Ağu 21 2013

”Es..es..ki..ki” Eskişehir

”Eskişehir tam bir Avrupa şehri”, ”Çok modern bir şehir”… gibi konuşmalara hep şahit olmuşsunuzdur. Bizim de Eskişehir’li bir çok arkadaşımız var ve onlar da hem bahsederler hem de davet ederlerdi bizleri. Bayramın ilk günü İstanbul’da aile buluşmamızı gerçekleştirdikten sonra ikinci ve üçüncü günü için Eskişehir’e doğru yola koyuluyoruz. Bu sefer turumuz çoluk çocuk kalabalık..

Odunpazarı içerisinde Han Royal Otel’de yerlerimizi ayırtıyoruz ve sabah 8.00 gibi yola koyuluyoruz. Yol, 300 km’lik İstanbul’a olan uzaklığı ve sakin bir kullanım ile 2.5 saat sürüyor durmaksızın.. Zaten bayram için gidenler bu saate kalmadığından yollar sessiz ve ıssız..

Şehir merkezine geldiğimiz bütün yollar bulvarlar özenle düzenlenmiş hissi veriyor. Kimi şehirlere girerken (örn. Bursa, İzmir..) şehrin gecekondu dokusu, beton yığınları, karmaşası sizi sıkar. Halbuki şehrin tamamı böyle olmasa da ilk izlenimler heyecan yaratmaz. Burada tam tersi. Yeşillikler, geniş yollar, bisiklet yolları, mahalle aralarındaki parklar.. İnce ince düzenlenmiş, titizlikle yerleştirilmiş gibi duruyor. Navigasyonumuz ile Odunpazarı’na kadar rahatça ulaşıyoruz. Otelimize gitmeden Odunpazarı merkezinde Tiryakizede Camii‘nin hemen yanında İnci Börek Aile Çay Evi‘ni görüyoruz. Burası sabah akşam sürekli kalabalıktı.. Biz de sabah sabah hem çocukları doyurmak hem de çayımızı yudumlamak için duruyoruz. İlk dikkatimizi çeken sokakların ne kadar temiz olduğu. Bağırtı gürültü yok. Tarihi Odunpazarı Evleri Türk mimarisinin özgün örneklerini bizlere hatırlatıyor ve gezmek için sabırsızlanıyoruz.

Artık öğlen olmakta ve hemen otelimize gidiyoruz. Odalarımızın bir kısmı hazır bir kısmı değil. Bu sebeple bebek arabalarını alıp akşama gelmeyi planlıyoruz. Malum gezi listemiz kalabalık.. Otel görevlileri bıkmadan usanmadan bizim her sorumuza cevap veriyor, anlatıyorlar.. Bir harita temin ediyoruz. Haritadan anlıyoruz ki Eskişehir profesyonelce hazırlanmış turistlere.. İlk rotamız Kurşunlu Camii..

Otelimize 5 dakika yürüme mesafesinde olan Kurşunlu Camii ve Külliyesi 1515-1525 yıllarında saray mimarı Acem Ali’ye yaptırılmış. Külliyenin kervansaray kısmının da Mimar Sinan tarafından yapıldığı bilinmekte. Bu eser Mimar Sinan’ın Eskişehir’deki tek eseri. Külliye içerisinde Camii, Lületaşı Müzesi, El Sanatları Çarşısı, Cam Sanatları Merkezi ve Semahane bulunmakta. Cam sanatları müzesi içerisinde belirli saat aralıklarıyla cama nasıl şekil verildiği gösteriliyor. Bir cam ustası 1200 derecelik fırınlarda gözlerinizin önünde sanatını konuşturuyor ve bizler de ağzımız açık izliyoruz. Bu gösteriyi kaçırmayın sakın. Lületaşı Müzesi yine aynı şekilde heyecan verici, El Sanatları Çarşısı’nda ise hediyelik eşyalardan tutun da, Hat Tezhip gibi Türk Süsleme Sanatları’na ait eserler alabilirsiniz..


