Eki 27 2009

Doğu Karadeniz Gezisi 2. Bölüm: Rize, Şahin Tepesi, Çayeli, Ağaran Şelalesi, Zil Kale, Ayder Yaylası

Okuyamayanlar için; Doğu Karadeniz 1.Bölüm için Tıklayınız.
dsc_0391

Yavaş yavaş yolu takip ediyoruz, hava bugün çok güzel bir şekilde açık, gökyüzünde yine enfes bulutlar. Hatta dün geceki serin ve soğuk havanın yerini 24 derecelik bir ısı alıyor. Rize’ye ulaşmamız yaklaşık 45 dk. sürüyor. Şehrin meydanında buluyoruz kendimizi bir anda. Nedense tüm meydanlarımız biraz karmaşa yaratıyor ilk bakışta, ancak bu sefer Trabzon meydanı kadar yorucu ve gergin değil. Şehirlere ilk girdiğimizde genelde aracımızı park edip kısa bir yürüyüş yapıyoruz, belli noktaları kafamızda yerleştiriyoruz ve en azından adres tarifleri alırken daha kolay şekillenmesini sağlıyor.

rize_panorama2

Park ettiğimiz yerin yanında Turizm danışma bürosu görüyoruz. Büyük şans! Aramak zorunda kalmıyoruz. Yanlız buradaki görevli yaşlı amca sıcağın da etkisiyle o kadar güzel uyuya kalmış ki, bizim bir kaç pardon dememiz bile kendisini uyandırmaya yetmiyor. Ama neyseki çok daha fazla bekletmeden uyanıyor. Yine gezilecek yerler hakkında bilgi almak istiyoruz, bize harita veriyor, buralarda yazıyor diyor. Zaten kitabımız yanımızda, ön araştırmamızı yapmışız, ek bilgi almaya geliyoruz, ancak alamayacağımızı anlayınca  teşekkür edip ayrılıyoruz.

Şahin Tepesi
Şehrin güzel manzarasını görmek için Şahin Tepesi denilen tepeye doğru çıkıyoruz. Çay bahçelerinin arasından geçerek ilerliyoruz, mahallelerin her biri sanki aynı zamanda çay bahçesi, bayanlar bahçelerde çay topluyor. Bu an’ı resmetmek çok keyifli. Daha önce hiç çay toplanırken görmedik televizyonların haricinde. Durup çay toplayan bir kaç bayan ile sohpet ediyoruz. Yolu tırmandıkça Rize’yi kuşbakışı görmenin keyfi artıyor. Ön taraf deniz manzaralı, arka vadi yemyeşil çay bahçeleri manzaralı. Biraz daha tırmandıktan sonra inişe geçer gibi oluyor yol ve geçip geçmediğimizi merak edip kenarda oturan yaşlı teyzelere Şahin Tepesi’ni soruyoruz. Bize gülerek tarif yaptıktan sonra, «birbirinize sarılmayın» diye yine gülerek uyarı yapıyorlar. Bizi liseli aşıklar sandılar heralde. :)

rizesahintepesi_panorama2

dsc_0373

En sonunda lokantaların ve restoranların olduğu manzara tepesine gelmiş bulunuyoruz. Muhteşem bir bakış şehre. Herşey ayaklarınızın altında. Acıktık. Dışarıdan temiz ve nezih gözüken bir restorana giriyoruz. Adı «Şahin Tepesi». Biz tepenin ismini almış diye düşünürken işletme sahibi Mehmet bey tepenin adını biz verdik diye anlatıyor. Henüz hiç bir yapı yokken oluşturduğu yer zamanla tepenin ismi oluvermiş. «Ne yenir» diye sorup öneri üzerine sac kavurma siparişlerimizi veriyoruz. Bakır kaplarda gelen kavurmalar görüntü olarak oldukça yöresel, lezzeti de cabası. Garsonlar, işletme ve Mehmet bey çok ilgili gelen konuklarıyla. Çay fabrikası gezmek istediğimizi ilettik, hemen devreye girip yardımcı oldular. Hatta bizim Öğretmenevi’nde konaklayacağımızı duyduklarında hemen telefon edip yer ayırttırdılar. İki sac kavurma, bir salata, iki su için 23 TL hesap ödüyoruz. Mehmet bey özellikle kahvaltısının çok iyi olduğunu ve bir dahaki sefere mutlaka kahvaltıya beklediğini belirtiyor ve oradan Çaykur fabrikasına doğru ayrılıyoruz.

