Yaz Tatili 3. Bölüm: ‘Çiftlik Koyu, Turunç, Ekincik Koyu’
Okuyamayanlar için; Yaz Tatili 2. Bölüm için Tıklayınız.
Çiftlik Koyu
Bayır köyü’nden yukarıya ayrılan yolu takip ettiğinizde yine ağaçlar ve manzara ile birlikte 15 dk. sonra Çiftlik Koyu’na varıyorsunuz. Burada 1 otel ve 3-5 restorant’dan başka bir şey yok. Denizi tertemiz. Zaten haklı olarak mavi bayraklı bir plaj. Plajı kumsal. Manzarası muhteşem.
Ancak dikkatimiz çeken tek şey çok fazla deniz taşıtının olmasıydı. Sürekli denizde jetski, yat ya da tur tekneleri gelip gidiyor bu koyun yoğun gözükmesine kalabalık durmasına neden oluyorlar. Biraz vakit geçirip, ayağımızı denize sokup tekar yola koyuluyoruz.
Turunç Koyu
Tatile başladığımız yollardan geri gidiyoruz. O bahsettiğimiz güzel yollar, hani hafızamıza kaydettiğimiz. Meğerse en güzel yollardan geçmişiz. Klimayı kapatıp oksijen alıyoruz bol bol. Turunç’a doğru yol alıyoruz. Çiftlik koyu’ndan geri dönüp yine Bayır Köyü’nden geçip turunç istikameti. Yaklaşık yarım saat sürüyor. Km olarak fazla değil ancak yol artık çok virajlı ve arada karşınıza çıkan bir minibus ya da otobüsü geçmek zor olduğundan peşpeşe yola yavaş yavaş devam ediyorsunuz.
Turunç koyunun güzelliklerini kitaplardan okuduk. Belli ki burası artık gelişmiş bir yer. Büyükşehir olmuş. :) Otoparkları, taksileri, dükkanları ile küçük Marmaris. Nerede kalacağımızı düşünüyoruz. Ta ki plajını görene kadar. Binlerce insane dip dibe. Sanki turunç değil Çin plajı. Gelenler gidenler..yoğunluk..aman allahım. Adım atmak mümkün değil. Bozburun’da o kadar alışmışız ki sakinliğe.. :) Evet denizi temiz gözüküyordu. Tamam manzara da etkileyici idi. Ancak plajda adım atamayacak kadar yan yana oturmak, sürekli bir ses uğultu eşliğinde oturmak, siz tam güneşlenirken arkanızdaki yoldan motositletin “iiiiiiiiiiiuuvv” diye geçmesi sinir bozucu. Zaten oldum olası bu mobiletlerin egzostlarını neden açarlar anlamam. Birde şu minibüs ve taksicilerin “da da da da dat” kornası yasaklansın. Kaldırılsın. Çöpe atılsın! Minibüsler kornasız üretilsin, taksilerin kornasına basınca sürücüye minik elektrik verilsin. Neyse konumuza dönersek yok kalabalık bize göre değil. Yemeğimizi bir lokantada yedik. Yola devam.
Yola devam ama nerede kalacağımızı bilmiyoruz. Çatalbaş ailesini İstanbula dönmek üzere Marmaris otogarına bırakıyoruz. Kenara çekip haritamızı açıyoruz. Elimizi koyalım ve oraya gidelim. Kalabalık olmayan, ama daha önce gitmediğimiz bir yer olsun. Saat 17.00 olmuş bu arada. Biraz hızlı hareket etmek lazım yoksa sokakta kalmak içten bile değil. Bir kaç yere telefon açıyoruz. Yerler hep dolu. Acaba bizde mi İstanbula dönsek diye iç geçirirken “Dalyan”?! diyip, hemen yola koyuluyoruz. 45 km kadar gidip sağa arabayı çekip bir iki yere telefon açıyoruz. Yine yerler dolu. Tabiki haftasonu olduğu aklımıza sonradan geliyor. Her yer doludur? Ne yapsak diye birbirimize bakarken önünde durduğumuz “Ekincik” tabelasına bakıp birbirimize gülümsüyoruz. Burayı hep isteyip gidememiştik. En kötü arabada uyuruz diyip, yola koyuluyoruz çünkü bir yarım saat içerisinde hava kararacak. Köylerin arasından geçiyoruz. Muğla yolundaki sapaktan Ekincik koyu 30 km. Yollar virajlı. Neredeyse 40 dk sürüyor.
Ekincik Koyu
Yol boyunca size tertemiz, mis gibi dağ manzaraları eşlik ediyor. Sırf bu manzaralar eşliğinde ilerleyebilmek için bile buraya gelinir. Yollar hiç beklemediğimiz kadar düzgün ve genişletilmişti. Tabi bizi hep böyle güzel yollarda bir de korku alır. Ulaşım ne kadar rahatsa insanoğlu o kadar hızlı kirletiyor.