Biraz daha aşağıya yürüyoruz ve Atlıhan El Sanatları Çarşısı‘nı geziyoruz. Bu han 1850’li yıllarda pazarda mallarını satmaya gelen insanların kendilerinin ve hayvanlarının konaklamaları için yaptırılmış.. İki kattan oluşuyor ve tamamen el sanatları ürünlerinin yapıldığı ve satıldığı bir yer halinde turistleri ağırlıyor. Burada bir miktar hediyelik alıyoruz eşimize dostumuza ve şimdiki durağımız karşıdaki fırın. Evet bildiğiniz fırın. Fırının önünde bir askı ve üzerinde yazı: ”Bu askıdaki ekmekler ihtiyaç sahiplerine ücretsizdir”. Yani o kadar okuduk duyduk ama burada gördük. Çok keyiflendik. Kesinlikle her yere yaygınlaşmalı. Askıdaki ekmekler bir artıyor bir azalıyor kimin aldığını görmüyorsunuz ve çok büyük bir haz alıyorsunuz. Biz de hemen askıya ekmek takıyoruz.

Hava çok sıcak ama biz ara sokaklarda yürüyoruz. Sokakların her biri nefis. Evler şahane. Kimi daha yeni restore oluyor, kimi bitmiş. Aşağıya Porsuk Çayı‘na, yani şehir merkezine kadar 15 dakika yürüyoruz. Bir yandan tramvay geçiyor modern yüzüyle, diğer yanda Porsuk Çayı’nda tekneler ve gondollar ilerliyor. Her yer dolu, kıpır kıpır.. Bu şehir gerçekten hareketli ve neşeli. :) Çok sevdik bu şehri.

Gondol gezisi kas gücü gerektiğinden oldukça kısa sürüyor ancak biraz daha ileride Hollanda kanallarında görmeye alışık olduğunuz türden tekneler ile daha uzun bir tur yapma şansınız var. Biri toplam 20 dakika süren gezinti turu, diğeri şehrin diğer ucu otogara kadar götüren dolmuş botu.. Artık nasıl denirse :) Biniyorsunuz otogarda iniyorsunuz. Kısa tur yaptık çocuklarla. Hava çok sıcak olduğundan tekne içerisi çok ısınıyor, yeterli geldi :) ..

Bir şehri en iyi tanımanın yolu toplu taşıma ile bir şehir turudur der dururuz. Burada da Eskart alıp tramvaya biniyoruz. Biraz pişman oluyoruz çünkü çok kalabalık. Bebek arabaları bu noktada bize sıkıntı oluyor. Son durak otogar orada da iniyoruz zaten. Yolun karşısında KentPark var. Nefis bir park. Çocukların özgürce koşup oynayabileceği, isterse midilli atlara binebileceği, isterse 5 tl karşılığı halk plajından havuza gireceği (özel plaj 20 tl), acıkırlarsa ailelerin güzel kafelerde yemek yiyebileceği nefis bir yer! Yani bir şehirden beklentiniz daha ne olabilir ki. İnsanca yaşamak. Eskişehir bunu hakikaten çok güzel başarmış. Kocaman bir tebrik!

Akşama kadar parkta vakit geçiriyoruz. Hem biz dinleniyoruz, hem çocuklar neşe ile cıvıldıyorlar. Akşam yemeğimizi Çibörek ile yapmak istiyoruz. Kırım Çibörekçisi‘ni öneriyor herkes. Bizde yürüye yürüye yerini zar zor buluyoruz. Telefon açıyoruz gitmeden ama bize 20.30’da kapanıyoruz gelmeyin diyorlar. Daha yarım saat var ve açız! :) nasıl koştuğumuzu bilemedik. 20.10’da oradaydık. Biraz suratlar düştü biz kalabalık ve kapanmaya yakın gidince ama lezzet güzeldi. Çalışanlar ile daha sonra sohpet ettik ve kapanmaya yakın gelince eldeki hamurdan bize yetirmeye çalışmışlar, gündüz gelin daha güzel çibörek yersiniz diye de tembihlediler. Bir porsiyonda 5 adet var ama açken insan en az iki porsiyon götürür diye tahmin ediyoruz. :)

Otele’de yürüyerek dönüyoruz, ama artık herkesin pestili çıktı. Nasıl uyuduğumuzu bilemedik. Bu arada biraz Han Royal Otel’den bahsedelim. Kaldığımız yer bir butik otel ve geçen sene (2012) açılmış. 12 odası olan otelde herşey tertemiz ve güzeldi. Kahvaltıda oldukça doyurucu ve ne kadar isterseniz ek yapabiliyorlar. Otopark yok, sokaklarda bulduğunuz yere park ediyorsunuz ama her yer müsait olduğundan bu noktada sıkıntı yaşanmıyor.