sahin-tepesi-sackavurma

Çaykur Cumhuriyet Çay Fabrikası
Ülkemizin en eski kurumlarından biri olan ÇAYKUR’un yine en eski fabrikalarından biri olan Cumhuriyet Çay fabrikasını gezmek istediğimizi ilettiğimizde bize olumlu olarak dönen Cumhuriyet Çay Fabrikası müdürü Sn. Köksal Kasapoğlu sıcak bir şekilde bizi makamında kabul ediyor. Çay üzerine koyu bir sohbet yapıyoruz. Kaçak çaylar içerisinde bulunan maddeleri anlattıktan sonra ise artık tanıştığımız herkese kesinlikle kaçak çay kullanmayın diye uyarıyoruz. :)

dsc_0399

dsc_0410

dsc_0421

Fabrika eski olmasına rağmen teknolojisi oldukça yeni. İçerisi tertemiz. Çay yaprağının serüveni fabrikaya geldikten 2.5 saat sonra paketlenmiş olarak son buluyor. Her bir noktada kontroller yapılıyor. Zaten çay toplama ve işleme sistemi inanılmaz bir hızla ve serilikte çalışıyor. Sistem herhangi bir noktada aksarsa, maalesef o yapraklar hiçbir işe yaramıyor. Çay toplama merkezlerinde tasniflenen yapraklar hemen kamyonlar ile alınıyor ve fabrikalara taşınıyor. Zamana karşı bir yarış resmen. Zaten o kadar çok çay toplama merkezi var ki neredeyse ulaştıramamanız imkansız gibi birşey.

dsc_0467

Biz gezerken çok etkilendik. Yaprağın geçtiği aşamaları birebir gözlemlemek bambaşka bir his. (Soldurma, Kıvırma, Oksidasyon, Kurutma, Tasnif) Bantlardan akan sıcacık kurumuş yaprakları izlemek, onların küçük küçük parçalar haline ayrışmasına bakmak çok heyecan verici. Fabrika üretim yaptığı için içeride resim çekemiyoruz. Ancak yolunuz Rize’ye düşerse bu serüvene canlı şahit olabilir ve ilginç bir deneyim yaşayabilirsiniz. Fabrika içerisinde bir de çay bahçesi var. Fabrika turumuzdan sonra bahçede oturup birer çay içip vedalaşıyoruz. Akşam üzeri olmakta ve kalacak yerimize yerleşmemiz lazım. Öğretmenevi’ne doğru devam ediyoruz.

Öğretmenevi’nin konumu biraz şehrin dışı gibi, birde fiyatları normal bir şehir oteli ile aynı. Bu sebeple şehirde bir otelde kalmaya karar veriyoruz. Otel Yalta’da kişi başı 35 TL, kahvaltı dahil. Hiçbir lüksü olmayan, vasat, ancak 1 gece konaklama için yeterli bir otel.

Rize Kalesi, Çayeli kuru fasülyesi
Gece yine yürüyüş yapıyor ve Rize Kalesine çıkıyoruz. Kale’den şehir manzarası çok hoş, ancak kale artık cafe olmuş. Dıştan bir kaç sur görebiliyorsunuz. Bir kaç duvar da içeriden. Bir tur atıp çıkıyoruz. Yine acıkıyoruz. Bu sefer ne yiyelim diye düşünürken aslında programımızda yarın olan Çayeli Kuru Fasülyesini erkene alıp bu akşam yapmaya karar veriyoruz. Rize merkezden 20 dk. sonra Çayeli’ndeyiz.

meshur_kuru_fasulyesi

Bir caddesi olan küçük bir yerleşim yeri. Bu gibi küçük yerlerde zaten saat 20’den sonra kimseleri göremezsiniz sokaklarda. Meşhur iki yer açık. Hüsrev ve Lale kuru fasülye. Hüsrevi arayıp yola çıkmıştık, «açığız buyrun» demişlerdi ancak vardığımızda kuru fasülyelerinin kalmadığını ancak köfte yiyebileceğimizi söylediler, biz de istemedik. Lale lokantasında 2 kuru, 1 pilav, 1 yoğurt, 1 turşu için 24.5 TL hesap ödüyoruz. Çok lezzetli, gayet güzel ancak kuru-pilav için biraz yüksek bir rakam bizce. Artık dinlenme zamanı. Rize’ye dönüp yarın sabah için hazırlıklarımızı yapıyoruz.

