Balkan Gezisi 2. Bölüm: ‘Dubrovnik’
İlk bölümü kaçıranlar buraya tıklayın :)
Sabah olduğunda odanın perdelerini açıyoruz içeriye ışık girsin diye, bir anda muhteşem bir manzara bizi karşılıyor. ‘-Vaay’ sesleri eşliğinde terasta bir süre manzarayı seyre dalıyoruz. Uçsuz bucaksız bir deniz hafif deniz serinliği sabah erkenden yüzümüze vuruyor taze taze..
Dubrovnik’te şehir Old Town (Eski Şehir) ve New Town (Yeni Şehir) diye iki kısma ayrılmış. Eski şehir denilen kısımda heryerde resmini gördüğünüz meşhur kalesi, içerisindeki tarihi evleri ve sokaklarından oluşan kısım. Aslında tüm hareket ve bereket burada. Bütün güzel cafeler, restoranlar, eğlence yerleri, gezilecek ana yerler v.s..
Yeni şehir ise adından da belli olan şehrin sakinlerinin oturduğu bazen aprtmani bazen müstakil evlerden oluşan, limanıyla, otobüs duraklarıyla, parkları, plajlarıyla şehrin gelişen modern kısmı. Aslında bu iki seçenek her anlamda tatilini burada geçireceklere güzel alternatifler sunuyor.
Otelden çıktığımızda denize paralel yolu takip ederek yürümeye başlıyoruz. Şehir o kadar sakin ki çektiğim fotoğrafta hareket olması amacıyla bir insan, bir araba bekliyoruz ama geçmiyor. Bizde beklemekten sıkılıp deklanşörümüze basıyoruz. Sokaklar tipik Avrupa sokakları, eski binalar çok güzel korunmuş, yollar temiz, herşey düzenli. 15 dakika sürüyor eski şehir merkezine gelmemiz. Turist ofisinden Türkçe baskı bir Dubrovnik kitabı alıyoruz. Zaman zaman gezi sırasında açıp okuyoruz ve çok faydalı oluyor. (50 kuna ödüyoruz kitaba)
Kalenin ‘Pile’ kapısı hemen karşımıza tüm güzelliği ile duruyor. Bir dönem insanların burada yaşadığını bilmek onları hayal ederek ana kapıdan girmek daha bir heyecanlandırıyor bizi. Oldukça zorlu bir tarihi olan Dubrovnik, Osmanlı’nın Balkanlarda yerini güçlendirdikten sonra bir dönem kuşatması altında kalıyor. O dönem için oldukça yüksek bir tutar olan 12.500 düka altını vergi veriyorlar bize. 1667 yılında çok büyük bir deprem geçiriyorlar ve ardından çıkan yangınlarla başetmek zorunda kalıyorlar, bununla beraber çıkan hastalıklar şehrin belini büküyor. En son olarakta 1991-1992 yılında Sırp ve Karadağ saldırıları şehri yıkıyor, yoruyor. En büyük yıkım 6 Aralık 1991 yılında şehre tamı tamına birkaç bin bomba düşüyor. Zaten sokak aralarında rastladığımız bir kaç evin duvarında ‘unutmayacağız’ diye pano yapmışlar ve evin savaş zamanındaki yanmış yıkılmış fotoğraflarını koymuşlar. Bütün bunlara rağmen kısa sürede tüm yaralarını sarmışlar ve Dubrovnikte bu panolar haricinde savaşı hiçbir şey hatırlatmıyor.
Kale’nin içine girdiğimizde hemen karşımıza ‘Büyük Onofrio Çeşmesi’ çıkıyor. O dönem şehre su vermsei için yapılmış bir sanat harikası. Hemen onun karşısında Male Brace Fransisken Kilisesi yine tertemiz korunmuş biçimde. Bu iki eserin ortasından geçen ana sokak ‘Stradun’ olarak geçiyor. İlerlemeye başladıkça sağlı sollu cafeler, restorantlar, hediyelik eşya satan dükkanlar her biri ayrı ayrı güzellikte. Şehrin bu kadar temiz ve estetik olması çok hoşumuza gidiyor. Bu sokak aslında ana merkez konumda. Yani tüm hareket burada ve en güzel cadde. Kalabalık arka sokaklarda git gide azalıyor. Yolun hemen sonunda karşımızda ise Sponza Sarayı binası duruyor. Onun yanında Küçük Onofrio Çeşmesi, Aziz Vlaho Kilisesi ve önünde Orta Çağ Şovalyesi Orlando’nun heykeli buluyor. Aslında gezilecek yerlerin hepsi toplu bir biçimde şehir surlarının içerisinde ve bütün gün burada kalarak eski şehri gezmeniz ve bitirmeniz mümkün.
