Kapadokya Gezisi -1: Mustafapaşa, Zelve Açıkhava Müzesi, Avanos
Özellikle Ankara’daki arkadaşlarımız yılda bir kaç defa mutlaka Kapadokya’ya kaçıyorlar, biz bir kere dahi gidemedik diye hayıflanıp dururken, ani bir kararla 4 günlük bir tatili değerlendirdik. Perşembe gidip Pazar günü İstanbul’a geri döneceğiz. Bu gezimizin ekibi 2 aile 2 çocuk (2,5 ve 3,5 yaş).
Yola nasıl çıkacağız? Her yolculuğumuzda olduğu gibi tabiki araba ile. Evde uzun süre “uçak mı? araba mı?” diye yaşanan konuşmalardan sonra otomobil yolculuklarının bize daha fazla keyif yaşattığını bildiğimizden yol için çalışmalarımıza başlıyoruz. Bir de maaliyetleri hesaplarken uçak ve orada araç kiralama masraflarını eklediğimizde hatırı sayılır bir fark çıkıyordu.
İnternetten bakarak beğendiğimiz, Mustafapaşa beldesi’ndeki Ukabeyn butik otelinde kalmaya karar veriyoruz. Hem bozulmamış, küçük ve doğal olması hem de bu tarafları da gezmek istememiz Mustafapaşa’yı özellikle tercih etmemize neden oldu. İstanbul’dan yola çıkışımız çocuklu bir aile olmanın gerekliliği ile gece yarısı oluyor. Her yazımızda vurguluyoruz eğer gece yolculukları sürücü için problem olmayacaksa sıkıntısız ve keyifli bir şekilde yapılıyor.
Ankara’ya kadar zaten otoban, sonrasında ise duble yol olduğundan yolun zorlayıcı hiç bir tarafı yok. Hava aydınlanırken Ankara/Gölbaşı’nda kısa bir mola ile beraber toplamda varışımız 7.5 saat sürüyor. Mayıs ayı olmasına ragmen güneş çıktığından beri sıcak hava hepimizi kavuruyor.
MUSTAFAPAŞA
Ukabeyn otelimize geldiğimizde yeri çok hoşumuza gidiyor. Mustafapaşa’nın hemen kenar mahallesinde, ve merkezine yürüme mesafesinde. Ses yok, her yer sakin. Sıcak bir karşılama ile kendimizi yıllardır geldiğimiz bir tanıdığımızın otelindeymişiz gibi hissediyoruz. Hemen odalara yerleşiyoruz. Özellikle taş odalı bir otel tercih ettik. Kışın sıcak, yazları serin oluyor. Hakikaten de odaya girdiğimizde çok ciddi sıcaklık farkını bizzat deneyimledik, rahat ettik.
Eşyalarımızı bıraktıktan ve kısa bir süre dinlendikten sonra Mustafapaşa’yı gezmek için yürüyüşe başlıyoruz. Yol boyunca ağaçların artık azalması etrafa enteresan bir krem ve kahverengi tonlarını hakim kılmış. Sokaklar ve evler de öyle. Bebek arabalarını da aldık ama bizim çocuklar etrafta koşturuyor. E biraz da enerjilerini atmaları lazım. :)
Mustafapaşa özellikle Asmalı Konak dizisi ile adından çok bahsettirdi ve ününü arttırdı. Sokaklarında yüyürken etraftaki taş ve eski evler bir anda insanın içini huzurla kaplıyor. Sıkılmışız yüksek beton apartmanlardan. Bütün çocuklar sokakta oynuyor. E tabi bizimkiler de gördüler ve hemen onlarla kaynaşıp oynamaya başladılar. Eski sokaklarda kafamızın estiği gibi yürüyüşler yaptık. Ama güneş tepemizde bir süre sonra acaba niye şortlarla gelmedik diye hayıflanmaya başladık. :) Merkezde yeme içme üzerine birkaç yer mevcut. Ancak buralar küçük café/esnaf lokantası tadında. Bir süre sonra çocuklar da sıcaktan yoruluyor ve otelimizin bulunduğu alanda vaktimizi geçirmeye karar veriyoruz.
Akşam üzerine doğru Saklıvadi adındaki yere yürüyerek gidiyoruz. Hakikaten de saklı bir vadi. :) Diğer adı ile “Balta’nın Yeri”. Burası özel bir mülk. Girişine kapı yaptırmış sahibi. Ama girip gezmeye değer. Bir çay kahve içebileceğiniz mekanda yaratmış kendisine. Zaman zaman burada yemekler, davetler, konserler de veriliyor. Bizi de kapalı olmasına ragmen aldı anlattı gezdirdi. Vadi içerisinde tarihi “AZİZ GRIGORIOS KİLİSESİ” var. Enteresan tabii, bölge kayasının oyulabilir yapıda olması burada yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir yaşam alanına dönüştürmüş. Bir de Saklı Vadi’nin çukurda kalan konumu burayı daha da bir korunaklı hale getirmiş.
Buradan çıktıktan sonra bu sefer aracımızı alıp “AYOS NİKALOS KİLİSESİ”ne gidiyoruz. Biz gittiğimizde restorasyon çalışmaları devam ettiğinden sadece dışarından kabaca bakabildik. Ama bizi burada daha da etkileyen etraftaki dağlarda tepelerdeki kırmızılı, sarılı kayalar oldu. Resmen renkleri kendi içerisinde katman katman oluşturarak görsel bir şölen sunuyor doğa.
