Ara 10 2009

Doğu Karadeniz Gezisi 4. Bölüm: Ordu, Boztepe,Taşbaşı Kilisesi, Giresun

Okuyamayanlar için; Doğu Karadeniz 3.Bölüm için Tıklayınız.

dsc_0784

Hiçbir yere sapmadan (sadece bir öğle yemeği molası vermek için durduğumuz Rize haricinde) kendimizi Ordu şehrine atıyoruz. Hava o kadar güzel ki, insanlar tişörtler ile sokaklarda yürüyor, sahildeki parklarda oturuyorlar. Sahil şeridi boyunca şehirden geçiyoruz ve Öğretmen Evi’nde yerimizi ayarlıyoruz. Çok merkezi bir konumda, hemen arka sokaklarında gezilecek sokakları, biraz ileride eski Ordu mahalleleri yine yola doğru yürüdüğünüzde sahile inmeniz mümkün.

dsc_0794

Bu kadar kaldığımız şehirlerin aksine Ordu’da başka bir güzellik butik otellerin de olması. Akşam üzeri biraz şehirde yürüyoruz, hareketli, cıvıl cıvıl. Şehirde modern ve şık mekanlardan tutun da bilindik markalara kadar birçok yer büyük bir şehrin habercisi oluyor. Şehrin yoğunluğu yorucu olmayan, karmaşa yaratmayan bir yoğunluk. Şehir ile ilgili bilgi alırken Ordu ilimizin aslında eski tarihi evlerini en çok koruyan bir sahil şehrimiz olduğunu öğreniyoruz. Hakikaten de, ara sokaklarda üst mahallelerde bir çok eser korunuyor, hala içlerinde normal yaşamlarını sürdüren mütevazi Ordu’lu insanımız bulunuyor.

dsc_0788

Akşam canımız pide istiyor, kendimizi Dıgı’nın Yeri (lakabıymış) isimli lokantaya atıyoruz. Pidelerimizi afiyetle yiyoruz, ama gönlümüzdeki birinci hala Trabzonda yediğimiz pide. Henüz geçebilen olmadı. :)

ordu-pidesi

Sabah ilk hedefimiz Boztepe. Boztepe ulaşmak için bir iki kişiye yol sormakta fayda var, şehrin içinden mahallelerin arasından kıvrıla kıvrıla çıkıyorsunuz. Bir tabela yolun henüz başında var ama, gerisinde yok. Boztepe şehre hakim bir tepe aslında. Uçak ile inişe geçtiğinizde şehrin üzerine alçalma hissi uyandırıyor. Nefis bir manzara. Özellikle geceleri bu manzara daha da etkileyici duruyor. Ağaçlar, kuşlar, aşağıda ayaklarınızın altında şehir ve uçsuz bucaksız deniz manzarası… Boztepe’de bir  restoran var, burada yiyip içip oturabilirsiniz. Şehre 5 dk. uzaklıkta olan bu tepeye çıkmadan dönmeyin. Geldiğimiz gibi tekrar aşağıya iniyoruz. Eski mahallerin arasında dolanıyoruz, eski evlere bakıyoruz, birçoğu bakımlı durumda. Havanın güzelliği sanki evlerin yüzüne vuruyor. Her biri ayrı ışıldıyor. Bu evlerden biri de butik otel yapılmış. İki bina birbiriyle birleştirilerek oluşturulmuş otelde, önünüzde denizden başka bir manzara yok.

dsc_0765

dsc_0782

100m ileride bu otelin hemen yanında 1853 yılında Rumlar tarafından yaptırılan Taşbaşı kilisesi var. Giriş ücretsiz, zaten müze işlevi yok. Uzun yıllar kilise olarak kullanılan yapı, 40 yıl kadar da hapishane olarak kullanılmış. Şu anda restorasyonu bitmiş biçimde konuklarını ağırlıyor. Ama ne restorasyon. Beyaz sıva ile içerisi oldukça duygusuz bir biçimde kapatılıp gitmiş. Yani bizim elimize bir fırça, bir de boya verseniz ancak bu kadar yapabilirdik. Dış görüntüsü bir nebze olsun daha güzel. Biz oradayken içeride bir resim sergisi vardı. 2000 yılından beri de çok amaçı salon olarak hizmet veriyormuş.

