May 21 2008

Müzeler Haftası’nda Ayasofya Camii

Müzeler Haftası’nın 19 Mayıs tatiliyle birleşmesini fırsat bilerek bu sefer kendimizi İstanbul’un en muhteşem eserlerinden biri olan Ayasofya’ya attık. Girişlerin ücretsiz olduğu bütün hafta boyunca oldukça yoğun bir kalabalık olacağını tahmin ediyorduk, fakat turnikelerin çalıştırılmamasıyla küçük yoğunluk olsa da akıcılığını sürdürerek 5 dk gibi kısa bir sürede içeriye girmemizi sağladı.

İçeriye girerken açıkçası bu kadar yüksek ve heybetli olduğunu uzaktan görmekten farketmemişiz. İçeriye girer girmez o tarih sizi alıp binlerce yıl öncesine götürüyor. Tarih boyunca bir çok medeniyeti görmüş, olaylara şahit olmuş ve bir o kadar büyük depremler görerek hasar olmadan bugünlere gelmiş olması bile insanın tüylerini diken diken yapıyor.

İlk girişteki ince uzun kısımda bazı tarihi belgeler, bilgiler ve fotoğraflar anlatılarak bilgilendirilmeye çalışılmış. Burayı geçip ikinci alanda ise yine üst katlara çıkan yokuşlara ulaşabiliyorsunuz. Merdiven demiyoruz çünki yapı çok yüksek olduğundan üst kata çıkan insanların yorulmaması için yokuşlar tasarlanmış. Ayrıca bu yokuşlar bir tünel havasında olduğundan oldukça etkileyici. İçeride henüz tadilatlar sürdüğünden Ayasofya Camii’nin tam ortasında en az 6 katlı bina yüksekliğinde iskeleler kurulu vaziyette duruyor. Yapının bu kadar yüksek olması ise başka bir muhteşemlik. Yurdum insanının tüm tarihi eserlerde olduğu gibi burada da büyük bir özenle isimlerini eserlerin üzerine kazıdığını maalesef gözlemliyoruz. Koskoca imparatorlar, padişahlar bile isimlerini yazmakzen bu esere bizim insanımızda bir katkıda bulunmak istiyor heralde diye düşünüyoruz.

Üst katlara çıkıyoruz, tahminimizce 3 katlı bir bina kadar yürüyerek çıkıyoruz. Aşağıdaki insanlar yukarıdan oldukça küçülüyor fakat hala en az çıktığımızın iki katı kadar bir yeklik daha üstümüzde var. Sütunların başlarındaki oymaların nasıl yapıldığını merak ediyoruz o kadar ayrıntılı ki, o muhteşem mozikler, dev boyutlardaki hat yazılarının binlerce yıldır nasıl asılı durduklarını hayretle inceliyoruz. Gerçekten İlber Ortaylı’nın dediği gibi tarihimizi tanımak, ona sahip çıkmak gerekiyor.