Lezzet Turu 3.Bölüm ‘Şanlıurfa, İskenderun, Hatay, Gaziantep’
Yazımızın ilk kısmını okumak isteyenler buraya tıklayabilir.
Yazımızın ikinci kısmını okumak isteyenler buraya tıklayabilir.
ŞANLIURFA
Gezimizin 3. günü.
Sabah kahvaltı sonrasında yine otobanı kullanarak Şanlıurfa’ya ilerliyoruz. Yol çok rahat ve ilerlerken sürekli Suriye plakalı lüks araçlar görüyoruz. Şehrin merkezine Balıklıgöl yakınına bulduğumuz ilk otoparka aracımızı koyuyoruz. Size tavsiyemiz merkezdeki birçok yere yürüyerek ulaşabileceğinizden park edin ve rahatça yürüyün.
Halil-ür Rahman Gölü (Balıklıgöl), Şazeli Ali Dede (17.yy) türbesi, Rızvaniye Camii ve medresesi (1736), Aynzeliha gölü, Hz.İbrahim makamı ve Kale yanyana. Burada uzun bir vakit geçiyor. Parklar, lokantalar v.s. olduğundan güzel bir serinlik içerisinde sıkılmadan tadını çıkarabilirsiniz. İlk durağımız Balıklıgöl.
Mimarisi ve balıklarıyla etkileyici bir kartpostal güzelliği sunan Balıklıgöl, o kadar kalabalık ki kendimize sakin bir köşe arıyoruz. Her tarafta balıklara yem atmanız için seyyar satıcılar mevcut. Biz de bu ritüeli gerçekleştiriyoruz ve oğlumuz mutluluktan uçuyor. Yüzlerce balık neredeyse hoplayıp elimizden yiyecek bu yemleri. Herkesin yem verdiğini düşünürsek balıklar iyi çatlamıyor bu kadar yemeğe :)
Balıklı göl içerisinde, Halil-ür Rahman Camii ve Medresesi, Rızvaniye Camii ve Medresesi, Buluntu Hoca Kütüphanesi, Şeyh Ali Dede Türbesi gibi mekanlar ve Osmanlı dönemi az sayıda mezar bulunuyor.
Biraz fotoğraf çekip mekanın bilgileri ışığında inceledikten sonra Ayn Zeliha Gölü ve Ayn Zeliha Aile Çay Bahçesi’ne doğru ilerliyoruz. Hava sıcak olmasına rağmen ağaçların fazlalığı ve suların serinliği fazla bunaltmıyor. Park içerisinde etrafımızda sürekli 8-10 yaş grubu çocuklar geliyor, ‘-abi rehber lazım mı’ diye soruyorlar, hatta bir kısmı önünüze geçip bir anca makinalı tüfek gibi saymaya başlıyor.. Hem komik, hem eğlenceli ama bir süre sonra yapışmaları bunaltıcı olabiliyor. Çocuk sayısının fazlalığı bize Türkiye’deki tüm çocukları buraya mı gönderiyorlar diye sorgulamamıza neden oldu. Çarşı, pazar, sokaklar, bahçeler, parklar inanılmaz derecede çocuk kaynıyor. Her yer neşe dolu.. Parkın tam üzerinde Şanlıurfa Kalesi tüm heybetiyle duruyor. Ancak kaleye çıkmıyoruz.
50 metre daha ilerleyip Rizvaniye Camii’ne giriyoruz. Oldukça büyük bir avlusu var. Her sütun başında Allah’ın 99 isminden biri yazıyor. Avlunun diğer ucundan çıktığınızda Hz.İbrahim’in doğduğu mağaraya ulaşıyorsunuz. Çok kalabalık sıra ile bakabiliyorsunuz. Sıcak ve havasızlıktan içerisi çok kötü (ayak, ayakkabı, ter) kokuyor. Kokudan midesi bulanıp çıkanlar oldu o derece.
Mağara etkileyici ancak kalabalık ve havasızlıktan bir dakikada hızlıca bakıp çıkıyoruz. Eski sokaklara doğru yürümeye başlıyoruz. Önce ana cadde üzerinden yürüyoruz. Hala eski tip fırınlar büyük heyecanla üretim yapıyor ve aynı heyecanı bize de yaşatıyorlar. Ana caddeden ara sokaklardaki pazarlara giriyoruz. Küçük birer metrekarelik alanlarda insanlar kendilerine kumaşçı, saatçi gibi dükkanlar açmışlar, herkes ekmeğinin derdinde.