Botanik Bahçesi
Sabah erken kalkıp Evvel Zaman Yöresel Yemek Evi’ne gidiyoruz. Şehrin merkezinde, Turizm bürosunun hemen yanıbaşında. Yöresel bir kahvaltı yapalım istiyoruz, ancak olmadığını söylüyorlar. Üzülüyoruz, mekan çok keyifli duruyordu çünki. Ancak adı ile birlikte bir de tezat yaşatıyor müşterilerine. Bizde botanik bahçesine çıkıyoruz. Bu bahçe Çaykur’un araştırma enstitüsü var. Birçok çeşit bitki ve ağaç var. Çaybahçesinde birer çay içiyoruz şehre bakarak, birer de simit alıyoruz Rize simidi. Gevrek duruyor ancak sert ve tatsız bir simit. Sevemedik simidi. Çay da acımıştı. Kalkıyor hemen aşağıdaki Çay Müzesine gidiyoruz.

rize-simidi_kotu-bi-simitkara-kuru

Çay Müzesi
Müzeye girerken bizi yine Şahin Tepesi’ndeki Mehmet bey karşılıyor. :) Zamanında Çaykur’da çalışmış; «size müzedeki eşyaları anlatayım» talebini geri çevirmiyoruz. Hep beraber dolanıyor ve bilgi sahibi oluyoruz. Eski bir konaktan müze haline dönüştürülmüş olan mekanda, tarihi bütün aletleri görmek mümkün. Girişte bir de çay içebileceğiniz kafeteryası var.

dsc_0437

dsc_0443

Ağaran Şelalesi
Çayeli’ne doğru ilerlerken, ilçe merkezinin hemen girişinden ayrılan yol ile bir çok köyün arasından kıvrıla kıvrıla ilerleyerek ulaşmak mümkün. Yolda bir çay toplama merkezi ile karşılaşıyoruz. Yaşlı teyzeler çuval çuval çaylar ile kantarın başındalar. Hemen durup sohbet ediyoruz. Nasıl tartıldığına kadar bakıp fotoğraflıyoruz. Buradaki yayla evlerinin tümünde yük teleferiği var. Eve gidecek eşyaları bu halat üzerinde gidebilen tahta sandığa yükleyip el işareti ile yukarıya çekilmesini sağlıyorlar. İlgi ile izliyoruz.

dsc_0452

dsc_0463

Yolun bittiği nokta ise artık arazi araçlarıyla daha rahat gidebileceğiniz çamur, toprak ve bozuk bir yol size eşlik ediyor. Çevremizde bizden başka kimse kalmıyor bir süre sonra. Araba ile 15 dk. daha bu yolda devam edip yine yol bittiğinde artık anlıyoruz ki yürüme vakti. Bir kenara aracı koyup ilerliyoruz. Suyun gücünü 100 m uzaktan hissetmek mümkün. Serinlik veriyor resmen. Bir yayla evinde oturan amca el sallıyor bize. Buradaki gördüğümüz tek canlı varlık kendisi.

dsc_0500

dsc_0486

Şelaleye varıdığımızda enfes bir su şovu hazırlamıştı bize Ağaran şelalesi. Oturup dinliyoruz, izliyoruz. Suyun bu kadar bol olduğu başka bir bölge daha görmedik. Nefis! :) Fotoğraf çektikten sonra aracımıza ilerliyoruz. Amca bize yine el sallıyor ve yanımıza geliyor. Bir çay içmeden bırakmam diye ısrar ediyor ve bizde kıramıyoruz. Keyifli bir sohbet yapıyoruz. İstanbul’u bırakmış buraya yerleşmiş. Çokta memnun. Darısı bizlerin başına. :) Yarım saat boyunca hep mis gibi çay içiyoruz hem de dalından bizim için topladığı üzümleri yiyoruz. Sohbet ederken, «siz bizim misafirimiz siniz, sizin başınıza birşey gelse bizlere gelmiş kadar üzülürüz demesi, sizden biz sorumluyuz bu şehirde demesi, yedirip içirip yollaması, hele hele bizi hiç tanımadan yapması çok duyulandırdı.. Neredeyse iletişim kurduğumuz tüm Rizeliler sıcak ve cana yakın. Evet..nerede kalmıştık, şelaleyi mutlaka görün. Bu arada suyun döküldüğü yerde oluşan havuzda yazları insanlar girip yüzebiliyormuş, bilginize. İstikamet Ayder yaylası! :)