Etnoğrafya müzesine gitmek üzere yolda yürüyoruz. Aşağıya inene kadar Eski vali konağı, şu an ki Valilik binası, şu an ki Askerlik Dairesi’nin önünden geçiyoruz. Hepsi tarihi ancak sanat eseri gibi binalar. Birbirinden güzeller. Aktif olarak kullanılmaları da ayrı bir güzellik. Etnoğrafya müzesini sora sora buluyoruz,  yürüme mesafesinde. Eski bir konak müze haline getirilmiş. Pazartesi hariç her gün gezebilirsiniz. Üç kattan oluşan binada banyo kültüründen, yemek kültürüne, giyeceklerden, bebek bakımına kadar eski yaşantıya dair bir çok detay ve obje bulabilirsiniz. Herbirinden ayrı bir keyif alarak bahçesine çıkıyoruz.

dsc_0818

dsc_0798

dsc_0811

Bir İngiliz turist tek başına geziyor. Müze görevlisine birşeyler anlatmaya çalışıyordu. Bir bebek canlandırması var camekan içerisinde. Ama bebek gözükmüyor. Kadın tercüme etmemizi söylüyor, artık bayılmış bir halde. Bizim görevli bayanın ne dediğine bakmadan dinlemeden, sadece «yes, yes, yes..» diyordu. Kadını da sinir basmış. :) Bizden yardım istedi. 15 dakikadır anlaşamadıkları konu şu; bayan bebek ile ilgili bir detay anlatılan canlandırmada, neden bebeğin örtüsünün de kapalı olduğunu anlamadığını, eğer örtü yarım açılırsa içindeki bebeğinde duruşunu görebileceğini ve bu canlandırmanın anlamlı olacağını söylüyordu. Bunu bize anlattığında aslında bir anda şok olduk. Doğru söylüyordu. Binlerce km öteden gelip Ordu müzesindeki bir detayı görmüş ve onun doğruluğuna inanmış, değişmesi için anlatmaya çalışıyordu. Bizde hak verdik. Doğru olduğunu söyledik, hemen görevliye anlattık. Ama görevli «evet abi, doğru» dedi. Bizim dediğimizi bile dinlediğini sanmıyoruz..Maksat geçiştirme.Yani aslında bilgi değil ezberdi onu bu hale getiren. Bir çözüme ulaşamayacağımızı anlayıp, bayanla vedalaşıyoruz..

dsc_0805

Ordu il olarak çok keyifli, düzenli ve gelişmiş geldi bize. İnsanları sıcak kanlı, şehir gelmiş ve geçmişi bir arada güzel yaşatıyor. Ordu’da yaşarmısınız deseler buna verilecek cevabımız kesinlikle evet olurdu. Yola koyuluyoruz, Öğleden sonra Giresun’da olacağız, bir gece de orada konaklayacağız diye planlıyoruz.

giresun_panoromik02

Giresun
Sahil şeridi boyunca adası olan tek şehir olarak anlatılan yer burası. Ada derken, Büyükada, Heybeliada gelmesin aklınıza, bir nevi kayalık gibi, küçük bir yerden ibaret. Meydanda durup trafik polisine Giresun kalesine nasıl gideceğimizi soruyoruz, anlatıyor sağolsun, ama ayağımızı sürüdük heralde daha biz oradan ayrılmadan polise en az 6 kişi daha adres yol veya yer sordu. Adam bizi unutmaz artık :) . Dar ara sokaklardan çıkarak kaleye ulaşıyoruz. Burası ilk durağımız.