Biraz ileride Gümrük Han’ı görüyoruz ve içeri giriyoruz. 1566 yılında dönemin valise Behram Paşa’ya kervansaray olarak yaptırılmış. İçerisi nefis. Üst katlardaki atölyelerde üretimler aynen devam ediyor. Mekanlar oldukça etkileyici. Özellikle fotoğraf severler buraya uğramalı. Dönüşte bibercilerin içinden geçiyoruz ve evimize götürmek üzere acı biber alıyoruz. Bunda da dikkatli olmak lazım yoksa hem kazık yiyebilir hem de kötü biberi alabilirsiniz. Akşam hava kararmaya başladığında ise Gaziantep’e geri dönüyoruz.
İSKENDERUN-HATAY
Gezimizin 4. günü.
Sabah kahvaltısından sonra yola koyuluyoruz. Hava o kadar sıcak ki klima ile yolculuk yapıyoruz. İlk durağımız İskenderun. Uzunca bir sahili ile karşılıyor bizi. Yürüyüş yapıp bisiklete binmek için nefis bir alan. Paramotor ile uçanları mı istersiniz, bisiklet yolunda gidenleri mi, cafelerde oturup birşeyler yudumlayanları mı.. Biz de bir café de oturup uzun zamandır görmediğimiz bir dostumuzla buluşuyoruz, hasret gideriyoruz.
Kısa bir şehir turundan sonra farkediyoruz ki hızlıca yola devam etmemiz lazım yoksa akşama kalacağız. Devam ediyoruz, dağları tepeleri aşıyoruz. Etrafta yavaş yavaş çevirme ya da köşelerde askeri araçlar görmeye başlıyoruz. Suriye’deki savaşın sinyalleri bunlar. Şüpelendiklerini çeviriyorlar, bakıyorlar. Hatta bir süre sonra zırhlı personel taşıyıcılarının etrafta konuşlu oldukları gözümüzden kaçmıyor.
Hatay’a giriyoruz, merkeze yakın bir ara sokağa park ediyoruz. Bizi yine bir arkadaşımız karşılıyor ve tarihi sokaklarda bizi gezintiye çıkartıyor. Nefis evler, sokaklar arasında ilerliyoruz. Yani bu güzel evleri gördükçe insan tekrar apartmanlara tıkılmak istemiyor. Habib-i Neccar Camii’ne kadar ilerliyoruz. Caminin içine giriyoruz minaresi tam bir sanat eseri. Çıktığımızda çarşıya giriyoruz buradaki dükkanlar inanılmaz enerjik ve hareketli. Fırınlar yine burda da bizi etkiliyor, bir yandan tepsiler ile yemekler geliyor, diğer yandan ekmekler çıkıyor, hemen yanında kadayıf yapılıyor.. Hepsi etkileyici, insanın girip çalışası geliyor hemen.
Şehirde savaşı hissediyorsunuz, sürekli siren çalan ambulanslar, hızlıca hareket eden zırhlı araçlarımız, polislerimiz, askerlerimiz.. İnşallah kısa sürede biter insanlar rahat bir nefes alırlar.
Hava artık karardığından sokaklarda bir tur daha atıp kendimizi eski bir konakta buluyoruz. Artık cafeye çevrilmiş. Birşeyler içip dinleniyoruz. Aslında çok fazla vakit ayıramadık Hatay’a. Bir sonraki sefere bir kaç gün burada konaklamak ve daha detaylı kalmak istiyoruz. Dönüş rotamızı ise otobandan değil diğer kısa yoldan yapalım diyoruz.
Işıklandırma yetersiz duble yol ancak beklemediğiniz bir an da yolu kesip çevirme yapan askerlerimiz ve devasa zırhlı araçlar, projektörlerle aydınlatılan siz olunca biraz tedirgin tedirgin ilerliyorsunuz. Otobana göre kesinlikle daha kısa olan bu yolu da kullanabilirsiniz.
GAZİANTEP
Gezimizin 5. ve son günü.
Sabah ilk işimiz Zeugma müzesi. Müzekart’ımız ile ücretsiz giriş yapıyoruz. İçerisi ve dışarısı oldukça Avrupai ve modern tasarlanmış müzemizi görünce seviniyoruz. Eserleri inceledikçe hayran olmamak elde değil. İki katlı olan müzede dönemin en güzel eserlerini incelemek, hele hele özel bir odada tutulan meşhur Çingene Mozaiği insanı derinden etkiliyor.
