Buram buram tarih kokan kent: ‘Safranbolu’-1
Bu 19 Mayıs tatilinde küçük bir tur yapmak istiyoruz. 4 günlük tatil boyunca rotamızı bu sefer Batı Karadeniz’e doğru çeviriyoruz. Planlarımız ilk 2 gün Safranbolu, sonrasında 1 gün Amasra, günübirlik ise Bartın, Devrek ve K.Ereğli. Cumartesi günü hemen yola koyuluyoruz. İlk hedef yavaş yavaş Safranbolu..
İstanbul-Safranbolu 390 km.’lik bir uzaklığa sahip. 4-4.5 saat süren yolculuğun büyük bir kısmı Ankara-İstanbul otoyolunu kullanarak geçiyor. Sonra sırasıyla Karabük yoluna sapıyosunuz ve Safranbolu tabelalarını takip etmeniz yeterli. Safranbolu Karabük şehrine aslında 5-7 km uzaklıkta. Neredeyse şehir içerisinde kalıyor. Ancak Safranboluya geldiğinizde Karabük ile ilgili hiçbir şey kalmıyor aklınızda. Safranbolu’nun şok etkisi diyoruz buna biz.. İlk başta Karabük Demir Çelik Fabrikası’nı görüp şehri siyah dumanlara boğduğunu izlemek, hatta bu yüzden camlarınızı da kapamak zorunda kaldığınızda ”-iyimi yaptık acaba buraya gelmekle?” diye düşünürken 10 dk. sonra Safranboluya vardığınızda bunların hiçbirini düşünmüyorsunuz. Sakinlik, temizlik, muhteşem mimari sizi alıp götürüyor.
Safranbolu iki kısma ayrılmış. İlk girişte göreceğiniz yeni Safranbolu, diğeri vadiden aşağıya indiğinizde sizi karşılayacak olan eski tarihi Safranbolu. Yeni Safranbolu kısmı açıkçası bizlere hiçbir şey vaat etmediği gibi, tamamen karmaşık yoğun bir kasaba havasında. Burada da kalacak bir kaç otel/konak bulmak mümkün. Ancak bizim kalacağımız konak ”Tabağ Ahmet Bey Konağı” (35TL kişibaşı, kahvaltı dahil) eski Safranbolu içerisinde. Hatta merkezinde. Henüz otoyolda ilerlerken, konak sahibi olan Cengiz bey bizi arayarak, dikkatli olmamızı söylüyor, hayırlı yolculuklar diliyor. Aslında misafirperverlik bizim için otobanda başlıyor. Şehir meydanına geldiğimizde aramamızı tembihliyor. Henüz kendisini tanımıyoruz bile, daha öncede hiç görmemiş duymamışız..Ancak içimiz rahatlıyor varacağımız noktada samimi bir sıcaklık bulacağımızı hissediyoruz.
Eski Safranbolu meydanına geldiğimizde birçok tur otobüsü geliyor gidiyor, bir kalabalık var, herşey hareketli. Yoğun. Ancak orada bulunan Trafik Polisi’de bize yardımcı olarak aracımızı güvenli bir noktaya aldırıyor. Hemen Cengiz Bey’i arıyoruz. Bir iki dakika içerisinde geliyor. Meydandan 100-150m yukarıda Belediye otoparkına park ettiriyor. Otopark bile dolu, bir çok 34 plaka ve 06 plaka ile yanyana park ediyoruz. Bavulumuzu bile bize taşıtmıyor ve hemen yolumuzun nasıl geçtiğini soruyor. Sohpet ediyoruz. Bir pansiyondan ziyade sanki eski bir dostunuzun yanına gelmiş gibi hissediyoruz. Otopark’a 50m mesafede bulunan konağımıza giriyoruz. Zaten sokaktan geçerken bile etkilendik. Herşey bundan 200-300 yıl önce nasıl ise büyük ölçüde yine aynı biçimde. Konakta 7 oda var. Her biri mimari anlamda farklı. Kapıları ortak avluya bakıyor. merdivenleri çıkarken gıcırdayan tahtalar aslında 300 yıllık bir konağın size selamı. Hoş bir eski kokusu var. Bu koku gezi süresince gezidiğimiz tüm konaklarda bizimleydi.