Artık hava kararmaya başlıyor biz de son olarak Asmalı Konak dizisinin çekildiği eve gidiyoruz. Artık tam bir ticarethane olduğundan içeriden ve dışarıdan şöyle bir bakıp çıkıyoruz. Girişten para alıyorlar, yemekler pahalı.. v.s.. Gelen giden çok olunca ilgi alaka o oranla azalmış, geleni pek umursamıyorlar. Ama konak muhteşem.
Akşam taş odamızda konaklıyoruz. Kara iklimi dolayısı ile gece biraz serin de olsa tek derdimiz çocuklar üşümesin. Ama yorganlar ile bunu hallediyoruz. Ukabeyn Otel’de sabah kahvaltısı güzel. Sürekli mekan sahibi bizimle ilgileniyor, eşi mutfakta ne isterseniz eksiksiz getiriyor. Kahvaltının ardından yola koyuluyoruz.
ZELVE AÇIKHAVA MÜZESİ
Bugün rotamızda “ZELVE Açıkhava Müzesi“ var. Ortahisar’da Devrent Vadisi’nden geçerken onlarca turist otobüsünü görüp biz de duruyoruz. Bu vadide de doğal oluşumlu peri bacalarını görebilme imkanınız var. Gözünüzün görebildiği her yer taş toprak ve kaya. En meşhuru deve silüeti şeklindeki kaya. Biraz yürüdükten, bakındıktan ve fotoğraf çekildikten sonra yolumuza devam ediyoruz.
Zelve açıkhava müzesine geldiğimizde içeriye girmeden Müzekart’larımızı hazırlıyoruz. Yine tekrar edelim, sık seyahat eden ve gezenler için çok kullanışlı olan Müzekart’ı kim bulduysa her yazımızda tebrik ediyoruz. :) Kültür Bakanlığı Zelve’nin girişini de oldukça şık tasarlamış. Araçlar için de otopark mevcut. Yine girişte etrafta bir çok hediyelik eşya satan yer de bulmak mümkün.
Zelve peribacalarının en yoğun olduğu yer olarak geçiyor. Hıristiyanların önemli dini ve yerleşim yeri olmuş. Burada evler, kiliseler, taş değirmenler.. yani aklınıza gelen her şey kayalardan oyulmuş. Kiliselerde motifler ve süsler olmasa her yer tek ton. Sürekli merdivenlerle yukarılarda bulunan yerlere girip çıkıyoruz. Tabii çocuklar buraları kucakta çıktığından bir süre sonra kan ter içinde kalıp dinleniyoruz. Bu arada 1952 yılında kadar da burada yerleşimin olduğunu öğreniyoruz. Bütün bu oluşumların içerisinde en ilginç geleni de kayalara oyulmuş güvercinlikler. Büyük bir çoğunluğu zamanla rüzgar ve doğal nedenlerle bozulsa da hala bir çoğu ayakta. Güvercinler için ince ve güzel bir düşünce ile yapılmış. Bir süre daha etrafa bakınıp Avanos’a doğru yola koyuluyoruz.
AVANOS
Zelve Açıkhava Müzesi’nden Avanos’a varmamız 15 dakika sürüyor. Zaten 10 km gibi bir mesafesi var. Şaraplarıyla ün salan bölgemizde sağlı sollu bir çok şarap evi görmeniz mümkün. Biz de gelmişken bakalım nedir bu diye Avanos Kültür ve Sanat Evi’ne gidiyoruz. Girişte 4-5 genç şarap tadımı yapıyor, görevli olduğunu anladığımız kişi onlara şarapları anlatıyordu. Ancak şarap tadımı yapa yapa sanırız burnu kıpkırmızı olmuş, kafası güzelleşmiş sürekli komik şeyler anlatıyor herkesi güldürüyordu. :) İçeride mahsenlerin olduğundan bahsediyor ama elektrikler kesildiğinden şu anda giremiyoruz diye de not ekliyordu. Normalde girip gezdiriyorlar. Çocuklarımız sıkılınca 10 dakika sonra kalktık.
Avanos meydanda aracımızı park edip birşeyler yemeğe karar verdik. Ancak bir iki yerde esnafın sürekli “-vaaay İstanbul’lu abilerimiz gelmiş” diyerek sürekli çığırtkanlık yapıp müşteri kapmaya çalışması çok itici geldi. Evet bu oradaki çalışanın kalitesizliğinden ama gelen için de çok rahatsızlık veriyor. Biz de hiç sesi çıkmayan Konak Kebap ve Çorba Evi’ne gittik. Hem içeride hem balkonda oturabiliyorsunuz. Bölgede nereye giderseniz mutlaka bir Testi Kebabı öneriyorlar. Biz de burada denedik. Lezzeti çok ayrıcalıklı gelmese de testiyi kırmak gibi ritüeller farklı gözüküyor çocuklar seviyor. :)
Avanos’un en önemli özelliği Hititler’den beri gelen çanak çömlek yapımı. Çömlekçilik her köşede görebileceğiniz ciddi bir iş kolu burada. Hediyelik için de, evde kullanım için de yüzlerce çeşit ürün var. Bu çömlekleri isterseniz siz de yapabiliyor, güzel bir deneyim kazanıyorsunuz. Biz de tüm sevdiklerimize çömlekler alarak ekonomiye katkıda bulunduk.