Ertesi sabah ilk iş yine ara sokaklardan yürüyerek Osmanlı Evi‘ne gitmek. Gidiyoruz ama kapalı. Oldukça güzel ahşap işçiliği olduğu söylenen evin diğer bir özelliği de Atatürk’ün geldiğinde bu konakta misafir edilmesi. Sıra, filmini izlediğimizde bizlerde derin izler bırakan Devrim Arabası‘nı görmekte. TÜLOMSAŞ fabrikasına gidiyoruz. Görevliler tüm nezaketiyle bizi karşılıyor. Bir görevli bizimle gelip bir yandan etrafı anlatıyor, diğer yandan şehirle ilgili güzel bilgiler veriyor yardımcı oluyor. Fabrikanın içerisi de çok güzel. Devrim Arabası’na gidene kadar yeşillikler ve ağaçlar arasından ilerliyorsunuz. Cumhuriyet dönemi mimarisine sahip fabrika halen çalışır durumda ve kazalı-arızalı trenlerin tamir ve bakımları yapılmakta.

Gelelim ”Devrim”e. Türkiye’nin ilk otomobili. Oldukça kısa bir sürede tasarımından üretimine tamamen bize ait. Arabaya özel bir camekan yapmışlar dış etkenlerin olumsuzluklarından korumak için. Tarifi anlatılmaz bir burukluk kaplıyor içimizi. Bu kadar büyük bir projenin bu kadar kısa bir sürede çöpe atılması, emeklerin heba edilmesi anlaşılır gibi değil. Belki de şu anda otomobil sektörümüz dünyaya yön veren bir konumdaydı. Neyse sinirimizi bastırıyoruz, ne de olsa gezi blogu bizimki :) .. Biraz resim çektikten sonra şehrin diğer tarafında Anadolu Üniversitesi‘nin tam karşısında Havacılık Müzesi var. Çocukların ilgisini çeker diye düşünüp rotamızı oraya çeviriyoruz.

Bir dönem Hava Kuvvetlerimize hizmet etmiş uçak, helikopter ve gereçleri burada duruyor. Çocukken her geçişlerinde modellerini saydığımız devasa uçaklar şimdi burada sessiz ve yorgun bize bakıyorlar. Ayrıca kahraman şehit pilotumuz Cengiz Topel‘in bir heykeli de bulunmakta.

Tren otogarı’nın önnünden geçerken Köfteci Ali tabelasını görüyoruz. Arkadaşlarımız daha önce önermişlerdi burayı. Hemen durup köfteleri midemize indiriyoruz. Lezzetli köfteler midemizi bozsa da denemekte fayda var. Yemek molasından sonra otelimizde dinleniyoruz, çocuklar öğlen uykusuna yatıyor. Biz de biraz lak lak yapıyoruz otelin arka bahçesinde.

Uyandıklarında ilk işimiz Sazova’daki Bilim ve Sanat Parkı oluyor. İçerisindeki tren ücretsiz. Parklar harika. Yeşillikler muhteşem. Daha ne diyelim. Bir Avrupa kentinde parka giriyormuşçasına modern ve güzel. Emeği geçenlere bir kez daha tebrik! Buradaki korsan gemisi bire bir boyutta inşa edilmiş. İlerideki şatonun her bir kulesi aslında Türkiye’deki bir kule, espri müthiş! Çocuklar ne mi yaptı? Hepsi çıldırdılar.. Yorulduklarında bir şeyler içebileceğiniz restoran ve kafeler de mevcut.. Akşam gezimizi bitirdik ve bayram trafiğine kalmamak ve sabah erkenden yola koyulmak için otelimize döndük.

Gelelim Eskişehir’e: Keşke Anadolu’daki bütün şehirler burası gibi olsa. İnsanlara hakettikleri gibi bir şehir yapmak demek ki istenince oluyormuş. Bir başka alkışlanacak durum da; şehrin coğrafi olarak düz yapısı bisikletli kullanıma da olanak vermiş, belediye de çok güzel değerlendirip bisiklet yolları yapmış. Vallahi bravo! Emeği geçen herkese bravo!.. Merak ettiniz değil mi Eskişehir’i. Bir gün de olsa atlayıp gelin. Hatta hızlı tren ile birlikte günübirlik bile çok rahat gelinebilir.. :)