Odamıza giriyoruz. Tek kelime ile muhteşem bir oda bizi karşılıyor. Sedirler boylu boyunca tüm odayı kaplıyor pencerelerin önünde, ahşap dolaplar oymalarıyla bir sanat eseri gibi. Ancak..bir saniye? Tuvalette olacaktı odada? Buralarda bir yerlerde olmalı.? Giysi dolabı olarak açtığımız dolabın içerisinden duş ve tuvalet çıkıyor. Alışık olmayanlar için zor bir durum. Ancak burada doğal bir mimaride yaşamı tatmak istiyorsanız böyle olması en doğrusu..Neden böyle hemen anlatalım; Konaklarda ‘Gusulhane’ denilen dolapların içerisinde yıkanabilen bir bölüm bulunuyor. Normal yıkanmalarını ise o dönemlerde insanlar hamamlarda karşılıyor. Bir hamam kültürü var. Dolap içerisinde olmasının tek sebebi hem yerden kazanmak, hemde kapakla kapattığınızda yüklük olarakta kullanabilmek. Acil ihtiyaç halinde kullanılıyor anlayacağınız.. :) Günümüzde de bu alanlar aynı biçimde duş ve tuvalet olarak kullanılıyor ancak bu artık fayanslı ve lavabolu biçimde.
Konakta Cengiz bey ailesi ile birlikte hizmet veriyor konuklarına. Konuklar diyoruz çünkü burada bir aile ortamı var. Herkes birbirine sıcak ve samimi. Sizi rahat ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Tarihi konaktan sonra en beğendiğimiz hizmeti kahvaltı. Eşim ve benim için en önemli öğün. Canınız ne isterse söylemeniz yeterli. Elde var ise paylaşıyor Cengiz bey. Bir sabah börek geliyor, diğer sabah tavada tereyağlı yumurta. Herşey leziz. Ayrıca yemek odasındaki soba bizi bitiren şey oluyor. Sürekli soba üzerinde kızartılan ekmekler, sobada pişen çay. Aman Allah’ım..birinin buna dur demesi gerekiyor..Lezzet üstüne lezzet..Birde konakta her akşam bir süpriz oluyor. Bir akşam meyve tabakları ikram..bir akşam patlamış mısırlar ikram..v.s. Safranbolu’nun tarihi ile ilgili, konak ile ilgili bir çok sorunun cevabı Cengiz bey’de mevcut. Bize bu keyifli vakti geçirten Cengiz bey ve ailesine teşekkür ediyoruz. Özellikle tatil dönemlerinde yer bulabilmek Safranbolu’da sıkıntılı. Bu sebeple önceden yer ayırtmak çok önemli. (Bu arada konakta akşam yemeği verilmiyor.)
Neşemiz yerinde. Eşyalarımızı yerleştirip hava kararmadan şehirde bir ön gezinti yapmak istiyoruz. Kaldığımız yer merkezdeki bir çok yere 5-10 dk. uzaklıkta. Hemen yokuş aşağı yürüyerek geldiğimiz meydana doğru ilerliyoruz. Bizi Kazdağlıoğlu Camii karşılıyor. Tarihi bir camii. Güzel ışıklandırılmış. Hala kullanılmakta. Ne kadar özlemişiz parke taşlarda yürümeyi. Birçok şehirde modernlik adına asfalt dökülüp bu taşlar kaldırılırken burada korunması çok anlamlı. Heryerde bol ışıklı lokumcular var. Hiçbiri ısrarcı değil tam tersine size yürüken tepsi ile lokum ikram ediyorlar tatmanız için. Çarşı içerisine doğru yürürken hemen köşede bir cam ustası dikkatimizi çekiyor. Üfleyerek ısıttığı camlara şekil veririken sanatkarlığını konuşturuyor adeta. Onlarca kişi yolda durup izliyor bu nefis gösteriyi. Aslında Cumartesi olmasından dolayı her yer kalabalık. Pazar günü bu kalabalık azalıyor çünkü turların büyük kısmı kahvaltının ardından Amasraya doğru yola çıkıyor.