dsc_0573

Ayder Yaylası
Çamlıheşin yolunu takip ederek ulaşıyoruz Ayder’e. Yol burada ikiye ayrılıyor. Sağdan Zil Kaleye, soldan Ayder’e çıkılıyor. Yollar güzel. Hava serinledi, hatta soğudu. Yolun her iki yanındaki manzaralara bakmaktan insan her an kaza yapabilir tehlikesiyle ilerliyor. Hayatımızda bu kadar sık yeşillik ve bu kadar bol suyu bir arada görmemişiz, şaşkılığımız bundandır. :) Suyun önemini daha iyi kavrıyoruz artık. Ayder yaylası son dönemlerde oldukça popüler. Aslında pek büyük bir beklenti ile gitmedik. Ne kadar popüler o kadar kötümser bir tablo oluyor genelde. En son Uzungöl tam bir hayal kırıklığıydı bizim için. Ancak Ayder’de farklı bir hava var. Evlerin büyük bir kısmı ahşap olarak korunmuş. Küçük küçük serpiştirilmiş birçok ev var. Kimisi tarihi gözüküyor, kimisi yepyeni, ancak mimarileri yöresel, bozulmamış.

dsc_0531

Popüler olmanın getirdiği avantajları iyi kullanabilmeyi başarmış gözüküyor yayla. Sağlı sollu bir çok konaklama seçeneği var burada. Her bütçe için ayrı ayrı yer bulunabiliyor. Evlerin bacalarından dumanlar tütüyor. Dışarısının soğuk olduğunu anlıyoruz. Bir kaç yer baktıktan sonra Çetin bey’in işlettiği Kuşpuni Dağ Evi’nde konaklamaya karar veriyoruz.

dsc_0522

kuspuni

İçeri girer girmez ahşabın sıcaklığı ve dekorasyonun güzelliği sizi çekiyor, Çetin bey’in de dostane yaklaşımı da bu geceyi burada geçirmemizin doğru karar olduğunu düşündürtüyor. Iki kişi 90 TL (kahvaltı dahil) olan Kuşpuni’de akşam yemeği seçeneği de alıyoruz ve ücretimiz 120 TL oluyor. Dışarıda bir yerde de yeseniz bu akşam yemeği ücretini vereceksiniz zaten. Odalarda duş, wc ve sıcak su var. Akşamları sobanın etrafında sıcak sohbet, tv veya yemek keyfi yapabiliyorsunuz. Tüm misafirler ilk tanışmadan sonra nerelere gidildi, neler yapıldı bol bol anlatıyor ve paylaşıyor. Ancak yolların durumundan gitmek istediğimiz daha da yukarıdaki yaylalara gidemeyeceğimizi anlıyoruz. Kendi aracımızla gitmek mümkün değil, arıyorsunuz sizi gelip alıyorlar sonra da bırakıyorlar jiplerle; bu hizmetin bedeli de 50 TL kişi başı. Git gel, 2 kişi, yemek derken bir gün için çok maliyetli olur hesabı yapıyoruz. Vazgeçiyoruz. Kuşpuni’de çok sıcak ve keyifli bir akşam geçirip, kendimizi Çetin bey’in övündüğü kahvaltısına hazırlıyoruz.

ayder-kahvaltisi_mihlama

dsc_0524

Sabah yoğun bir yağmur sesi ile uyanıyoruz. Sular gürlemiş, şelaleler çoşmuş.. Kahvaltıya iniyoruz. Gerçekten hiçbir ikramdan kaçınılmamış, bol bol yöresel bir kahvaltı yapıyoruz. İnsanın bu oksijende iştahı mı açılıyor ne? :) Sobada kızaran ekmekler bir bir biterken, bir anda masanın ortasına mıhlama geliyor. Yemeği artık ne kadar iştahlı yediysek bir sonra ikinci tava da geldi. :) Teşekkürler Çetin bey, keyifli Dağ Evi’niz için…Yağmurda yolculuğu çok severiz, ancak bir sür esonra bu yağmur ürkütücü olmaya başlıyor. Yanıbaşınıdaki akan nehir çoşmaya başladıkça sizde enteresan duygular oluşmaya başlıyor. Tedirginlik gibi. Ayder’den Zil Kale’ye doğru giderken neredeyse onarca toprak kayması ile karşılaştık. Bu kaymalar sadece öyle kötü yollarda, ucube yerlerde olmuyor, yolun en güzel yerinde, en işlek noktasında da olabiliyor. Tedbirli ilerlemekte fayda var.

