfes bir yapı. Bahçesindeki abdest alınan çeşmedeki minyatürler bile çok güzel. Oğlumuz da ilk defa bir camiye giriyor, yerlerin halı kaplı olması çok hoşuna gidiyor ve sürekli koşarak hopluyor zıplıyor. :) Bu yüzlerce yıllık yapıların muhteşemliği karşısında saygıyla eğiliyoruz ve yola çıkmadan Amasya elması almaya karar veriyoruz. Kilosuna 3 TL para verdiğimiz elmalar lezzetli ancak aynı elmayı Antalya’da 1.70 TL’den alıyoruz.. Buradan almaya, taşımaya, hatta fazla para vermeye gerek yok.. Bilginiz olsun.. :)

Amasya’da bizim için bir gece iki gündüz yeterli oluyor, ama gezilmesi gereken birçok camii, medrese, türbe, kral mezarları, müzeler bulunmakta. Yolcu yoluna gerek, 11.00 gibi Tokat üzerinden Sivas’a doğru yola koyuluyoruz.