Kas 24 2009

Doğu Karadeniz Gezisi 3. Bölüm: Hopa, Sarp Sınır Kapısı, Borçka, Artvin, Murgul

Okuyamayanlar için; Doğu Karadeniz 2.Bölüm için Tıklayınız.

Artvin

Zil Kale için geldiğimiz yolu aynı biçimde Fırtına Vadisini takip ederek Ardaşen’e kadar iniyoruz. Artık tekrar sahildeyiz. Her yerde şakır şakır yağmur var. Silecekler sürekli çalışıyor. Yollar su gölüne dönmüş. Aslında yolların bir suçu yok, kiraladığımız arabanın lastiklerinde diş olmayınca en fazla 70 km yapmamıza rağmen sürekli yolda kaya kaya ilerliyoruz.

Hopa Sarp sahil otoyolu

Sahil otoyolu hakikaten güzel. Bu yoldan önceki ulaşımı bilmediğimiz için sadece böyle bir yorum yapabiliyoruz. Seven var sevmeyen var yolu. Ama bir gerçek var ki Karadeniz’de süreleri oldukça kısaltmış. Solumuzda sürekli deniz eşlik ediyor bize Hopa istikametinde. Sırası ile yerleşim yerlerini bir bir arkamızda bırakıyoruz, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi, Hopa. Aslında hepsi neredeyse birbirine çok benziyor. Artvin için Hopa üzerinden Kaçkarları tırmanmamız gerekiyor. Ama biz aniden karar değiştirip buraya kadar geldik madem Sarp sınır kapısını da görelim diyoruz ve yola dönmeden devam ediyoruz. Bir süre sonra yollarda otomobil yerine kamyon ve yolcu otobüsü artmaya başlıyor. Hatta bunların çoğu da yabancı plakalı. Sınıra adım adım yaklaştığımızı hissediyoruz. Yol boyunca tek tek uzunlu kısalı bir çok tünelden geçiyoruz. Yolu yaparken çok zorlandıkları bu tünellerden belli. Yağmurun yağmadığı tek yer bu tünellerin içi.

Yaklaşık 20 dk sonra yol bitiyor ve kocaman Sarp Sınır Kapısı tabelası bizi karşılıyor. Bir yoğunluk bir yoğunluk aman Allahım. Kamyonlar, otobüsler, minibüsler, yabancı plakalı arabalar, orada servis için bekleyen araçlar v.s.v.s.. Aslında bir çok kişiden gezi boyunca duyduğumuz «pasaportunuz varsa geçersiniz, sıkıntı yok.» idi. Ama pasaportlarımızın süresi bittiğinden yanımıza alma gereği bile duymadık. Siz siz olun Gürcistan’a doğru devam edebilirsiniz, şansınız yaver giderse.

dsc_0641

Biraz çevreye bakınıp, dalgaları bu sefer sağımıza alıyoruz ve geldiğimiz yöne Hopa’ya tekrar devam ediyoruz. Akdenizde kapılmadığımız bir ürküten hava var bu Karadeniz dalgalarında. Plaj olmadığından koca koca kayalara dalgalar güm güm vuruyor. Kimbilir belki de bir gün bu Karadeniz otoyolu’nun intikamını almak için hazırlanıyordur doğa?

Hopa’dan dönüp Kaçkarlara tırmanmaya başlayınca hava bıçakla kesilmiş gibi bir anda soğumaya başlıyor. Yağmur şiddetini arttırdı, silecekler daha da hızlı çalışmaya başladı. Bu arada telefonla konuştuğumuz dostlarımızdan Borçka’da sel felaketi oldu dikkat edin uyarıları ile temkinli yola devam ediyoruz. Hatta yola devam edip etmeme arasında kararsız kalıyoruz ve dağı tırmanırken karayollarının istasyonuna rastlıyoruz, kapısında da trafik polisleri..Hemen yolun açık olup olmadığını soruyoruz, bir sıkıntı olmadığını söylüyorlar. Hava sıcaklığı dağı tırmandıkça düşüyor, düştükçe yağmur artıyor.