giresun_panoromik01

Giresun Kalesi‘nde çok fazla bir yer kalmamış, surların büyük bölümü zaman içerisinde tahrip olmuş. Kalenin orta kısmı ağaçlar ile kaplı. Yemyeşil heryer, hatta az da olsa piknik masaları var ortada. Oturup dinlenebileceğiniz çay bahçesi ve arabanızı kayobileceğiniz yerler bulunmakta. Kale surlarında gitar çalıp şarkı söyleyen gençler ile karşılaştık. Hoşumuza gitti..Kalın surlara oturup biraz şehri izledik tepeden. Şehrin her iki tarafına da hakimsiniz. Hava da açık olduğundan uzaklar bile seçilebiliyordu. Kalede aynı zamanda küçük bir su sarnıcı ve şehitlikte vardı. Tekrar geldiğimiz gibi inelim derken tek yön sokakların azizliğine uğrayıp kendimizi geldiğimiz noktada bulduk. Seyit Vakkas Hazretleri Türbesi önünden geçtik, tekrar anayoldan Giresun Müzesini bulduk.

dsc_0835

Müzede bir çok tarihi eser bulunmakta. Son olarak kullandığımız Müze kartlarımızı gösterip içeri girdik. Eski ismi Gogora Kilisesi olan yapı 1924 yılına kadar kullanılmış, mübadele yıllarıda ise boş kalmış. Yıllar sonra ise restore edilerek müze haline dönüştürülmüş. Arkeolojik eserlerden tutun da, mehter takımının kullandığı alet edevatlara, el yazması Kur’an’lardan eski sobaya kadar bir çok detay var. Hatta bir de mahzeni var. Bu mahzende eski toprak kaplar bulunuyor.

dsc_0861
dsc_0855

dsc_0841

dsc_0840

Şehirde kısa bir tur attıktan sonra acıktığımızı farkedip sorduğumuz bir kişinin önerisi üzerine sahil otoyolu üzerinde bulunan Ayvasıl Liman Restorant‘a gidiyoruz. Geniş otoparkı ve güzel girişi ile birlikte sizi içeride sıcak bir karşılama buluyor. Havanın da güzel olmasıyla birlikte denize sıfır masamıza oturuyoruz. Yemek seçeneği o kadar bol ki, kafamız karışıyor ve şef Zeki Kaya bey’e sadece yöresel yemekler istediğimizi belirtiyoruz. Kendisi bize büyük bir tabak hazırlatıyor. İçerisinde 6 çeşit yemek var. Öncesinde kara lahana çorbası getiriyor. Nefis bir lezzet. Ardından tadımlık yemeklerimizde, Pancar diplesi (pirinçten yapılıyor), Tafla, Kiraz tuzlusu, Bezelye (Yumurta ile yapılıyor), Lahana sarması, Mısır ekmeği sunuldu. Çokmuş diye düşünürken hepsini bir anda bitiriverdik. Hala bu satırları yazarken resimlere tekrar tekrar bakıyoruz. :)

kara-lahana-corbasi

giresun_yoresel-yemekler

Enfes lezzetler. Kesinlikle önerdiğimiz bir yer. Buradan Zeki Kaya  bey’e ve ekibine çok teşekkür ediyoruz. Tüm bu yediklerimiz+tel kadayıf tatlısı için 12 tl hesap geldi. Niye bilmiyoruz ama çok hesaplı, bu yüzden 8 tl’ de bahşiş bıraktık. Nezih, kibar ve lezzetli bir yer.

giresun_telkadayif

Giresun gezimizi de bitirip Trabzona döneceğiz ama, orada kalmak istemiyoruz. Uçağımızı 2 gece öncesine alıyoruz. Akşam üzeri Trabzon’da arabamızı teslim etmeye giderken yoldan arayıp faturamızı hazırla arabayı getiriyoruz dedik. Tamam dedi kiralama şirketi kapattık. Gittiğimizde abi sen bana öyle birşey demedin ile karşılaştık.?!! Yani bu derece işte. Höh be bilader. Hiç mi Allah korkusu yok..Anlayın artık. Yine bir kaç saat süren sinir harbi yaşadık. Aynı gece uçağımıza binip sabah İstanbula vardık.