Sağlı sollu heryerde incik boncuk satan, hediyelik eşya satan, safran bitkisi ve şifa dağıtan otlar satan dükkanlar bulunmakta. Yürüyoruz. Yukarıdan aşağıya. Sağdan sola..Her sokak birbirinden farklı ve daha güzel. Bir önceki sokak diğerini aratmıyor. Kahvenin önünden geçerken bile onlarca kare fotoğraf çekmeniz mümkün. Eski topraklar, yaşlı amcalar oturmuş sohpet ederken bir yandan da size gülümsüyor hoşgeldiniz diyorlar. İçimiz bir hoş oluyor. İşte unuttuğumuz, aradığımız insanlığı burada buluyoruz.. Birbirine selam veren, halini hatrını soran insanlar burada toplanmış. Soru sorduğunuzda cevap alıyorsunuz. Merak ettiğinizde anlatıyorlar..Oh ne güzel! Bu kadar keyifli bir şehirde insanlarda keyifli oluyormuş demek ki?
Safranbolu’nun belki de doğasında, tarihinde var bu naiflik. Gerçi bunun çok bozulduğunu anlatanlar var ancak bize büyükşehirlerden sonra muhteşem geliyor. Hatta eskilerde kahvede toplanan ileri gelenler, durumu iyi olmayan köylüye aralarında para toplayıp eksiğini alırlarmış. İnek mi istiyor..hemen alınırmış..tarlası için saban lazım..hemen alınırmış..evlenmek isteyenlere eş bulunurmuş. Bunun gibi bir çok güzel şey anlatılıyor eskiye dair. Herşey paylaşmaya yönelik. Asla ‘ben’ ruhu oluşturulmamış. ‘Biz’ denmiş. Ancak artık günümüzde bunu mum ile arıyoruz. Şehirde ne sorarsanız sorun tarihi ile ilgili en az 200 yıl duyuyorsunuz. Hatta kimi eserlerde bu 350-400 seneye varıyor.
Safranbolu’da gördüğünüz tüm eserlerde herşey düşünülmüş. Heryerde bir mesaj, incelik buluyorsunuz. Hatta şehir planlaması bile en ince ayrıntısına kadar hesaplanmış. Şehrin sanayisi, ticareti eskilerde dericilik. Üretim tabakhanelerde gerçekleşiyor. Hatta bu üretim kısa bir süre öncesine (20-30 yıl) kadar varmış. Tabakhaneleri kurmak için yer seçimini şehrin tarım arazisi olmayan kısımına yapıyorlar, daha da ayrıntısı rüzgar kötü deri kokusunu şehre doğru kokutmasın diye rüzgarın estiği yönün tersine kuruyorlar, hatta tabakhanede çalışan insanlar kötü kokar ise namazını kılmak isteyen cemaat diğer insanları kokusu ile rahatsız etmesin diye Tabakhane Camii’ni yapıyorlar. Bu tabakhanelerin olduğu kısmın ortasından dere geçiyor, ki temizlik sıkıntı olmasın diye..v.s… İnanılır gibi değil. Bundan 400 yıl önce bir şehir yapılanıyor ve herşey en ince ayrıntısına kadar hesaplanıyor. Günümüzde tarihi eserleri yıkıp yıkıp alışveriş merkezi yapmak isteyen anlayış acaba bu şehri kuranların torunları değil midir? Gözlerimiz doluyor günümüzü düşününce.
Şehirdeki muhteşem mimari ile ilgili bir kaç anektod daha verelim sizlere, evlerin iki sokağa bakan köşesi dik bir biçimde değil, yuvarlatılmış bir biçimde yapılıyor. Bunun amacı sokaktan gelip geçen insanlar birbirlerini görüp selamlaşsınlar diye. Diğer türlü bir anda sokaktan geçecekken böyle, yumuşak bir biçimde geçiliyor. Konaklarda çeşme yapılacaksa eğer her iki sokağa bakan kısımlarına yapılarak hem sokak komşularına hem de tanımadıklarına su ikramında bulunuyorlar. Evlerin gelen misafiri görecek kısımları inanılmaz bir estetik ile yapılarak dışarıdan sizi görmesi engelleniyor. Böylece gelen sizi görmezken, siz gelenin kim olduğunu görebiliyorsunuz. Herşey düşünülmüş..herşey..Bir nesneyi değerli kılan da üzerindeki detaylar, incelikleri değil midir?