hopa_panorama1

Borçka Sel Felaketi

Dağı inmeye başlayınca seviniyoruz, ancak sevincimiz kursağımızda kalıyor, hemen yanımızda Çoruh nehri nasıl amansızca akıyor, köpürmüş, sinirlenmiş, hırçıncasına döve döve kıyıları ilerliyordu. Hemen önümüzdeki yolunda yarısını alıp götürmüş, toprak kaymış, evler toprak altında kalmış..Biz ki yağmurlu havada yolculuğu seven aile, Çoruh ile sus pus yola devam eder olduk. Vah vah derken bir yandan da aslında sel felaketinin ne kadar ürkütücü olduğunu hissettik. Yola devam ettikçe uyarı için konuşmuş kukalar, bantlar gördük. Bir süre sonra yol bitti. Kum ve taşların üzerinden gitmeye başladık. Anladık ki burası yolmuş. Balçık haline gelmiş. Hatta araba patinaj çekmeye başlayınca korktuk.

Borçka yolu..sel felaketi..

Bir sonraki virajda ise sel felaketi tüm çıplaklığı ile karşımızdaydı. Yıkılmış binalar, kağıt gibi ezilmiş iş makineleri, sular altında kalmış yerler..ama gelin görün ki insan üstü bir gayret ile tekrar düzeltmeye çalışıyor karayolları ekipleri. Hakikaten zor, görmek lazım. Hatta yer yer azgın nehir neredeyse yolun seviyesine geliyordu. Korkunç işte. Ürkütücü.

Bir hız geçtik Artvin’e doğru. Borçka’yı geçer geçmez yollar güzelleşti. Asfalt yollar, yine bol tünelli ve yağışlı. Ancak anlamadığımız bir şey var ki o da neden Artvin ve çevresindeki onlarca tünelde bir tane dahi ışıklandırma yok? Artvin’e varmamız bir saati geçiyor. Şehrin girişinde tabelanın önünde hatıra fotoğrafı çekiliyoruz ve giriyoruz. Sürekli yukarı tırmanılan bir şehir. Dön dön bitmiyor. Vadinin tam yamacına kurulmuş bir şehir. Nasıl kurdun, neden burası anlamak güç? Belki de Karadeniz’in zor doğasında ancak bu kadar bir şehir planlama oluyor bilemiyoruz. Artvinde gezilmesi gereken şehirden ziyade çevresi. Yani Yusufeli, Şavşat, Karagöl..Kiliseler..v.s..

Artvin Barajı

Borçka Barajı

Şehir kat kat kat oluşturulmuş. Evlerin otoparkları yok, herkes yola koyuyor neredeyse. Çünkü koyacak toprak yok.Burada toprak çok kıymetli. Hatta bazı evlerin fiyatlarını duyunca neredeyse İstanbul, Ankara fiyatları. Nedenini sorduğumuzda «Burada ev yapacak alan yok ki. Olan da çok değerli.» cevabını alıyoruz. Karışık geliyor şehir bize. Derli toplu bir yapısı yok Artvin’in. Günlerden Pazar olduğundan Turizm bürosu da kapalı (bunu anlamak zor, Turistler pazar günü gezemez, bilgi alamaz mı?). O zaman hemen yerimizi halledelim diyoruz. Bir iki otel bakıyoruz. Herkes asık yüzlü. Kimse gülmüyor. Oteller kötü gözüküyor. Güvenemiyoruz. En sonunda Polisevi’nde kalmaya karar veriyoruz. Hem güvenilir, hem en azından temizdir diye düşünüyoruz. Öyle de oluyor. 70 TL iki kişi suit oda fiyatı. Suit derken ev gibi, yemek masasından, banyosuna, yatak odasından hol’üne kadar geniş temiz nezih bir oda. Ancak polisevinde kalmak biraz daha zahmetli prosedür açısından, bir polis yakınınızın polisevine dilekçe yollaması gerekiyor falan. Neyseki hepsini hallettik.

