Tem 11 2011

Balkan Gezisi 4. Bölüm: ‘Klis, Split, Dubrovnik(2)’

Üçüncü bölümü kaçıranlar buraya tıklayın :)

Otelde yaptığımız güzel kahvaltının ardından otobandan 4 saat sürecek olan yolculuğumuza çok geç olmadan çıkmak istiyoruz. Malum bebekler ile bu yolculuğun 5-6 saate çıkma riski var, bir de hava sıcak araç içerisinde sıcaklık arttıkça bebek huysuzluğu da artıyor. O sebeple vakitli gidip geç saatte dönmek bu gibi yolculuklarda en güzel kural. :)

Otobana ulaşabilmek için sahilden ilerlemeye başlıyoruz. Malum, virajlı diye bahsetmiştik. Yine sınır kontrollerinden geçip kısa bir süre Bosna-Hersek topraklarına girip çıkıyoruz. Bu 15 km uzunluğundaki kısa Bosna Hersek sahili savaş sonrasında Bosna’nın hiç denize açılan kapısının kalmamasıyla anlaşmalar üzerine verilmiş ve böylece Adriyatik denizine açılan bir kapısı olmuş.

Tekrar Hırvatistan topraklarına giriyoruz ilerliyoruz. Karşımıza otoban tabelaları çıkıyor, takip ediyoruz, süre ilerliyor, yine otoban tabelaları çıkıyor.. Yol bi güzelleşiyor bir kötüleşiyor derken köy içlerinden geçmeye başlıyoruz. Neyse uzatmayalım yol bitiyor, toprak yolda ilerlemeye başlıyoruz. Yanlış mı gidiyoruz diyoruz ama yok, hala karşımızda otoban tabelası var sağı gösteriyor. Hay bin kunduz! :) Biz otobana ulaşana kadar zaten iki saat geçiyor. Meğer otobanın bir kısmı yapım aşamasındaymış. Kalan kısım gayet güzel ve düzgün, bundan sonrasını basıp Split’e doğru ileriyoruz.

Ancak Split yolu üzerinde uğrayacağımız bir yer daha var: ‘Klis’ . :)

Klis

Şu anda küçük bir köy ve tarihi kaleden ibaret. 16.YY.’da Osmanlı İmparatorluğu buralara kadar gelmiş ve Klis kalesini almak için uğraş vermişler. Bir kaç defa geri püskürtmüş İmparator Peter Kruzic kaleyi savunmuş ve vermemiş, ne zaman ki imparator ölmüş, kalenin zayıflayan savunmasıyla beraber ele geçirmişiz ve 111 yıl boyunca bizimkiler buraları yönetmişler.

Bizim, arabayla 4 saatte Dubrovnik’ten buraya ulaştığımızı düşününce, tepeden vadiye ve önümüzdeki Split şehrine bakarken binlerce asker, toplar, atlar ile ne kadar zor bir iş başardıklarına tanık olduk. Kale içerisine giriş ücretli yetişkin 10 Kuna, çocuklar 5 kuna. Kendinden bezmiş bir görevli oturuyor kapısında, bilet karşılığında bir kaç dilde basılmış broşür veriyor.

Kalenin, vadilerin arasında Adriyatik ve Split şehrine hakim konumda. Büyük bir kısmı hala güzel ve ayakta kalmış. Restore edilen ve tahminimizce biz oradayken açık olmayan bir de cafe kısmı var. Split’e giderken durup düşünmek ve manzaranın tadını çıkartmak için oldukça güzel bir gezi noktası. Bebekleri beslyeip biraz oksijen aldıktan sonra Split’e olan yolculuğumuz devam ediyor ama artık yokuşu indikten sonra şehre varacağız.

Split

Birkaç gündür unuttuğumuz trafik bizi Split’te karşılıyor. Işıklarda beklemek, şehir kaosu büyük bir yere geldiğimizin ilk belirtileri. Dura kalka ilerlerken nereye gideceğimiz bir anda bilemiyoruz. Aslında navigasyon gösteriyor ancak Polis karakolunu görünce bir de onlara soralım diyoruz, merkez nerededir diye. Hayatımızda konuştuğumuz en uyuz Polis’ti sanırım. Sorumuzun cevabı olarak eliyle sadece ‘-şöyle git!’ işareti yaptı. Ama biz biraz ilerleyip bir de normal insana sorup teyidimizi aldık :)

Bulduğumuz açık ve güzel bir otoparka aracımızı park ettik. Sahile 15 dk. yürüyüş mesafesinde olduğumuzu yürüdükten sonra anladık. Eski sokakların arasından kıvrıla kıvrıla İzmir’in kordon gibi güzel bir düzlüğe çıktık. Bir yanımızda cafeler, diğer yanda deniz. Hemen cafelerin arkası aslında Old City dediğimiz tarihi evler ve kalesi. Bir kaç saat boyunca buradaki güzel sokakları gezdik, şehir büyüklüğünden olsa gerek oldukça kozmopolit insanlardan oluşuyordu. Dilencisinden, öğrencisine, pazarcı esnafından, alkoliğine bir çok kişi görmeniz mümkün. Kale içerisinde gezerken rastladığımız turist ofisine uğrayıp ücretsiz birer harita ve bilgi alıyoruz. Kadın görevli bizim gördüklerimizden farklı birşey söylemiyor ve bizde ona geleneksel tadları nerede alabileceğimizi soruyoruz.