Biz de bir süre sonra ana caddeden ayrılıp her biri ayrı şirinlikte olan küçük ara sokaklara girip çıkmaya başladık. İnsanların hala bu eski evlerde oturması o kadar güzel bir duygu ki, ve tabiki yaşanılan mekanlar da aynı biçimde bakılıp korunuyor. Sonra bir ara insanların çok güzel gözüken dondurma yediğini farkettik. Önünden geçtiğimiz dondurmacıda bile çok güzel görünüyordu ama öğlen yemeği yiyeceğimizden yemek sonrasına bıraktık bu keyfi.
Kale surlarının bittiği noktada küçük bir limanı var eski şehrin. Tarihte neredeyse ticaretinin önemli bir kısmını denizden sağlayan şehrin korunaklı bir de limanı var. Artık bu liman balıkçı teknelerini değil küçük tekneleri ağırlıyor. Limanın bir köşesinde tekne turları düzenleyen firmaların standlarını görüyoruz ve bilgi almak için birine yanaşıyoruz. Toplam yarım saat sürecek olan turda hemen karşıdaki adanın etrafında tur atıp geri geliyoruz diyor görevli ve bunun için kişi başı 10 Euro talep diyor. Ama gezi rotası hiç içimizi açmadığından bu turu yapmamaya karar veriyoruz.
Şehri turlarken diğer bir dikkatimizi çeken nokta evlerin balkonsuz olmasından dolayı tüm çamaşırların camlarda ipe asılı olmasıydı. Kiminin çorapları, kiminin herşeyi sokakta kurumaya bırakılmıştı. :) Ara sokaklardan birinde küçük bir Pazar kurulmuştu, aslında pazarcık desek daha doğru. Organik bazı ürünlerin satıldığı 8-10 tezgahtan ibaret olan pazarda zeytinyağından, turşuya bir çok şey mevcuttu.
Öğlen yemeği için Tapas restoranını tercih ettik, et yemeklerinin (tavuk ya da dana farketmiyor) 45 kuna olduğu restorantta yine aynı ekibin 315 kuna hesap ödemesiyle dün akşamki büyük hesap dilimize bir anda düşüveriyor.
Şehir turumuzun sonunda girdiğimiz kale kapısında yine sohpet ederken kale surlarına çıkmak istiyoruz erkekler olarak, eşler ve çocuklar gördükleri merdiven karşısında haklı olarak bu geziye katılmak istemiyorlar. :) Bizde hemen bakıp geliyoruz diye ayrılıyoruz yanlarından. Ancak çıkış için 70 kuna (20 TL) kişi başı ücret ödüyoruz. Basamakları çık çık bitmiyor, ama ardından şehri yukarıdan çok güzel bir şekilde izleme fırsatını yakalıyoruz. Haydi biraz yürüyelim diyoruz ve ilerlemeye başlıyoruz, bir yandan fotoğraf çekerken diğer yandan keyifli bir ortaçağ dönemi yaşıyoruz.
Ancak bir süre sonra tek yön tabelaları ile karşılaşıyoruz. Bu kadar gelmişken hadi ilerden çıkarız diyoruz ve maalesef eşlerimizin yanına 1 saat sonra varıyoruz. :) Şehrin surları etrafında tam bir tur atmak zorunda kalıyoruz. Bir iki çıkış ile karşılaşıyoruz ama bu çıkışlar zaten turun yarısını bile geçtükten sonra olduğundan oraları pas geçiyoruz. Şehri gittikçe yükeselen surlardan görmek, kırmızı çatıların renk tonlarının bile aynı olduğu üzerine sohpet etmek istiyorsanız ve vaktiniz varsa, bu kadar uzun bir yol yürümek ayrıca basamak çıkmak beni yormaz diyorsanız kesinlikle önerdiğimiz bir gezi. Otele geri döndüğümüzde artık bacaklarımızı hisettmiyorduk ona göre :) .