Yerleşiyoruz odaya. Odalarda kalorifer yanıyor. Geceler soğuk burada ayrıca saat 17.30 da hemen hava kapkaranlık oluyor. 2-3 gün içerisinde yaz kış hepsini yaşadık bünyemiz şaştı! :) Akşam yemeğimizi polisevinde yiyoruz. 1 çorba, 2 biftek, 1 kola, 2 muhallebi için 15.45 TL hesap ödüyoruz. Her gün gidilir yani o derece ekonomik dışarıya nazaran :)

dsc_0688

Borçka Karagöl Yolu

Borçka, Karagöl
Sabah erken kalkıyoruz. İlk hedef Turizm bürosu. Kendimizi tanıtıyoruz, yeterli olmuyor. Bize bir harita veriliyor ve anlıyoruz ki biz görevliden daha bilgiliyiz. Buradaki yetkilinin görevi harita vermek? Oradan bir pastaneye uğrayıp birer poğaça yiyoruz. İstikamet Borçka, Karagöl.

dsc_0708

dsc_0709

Yine dün gördüğümüz manzaralar içerisinden geçerek bu sefer o yolu kesen Karagöl yoluna sapıyoruz. Yine yollarda çalışma yapan ekipler var. Yolları temizliyor, düzeltiyorlar selden sonra. Yolun nasıl olduğunu soruyoruz. Araba ile gidebilirsiniz yollar güzel diyorlar. Bir süre güzel giden yol daha sonra taşlı topraklı heyelanlı bir yola dönüşüyor. Tam vah vah derken yine güzelleşiyor. Böyle diye diye Balcı köyüne kadar gidiyoruz, bitti mi? Hayır. Oradan da toprak stabilize bir yola giriyoruz. İşte bizim jip kiralasak iyiymiş dediğimiz yerler yine başlıyor. Bata çıka, hoplaya zıplaya gidiyoruz. 1-3-5 derken yol bitmek bilmiyor. Ama sabırlıyız. Hava kapanıyor. Bulutlar geliyor. Önümüze bir şelale ve su birikintisi çıkıyor. Artık araba ile ilerlemek imkansız. Gidip gitmeme arasında seçim yapıyoruz ama arabayı çevirmekte imkansız yolda o kadar dar.. İyice kenara yanaştırırken 100m ileride bir jipin köşeyi döndüğünü görüyoruz. Kimbilir yetişsek belki de otostop yapardık ama olmuyor. Yürüyerek devam ediyoruz yolu. 20 dk sonra Karagöl 5km tabelası görüyoruz. Burnumuza kadar donduk. Bir 20-25 dk. daha yürüyoruz. Issız. Sessiz. Kimseler yok. Çıt yok böyle birşey olsa gerek :) Ancak havada yağmur çiselemeye başlayınca artık 40 dk sonra yürüyüşe son verip arabaya dönmeye karar veriyoruz. Karagöl’e ulaşamadan dönmenin üzüntüsü var içimizde. Ancak dönerken jip safari turu geliyor, oleey diye sevimli sevimli onlara bakıyoruz. Yanımızdan birer birer geçiyorlar, bizide bizide alın diye el hareketi yapıyoruz, ancak hepsi ya rus ya ingiliz yabancı gülerek bize el sallıyorlar. Bir araba bile durmadan (belki de anladılar istemediler :) ) öylece kala kalıyoruz. «Aman turşu kurun!» diyor ve araba ile tekrar Borçka’ya iniyoruz. Bizden bir gün sonra bu yaylaya çıkanlar kardan mahsur kalmışlar. Bizim soğukta kar soğuğuymuş :).

dsc_0732

Murgul
Borçka Karagöl istikametinin tem tersi istikamet Murgul ilçesine gidiyor. Bu sapaktan itibaren yaklaşık30-40 dk. sürüyor yol. Murgul ilçesi aslında devletin bir dönem yaptığı Murgul Bakır işletmeleri ile aklımızda yer etmiş. Artık özelleşti ve bir arkadaşımızı ziyaret edeceğiz burada. İlçeye vardığımızda küçücük bir yer. Bildiğiniz Anadolu kasabası. Hiç bir özelliği yok. Arabayı meydanda park edip yemek yiyip, biraz yürüyoruz arkadaşımız gelene kadar. Yemek 10 tl tutuyor 2 pide 1 kola.