Kadının verdiği 3 adrese de gidiyoruz ancak ilk ikisinin yerine yeller esiyor. 3. Olan Sperun adında bir lokanta. Güzel şirin ve lezzetli gözüküyor. Özel bir balık yemeği sipariş ediyoruz oraya has. Yemek değilde bir nevi çorba gibi geliyor. Balık büyük parça ve kılçıklı olduğundan yemesi zahmetliydi. Ancak oldukça lezzetli ve neredeyse sadece ekmek banarak bile yenilebilecek kadar güzel yemek suyu vardı.

Yemeğimizi yedikten sonra turizm bürosundaki kadının söylediği seyir tepesine doğru gidiyoruz. Ormanla kaplı bu tepede seyir terası gibi bir alan oluşturulmuş ve burada şehre tepeden bakabiliyorsunuz. Aynı zamanda orada bulunan cafelerde manzara eşliğinde birşeyler yiyip içebilirsiniz. Biz havanın serinlemesiyle çayda karar kılıp, kötü birer çay içip akşam 8 gibi geri dönüş yolculuğuna çıkıyoruz.

Split için bu kadar saat yol gelmeye gerek varmı? Aslında çokta yok. Ulaşımın zorluğu, görülecek çok fazla bir detayın olmaması bir daha bizi bu şehre getirmeyecek gibi duruyor.. :)

Gece yarısı otele vardığımızda pestil gibiydi herkes ve özellikle bebekler. Yarını burada yani Dubrovnikte geçirmeye karar veriyoruz.

Dubrovnik (2.bölüm)

Gezimizin başında Dubrovnik’in eski şehrini gezip durmuştuk, bu sefer şehrin yeni kısmını hedef belirliyoruz. Tepenin hemen ardınd kalan şehir merkezi arabayla 15 dk. sürmüyor bile. Güzel yazlık evlerin ve yatların arasından geçerek sezondolayısıyle henüz tam açılmamış plajların olduğu sahile geliyoruz. Deniz tertemiz ve bomboş. Yazın burada deniz oldukça keyifli olacağa benziyor. Zaten sakin olan şehrin bu tarafı daha da sakin :) Cafeler ile dolu bir sokağı var, bizdeki barlar sokağının daha derli toplusu. Güzel mimariler, güzel deniz ve güzel insanların arasından geçerek büyük adalardan birine gitmek için feibot iskelesine yanaşıyoruz. Feribot bileti alacağımız gişe kapalı beklemekten sıkılıp ilerideki başka bir yere soruyoruz ve sezon dolayısıyla günde 1 sefer olduğunu söylüyor bu hayalimizi de çöpe atıyor. Gitsek geri dönemeyeceğiz çünkü. Yaz sezonu ile birlikte oldukça fazla gezi turları, seferler düzenleniyormuş, yazın gideceklerin dikkatine :)

Akşam üzerine doğru, şehirde yapılabilecek son etkinliğimize Teleferik’e geliyoruz. İlk geldiğimizde gece gökyüzünde ışıl ışıl yanan dev bir ‘haç’ görüntüsü dikkatimizi çekmişti. Sabah olduğunda onun dağın tepesinde kocaman bir betonarme yapı olduğunu anladık ve teleferikleri de görünce gezi planımıza almıştık.

Teleferik doldukça yukarıya çıkartıyor görevliler. Enfes bir manzara eşliğinde çıkmaya başlıyorsunuz. Yaklaşık bir 5 dakika gibi çıkış sürüyor. Tüm Adriyatik ayaklarınızın altında küçük bir resim gibi kalıyor. Mutlaka burayı görmeniz lazım. Tepede bir hediyelik eşya dükkanı bir de restoran var. Küçük ve güzel bir yer. Savaştan bu teleferiklerde nasibini almış. Bombalanmış ve düşmüşler. Resimleri ve tekrar yapılışlarının resmedilmesi asansör başındaki çerçevelerde mevcut. Araba ile ulaşmakta mümkün, dağ yollarından geliniyor ama hiç gerek yok çok konforlu ve hızlı biçimde gelinebiliyor.

Şehirde ve hatta Hırvatistanda geçirdiğimiz son gün olması sebebiyle son bir şehir turu atıp, eskiden Kralın sarayı olan yerde yemek yemeye karar veriyoruz. Enfes lezzette biftek tabağı, garnitür olarak ton balığının top top yapılmış hali, patatesler vs. derken masamızdan midemiz ve gözümüz tok olarak ayrılıyoruz. Ortalama aile başı 350 Kuna ücret ödüyoruz. Böyle bir mekan ve yemekler için normal sayılabilecek (hatırlayınız :) 1. kısımda yediğimiz kazık ), gayet memnun kalarak ayrılıyoruz.

Sabah otelden ayrılacağız ve kalan günlerimizi Bosna Hersek topraklarında geçireceğiz. Artık bavulları toplama vakti..