dsc_0627

dsc_0619

Zil Kale
Fırtına vadisi o kadar büyük ve ihtişamlı bir vadi ki, insanı her noktada etkileyebilecek güzelliklere sahip. Bunlardan biri de Zil Kale. Nasıl yaptın o kaleyi, taşların tepesine, en ücra köşeye. Konumu, duruşu herşeyi çok etkileyici. Buraya ulaşmamız kolay olmadı, yollar çok bozuk ve yağan yağmurdan iyice göller oluşmuş. Arabadan arabaya adres sorduğumuzda herkes öncelikle «Hoş geldiniz» diyor. Bu bizi çok sevindiriyor. Başka hiçbiryerde böyle bir karşılama olmadı. :) yol boyunca yola düşmüş kayalar, topraklar çok korkutucu. Çünki diğer yanınız da uçurum.

zilkale_panorama1

dsc_0586

dsc_0630

Yer yer içinizin boşalarak geçtiği virajlardan geçiyoruz. Bir an geri mi dönsek ne diye iç geçirdiğimizi de hatırlıyoruz. Ama ara ara giden minibüslerden kendimize güç buluyor ve yolu devam ediyoruz. Çamlıheşin ayrımından itibaren 40-45 dk. sürüyor yol. Tarihi ipek yolu üzerinde kurulu olan Zilkale, Osmanlı döneminde 30 asker ile güvenlik amacıyla kullanılıyormuş. Buralara kadar gelip bu kaleyi görmeden gitmek olmaz. Artık yolumuz, Hopa, Artvin. Ama Çetin bey’e de diyoruz, «yollar çok kötüyse geri döneriz». Henüz Artvin/Borçkadaki sel felaketinin üzerinden sadece 2 gün geçti. Yolcu yoluna gerek..İstikamet Hopa..

dsc_0629


Haz 8 2009

Devrek,Bastoncular Çarşısı, Karadeniz Ereğli ve Balık Keyfi

Bu güzel 19 mayıs tatilinin son demlerini yaşıyoruz artık. Bir günümüz kaldı artık doyasıya yaşayabileceğimiz. Sabah el yapımı bastonlarıyla ünlü ‘Devrek’ üzerinden ‘Karadeniz Ereğli‘ye gideceğiz. Uygulama otelimizde yaptığımız kahvaltıdan sonra yola koyuluyoruz. Devrek yolu yine keyif alarak ilerlediğiniz bir yol. Yollar geniş ve yapılı. Yaklaşık bir saat sonra Devrek tabelasından giriyoruz. Geniş bir alana yayılmış bir ilçe izlenimini veriyor Devrek.

devrek_19mayis

Bastonlarıyla ünlü bu şirin yerde 19 Mayıs bayramı tüm hızıyla kutlanıyor. Her yerde bayraklar asılmış. Yer gök kırmızı derler ya aynen öyle. Ne kadar da sevimli oluyor bu şekilde ilçelerimiz, köylerimiz, şehirlerimiz…Tam anayol üzerinde ilerlerken Devrek stadı (ya da öyle bir yer) olduğunu düşündüğümüz alanda, neredeyse tüm ilçe halkıyla karşılaşıyoruz. :) Herkes 19 Mayıs gösterilerini izlemeye gelmiş sanki. Müzik çalıyor, gençler gösterilerini sunuyorlar, yüzlerce insan onlara alkış tutuyor, bayraklarımız dalgalanıyor. Muhteşem bir görüntü. Mutluluk doluyoruz bir anda. Bir süre yolun kenarına park edip onların bu gösterilerini izliyoruz. Ama güneş kavurucu oluyor ve bir süre sonra biz Devrek’e asıl geliş sebebimiz olan bastonlarını bulmak için tekrar yola çıkıyoruz.
dsc_0595

dsc_0592

Bir iki kişiye sorarak meşhur Bastoncular Çarşısı‘nı buluyoruz. Şehrin içinde kalmış, yanyana dükkanların sıralandığı küçük bir çarşıcık karşılıyor bizi. Toplamda 10-12 adet dükkan var. Aslında biz çok daha büyük ya da turistik bir yer olarak hayal etmiştik bu çarşıyı. En azından bir cazibe merkezi haline gelebilir ya da asıl amacaı satış ve gelir elde etmek olan çarşının albenili olması sağlanabilirmiş. Her dükkanın içerisinde onlarca çeşit, renk renk, boy boy, desen desen bastonlar buluyor. Birinden çıkıp diğerine giriyoruz. Dükkanında sürekli yeni bastonlar tasarlayan ve oracıkta üretmeye, şekillendirmeye başlayan esnaf muhteşem görüntüler sunuyor. Girdiğimiz her dükkanda sohpet ediyoruz. Bu kadar bastoncu arasında 2’de bayan bastoncumuz var. Sohpetimizi yapıp oradan ayrılıyoruz. Yolunuz buradan geçerse mutlaka uğrayıp bu bastonları görmenizi tavsiye ediyoruz. Şehirde başka vakit kaybetmeden Karadeniz Ereğlisi’ne doğru yola koyuluyoruz.