Öğlene doğru Katmerci Zekeriya Usta’da katmer yiyoruz. Lezzetli ve çok sıcak kanlı bir mekan. Sahibi sürekli geliyor, hal hatır soruyor, takılıyor size. Zaman zaman da içerideki ustalarına katmerin nasıl iyi olması gerektiği ile ilgili direktifler veriyor.
Sıradaki hedefimiz ise Gaziantep’in hanlarının bulunduğu tarihi sokakları. Neredeyse her yüz metrede bir han bulunuyor. Hepsinin özellikleri farklı ve artık turistik eşya satan dükkanlar haline dönüşmüş durumda.
Yolda ‘Yemeni’ (buraya has deri ayakkabı) satan dükkanları görünce oğlumuz kırmızısından bir tane istiyor ve biz de bayıla bayıla alıyoruz. Bu ayakkabılar artık turistik amaca hizmet etse de gerçek deriden yapıldıklarından dolayı çok rahat, esnek ve sağlamlar. Günlük hayatta rahatça kullanılabilir. Ayrıca Humanızlı sabunlarından almanızı tavsiye ediyoruz, hakiki doğal sabun. Yörede oldukça tutuluyor..
Tarihi Gümrük Han’ı içerisine girip dolaşıyoruz, üst katlarda el işi, sanat atölyeleri mevcut, ‘Ebru’ sanatı ilginizi çekiyorsa öğretmen eşliğinde kısa bir çalışma yapıp 5 lira veriyorsunuz. Tütün Han’ı, Zeytin Han’ı derken bu kadar dolaştık ve artık karnımız acıktı; hemen en yakınımızda İmam Çağdaş var. Aslında mantık olarak bu kadar popüler yerlere gitmiyoruz bir süredir, bizi çok fazla hayal kırıklığına uğrattılar. Siparişlerimiz verdik beklemeye başladık. Gelen giden baklavaların haddi hesabı yok, kebaplar da öyle.
Oruk Kebabı, Patlıcan Kebabı, Lahmacun, Ali Nazik Kebabı sipariş ettik. Yok böyle bir lezzet. Korkmadan gelin. Yedikçe insan acıkıyor. Zaten turistler otobüslerle geliyor lokantaya. Kuyruk oluyor resmen.. İçerideki fırını ise ikiye ayırmışlar, bir taraf paket siparişlere bakarken diğer taraf içeriye yetişmeye çalışıyor.
Çıktıktan sonra Tarihi Bakırcılar Çarşısı’nı geziyoruz. Oradan çıkıp Zincirli Bedesten Çarşısını, devam ediyoruz Almacı Pazarı’nı geziyoruz. Cevizli Sucuktan tutun da, Pestil’e, Nar Pekmezi’ne kadar dilediğinizi bulmanız mümkün. İnsan bu pazarlarda kendini kaybediyor gerçekten. :)
Yanımızda götürmek üzere alışverişlerimizi yapıyoruz ve sokaklarda turladıktan sonra yine meşhur Tahmis Kahvesi’nde alıyoruz soluğu. Hava sıcak olduğundan kendimizi dışarıdaki alana atıyoruz ama asıl klasik olan mekan kapalı olan yer. Darbukalı, klarnetli kahvemizi yudumlayıp kendimizi bu sefer de akşam yemeği için Halil Usta’da buluyoruz. Yine kebaplar, yemeler, içmeler.. Gaziantep’te kötü yemek bulmanız şans işi. Biz iyisine hasret yaşıyoruz İstanbul’da. Herşey leziz..
Baklava için iki adres veriyoruz. Yanınızda götürmek için kesinlikle Zeki İnal Baklavaları. Lezzetine hayran kalacaksınız. Tepsideki köşe yerlerini ayırıyor, o kısımların hastaları ayrı diye ekliyor. Neyse iki kutu aldık ama keşke daha çok alsaymışız.
Diğer bir adres ise Koçak Baklavaları. Burada havuç dilimini ve baklavasını afiyetle götürün. Yani aslında İmam Çağdaş’tan da alsanız buralardan da alsanız kesinlikle hepsi çok lezzetli, memnun kalırsınız.
Bu tur bize birçok lezzet kattı, düşündürdü, üzdü, sevindirdi. Türkiye’deki en önemli rotalardan birisi. Ne kadar fazla değerimizin olduğunu görmek ve anlamak açısından önemli bir fırsat haline dönüşüyor. Biz çok keyif aldık. Umarız siz de keyifli bir gei yaparsınız şehirlerimize..
Artık geri dönme vakti.. Bekle bizi İstanbul.