dsc_0711

dsc_0713

İlçedeki dereden akan su güldür güldür olmasına rağmen resmen gri renkte akıyor. Su pis gözükmüyor ama birisi suya boya karıştırmış gibi duruyor. Bunun nedenini arkadaşımız gelince öğreniyoruz. Bakır madenlerinin çıkartılmasında oluşan kimyasalların bozduğu renkmiş. Kötü. Ama arıtma tesisi yapılıyormuş. Bir nebze olsun sevindik. Yıkılmış bir çok eski bina ve yapı dikkatimizi çekiyor. Hatta birtane 120 yıllık Fabrika bacası görüyoruz. Özelleştirme öncesi devlete ait olan yapılarmış bunlar. Devlet daha sonra kimseler kullanmasın diye yıkmış bunları. Enteresan gözüküyor bu şekilde, duygulanıyor insan. Dağı tırmanıyoruz. Kazıların yapıldığı yere doğru.

artvin_murgul_panoramik

Tırmanırken kocaman bir şehir daha kurulduğunu görüyoruz dağda. Aslında bu Bakır işletmelerinin özelleşmeden önce çalışanları için kurduğu lojman, okul,sağlık ocağı gibi binalarmış. Şimdi bu binalar da terkedilmiş. Kocaman bir şehir kimseler yok. Sadece bir kaç binada yeni özelleşen şirketin çalışanları kalıyor. Kafamızda hemen şu canlanıyor; aynı yeri işleten iki farklı yapı, birisi devlet diğeri özel sektör. Birisi şehir kuruyor çalışanlarına, diğeri o şehrin sadece dörtte biri ile aynı üretimi yapabiliyor.?!

dsc_0728

Kazı yapılan kısımlar tam National Geographic belgesellerinde hissettiriyor bizi. Dev kamyonlar, minicik kalıyor bu büyük arazide. Kamyonların biri geliyor, biri gidiyor. Sürekli bir hareket var, kepçeler bir daldırıyor dağa kepçelerini, bir kamyonlara..Enteresan bir deneyim oldu bizim için, merkez ofisine gidip buradaki bulunan bakır madenlerini inceliyoruz. Bizim için pek bir anlam uyandırmasa da her otomobilde 1-3 kilo bakır madeni bulunduğunu hatırlarsak önemi aslında çok büyük bu madenin. (Buradan çıkan bakırlar İngilterede işleniyor ve bize tekrar satılıyor. Bu da çok üzücü bir durum.) Birer çay içip hava kararmadan Artvin’imize geri dönüyoruz.

dsc_0736

Murgul yolu

Akşam yemeğimizi buradaki en geleneksel sofrada yapıyoruz. Eski bir konak restorana çevrilmiş, ortam güzel ancak kapı pencere ok. Püfür püfür, biraz donuyoruz tabi. Sac kavurma söylüyoruz. Lezzeti normal, ayrıca sunum böyle bir konakta bir vasat lokanta gibi..Yanında erik suyu içiyoruz. Bir nevi hoşaf. Bira gibi köpüklü ancak nefis lezzetli bir içecek. Kesinlikle önerilir. Ayrıca hamurları iç içe sararak sarımsaklı yoğurt ile birlikte sundukları bir hamur yemeği de yedik.

Tereyağlı, Soslu hamurSac Kavurma ve Erik Hoşafı

Lezzetler çok farklı olmasa da toplamda 15.50 TL hesap ödedik. Mekan içerisinde garsonlardan ahçıya kadar herkes oldukça ilgili. Yemek sonrası marketten bol kuruyemiş alıyoruz. Odamıza kurulup TV izliyoruz. Haberlerde Kars ve Erzurumdaki kardan bahsediyorlar. Anlıyoruz ki burada başka birşey yapamayacağız. Hele ki bu araba ve bu lastikle yola devam etmek bu soğukta zor. Yoksa planımızda Kars Ani Harabeleri ve Erzurum Oltu Kebabı :( vardı.. Şimde yeni bir plan yapma zamanı. O zaman ver elini Ordu, Giresun. Biz geliyoruz!