dsc_0591

K.Ereğlisine gitmek için Devrek’ten dağları aşarak gidilen bir ara yol var. O yolu tercih ediyoruz. Yaklaşık 30-40 km. Dağları tırmanmaya başlıyoruz. Devrek aşağıda kalıyor. Aman Allah’ım o ne muhteşem zenginlik, her yer yemyeşil. İşte size bir karadeniz klasiği. :) Yollar bir sağ bir sol hatta sağ yaparken sol gibi yoğun virajlı olmaya başlıyor. Sürekli köylerin ve taze dağ havasının içerisinden geçerek devam ediyoruz. Mesafe km. olarak kısa ancak neredeyse hızımız 20’yi hiç aşamıyor. K.Ereğlisine gitmek 1.5 saat gibi bir süre alıyor. Buna dur kalklar, manzaralara bakmalar, nefis dağ sularından içmeler de dahil :) . Bu yolu kendine ve arabasına güvenenlere tavsiye ediyoruz. Onun haricinde girmeyin :) Mide bulantısı yol tutması olanlar ise hiç geçmesin bile..

eregli_panorama1

Karadeniz Ereğli’ye girdiğimizde artık büyük ve gelişmiş bir şehirde olduğunuzu hissediyorsunuz. Binalar yükselmeye, arabalar değişmeye, sokaklar oldukça yoğun ve kalabalık olmaya başlıyor. Bizim amacımız şehre bir bakış atıp, havasını teneffüs etmek. Bir balık yiyip ardından İstanbul’a dönmek. Önce aracımızla bir kısa şehir turu yapıyoruz tanımak için. Trafik olmaya başlayınca bunu sahil şeridinde aracımızdan inerek yapıyoruz. Herkes sahilde yürüyor neredeyse. Nefis. İşte sahil yerleşimlerinin en güzel yanıda bu. Deniz her an yanıbaşınızda. Parklar geniş, yeşillikler bol. Sahil boyunca bir ileri bir de geri tur yapıp acıktığımızı hissediyoruz. Ne yeriz? Tabiki Balık! Gözümüze kestirdiğimiz bir iki kişiye (yerel halktan) nerde güzel yiyebileceğimizi soruyoruz. Herkesin cevabı net: ‘-Balık yemek istiyorsanız iskelenin oradaki yerlerde yiyin.’

dsc_0619

İskelenin sonunda 4-5 balıkçı yan yana duruyor. Hepsi müşteri kapma yarışında. Israr var sürekli. Ancak biz yine tercihinimiz kalabalık olandan yana kullanıyoruz. Çoğu zaman bu yöntem işe yarıyor. :) Yemek konusunda risk almak her zaman güzel sonuçlanamayabiliyor. Engin Balık Restorant‘a girip İstavrit ve salata siparişlerimizi veriyoruz. Bizim için aynı zamanda Amasra ile karşılaştırma imkanı da doğuyor. :) Servis oldukça yavaş da olsa balıklar oldukça lezzetli biçimde midemize iniveriyor. Salata Amasra salatasından farklı olarak üstünde peynir rendeli olarak geliyor. Salata tercihimiz Amasra’dan yana ;) . Karnımız tok. Artık yavaş yavaş dönüş vakti.

dsc_0620

dsc_0623

K.Ereğli’den Akçakoca’ya kadar sahile paralel muhteşem Karadeniz mazarasıyla ilerliyorsunuz. Keşke İstanbul’a kadar yol böyle olsa dedirtiyor.. Akçakoca’dan Düzceye çıkıyor ve İstanbula 2.5 saat sonra varıyoruz. Küçük Karadeniz gezisi olarak çok keyif aldık bu gezimizde. Asıl büyük Karadeniz gezisi için beklediğimiz uygun zamanı artık daha da bir heyecan ile bekliyoruz..