Bir yol ayrımında kocaman tabela yapmışlar buradaki otel ve pansiyonlar için. Tam önünde durup telefon açmaya başladık. Neyseki açtığımız her otel ya da pansiyonda bir iki oda mutlaka boş bulduk. Bu sefer de en ekonomik kalabileceğimiz yeri aramaya başladık. Bizim tercihimiz “Akdeniz Hotel” oldu. Kişi başı 45 tl. Sabah açık büfe kahvaltı, akşam açık büfe yemek dahil bu fiyata. Telefonda bizimle oldukça kibar konuşan ve konuşmaya kendini tanıtarak başlayan, yıllar önce İsviçreden kesin dönüş yapmış Fatoş bey, sürekli bu işi hobi olarak para kaygısı olmadan yaptığını memnun kalacağımızı söylüyordu. Oteli bulduk. Hava karardığı için artık biraz da kaderimize razı olduk. Ancak odalar çok geniş ve temizdi. Fatoş bey suyun da parasız olduğunu söyleyince tabiki daha da şaşırdık. Çünki çoğu otel yazın sıcak günlerinde sudan da rahatça para kazanıyordu.
Hatta daha da enteresanı otelde içecek satmıyor. Hemen ileride sokağın köşesinde bakkal var. Ben zaten burada para kazanıyorum. “-Herşeyi ben satarsam buranın yerlisi, köylüsü, diğer esnafı ne kazanacak” diye anlatınca da bizden büyük bir alkış aldı. Tam yemekte canınız kola, meyve suyu çekiyor olmadığını hatırlıyorsunuz. Ancak hemen 50 m ilerideki bakkal almak keyifli. Yani en azından düşünce oldukça ince. Umarız buranın esnafı da Fatoş beyin inceliğinin farkındadır.
İki gece kalıyoruz. Denize yürümeniz gerekiyor. Sabah uyandığımızda görmediğimiz birçok detay ile karşılaşıyoruz. Otelin terasından işte Ekincik koyu! Bitmemiş kaba yapılı tuğlalı inşaatlar (15 yıldır o şekilde duruyormuş denize sıfır..!*!) Belediyenin kazı çalışmaları, toz toprak (ulaşabildiğiniz bir yol var, onu da kazmışlar, toz bulutunun içerisinden ilerliyorsunuz!) Madem kazı yapacaksın yaz dönemini bitir sonra yap..yada hızlı hızlı hemen yap.. insanlar turistler tatile geliyor. Neyse..söylenmek yok. Sahile iniyoruz.
Bu güzel Ekincik koyu’nda kumsalında bir kaç tane otel ve pansiyon var denize sıfır. Hafta sonu olduğu için Köyceğiz tarafındaki herkes buraya denize gelmiş sanki. Bir kalabalık. Sahil uzun ve büyük herkese yetecek kadar alan var. Ama tabiki herkes restoran, duş ve otellere yakın olan kısımda girdiğinden belli bir bölge çok kalabalık. Yemek istediğinizde buradaki restoranlar hiç pahalı değil. Aksine insanlara veresiye bile açmışlardı. Hemen yan tarafta birde çadır kampı bulunuyordu. Herkes birbirini tanıyor, samimi bir hava vardı. Sanki bir biz yabancıyız :)
Ekincik Koyu’ndan Dalyan’a küçük tekneler gidiyor. Gün içerisinde Dalyana ulaşmak bu kadar basit ve keyifli. Aynı şekilde oradan da Ekincik koyu gelişler var.
Şezlong arıyoruz, toplamda 50 şezlong var zaten. Bunların 40’ı kırık ve parçalanmış. Bulduğunuz sağlam parçaları birleştirerek kendinize bir şezlong oluşturmaya çalışıyorsunuz. Yok yok..hayalimizdeki Ekincik koyu böyle bir yer olmamalıydı. Yani belediye, muhtar kim bakıyorsa; arkadaşım yap paralı şezlongu ama sağlam olsun. Girişe bilet kes ama hizmet olsun! Arabanın bagajında hazır duran bizim kamp sandalyelerimizi alıyoruz başka türlü bir gün geçmez. Tüm gün denize girmeden kitabımızı okuyup sahilde oturuyoruz. Ama Ekincik Koyu’na çok yazık etmişler. Yollarda gelirken köylerin içerisinden geçerken hayal ettiğiniz koy’dan eser yok. Kültür Bakanlığı buralardaki yapılara el atsa çok iyi olacak. Herkes kafasına gore ev, bina, otel çıkmış. Bazen düşünmüyor da değiliz? Burası Almanya’da bir plaj olsaydı böyle mi olurdu? Ya da bir Fransa’da koy olsaydı? Bu boşvermişliği anlamıyoruz.
Gece iki gibi otelimizden ayrılıyoruz. Fatoş bey de mutlaka bu kötülükleri sitenizde anlatın, Kültür Bakanlığı harekete geçsin diyor. Defalarca şikayet etmiş, aramış taramış hiçbirşey çözülmüyor, belki sizin yardımınız dokunur dedi.
Aslında herkes üstüne düşeni yapsa kimseye gerek kalmayacak ama…Sonuçta Ekincik Koyu’nu görmediğinizde inanın pek birşey kaybetmiyorsunuz.. :( Bekle bizi İstanbul, tatili bitirdik. Geliyoruz.