Burdur, Taşoda Konağı Etnorafya Müzesi, Salda Gölü
Burdur’un eski tarihi sokaklarında yürüyoruz. Hava güzel, günlük güneşlik. Sokaklar ve eski konaklar bizi eskilere götürüyor. Farklı tarihlerde yapılan konaklar hem Burdur tarihine götürüyor bizi hemde bizlerin bu evlerde yaşanan hikayeleri düşünmemize fırsat veriyor.
Önünden geçerken kapısını açık görerek girdiğimiz ‘Taşoda Etnoğrafya Müzesi’nde neler göreceğimizi bilmeden adımımızı atıyoruz. Geniş bir bahçesi, bahçe içerisinde kuyusu, çeşmesi ve iki katlı güzel bir mimaride yapılmış konak bizi karşılıyor. Ahşap, taş ve kerpiç karışımı yapı 1890 yılında yapılmış. Alt katında görevli bir de bey var. Sıcak bir karşılama ile hemen çay demleyebileceğini söylüyor. Biz de dolanıp çıkacağız diyoruz ve güzel teklifini geri çeviriyoruz.
Ahşap merdivenlerinden ağır ağır üst kata çıkıyoruz. Evin mimarisi hakikaten de övgüye değer. İnsanı rahatlatıyor. Düşünsenize eskiden bu konaklarda oturanlar tam bir keyif insanı. Şırıl şırıl akan çeşmeleri, bahçesi, kuyusu, misafirleri, bahçede oynayan çocukları hiç eksik olmuyor.. Bu düşünceler ile üst kattaki avluya çıkıyoruz, yan yana odalardan (5 oda) oluşan konakta oda içlerindeki ahşap dolaplardaki süslemeler, tavanlardaki işlemeler oldukça naïf ellerden çıktığını gösteriyor. Neyse ki buradaki restorasyon temiz ve güzel yapılmış, dokuyu bozmadan. Baş oda olarak adlandırılan büyük odada camlar iki sıra halinde yapılmış; üsttekiler vitrayla süslü, alttakilerin tahta kapaklarının üzerinde ise evi yapan usta ve ev sahibini oven yazılar bulunuyor.
Odalarda mankenler ile canladırma yapılmış. O dönemki giysiler, kullanılan eşyalar, yöreye ait dokuları görme şansını buluyorsunuz. Ancak birçok etnoğrafya müzesine nazaran bu eşyalar oldukça az. Hatta bir kaç camlı sehpa kadar diyebiliriz. Umarız bu hayırseverlerin ve Burdur’luların katkılarıyla zamanla daha da gelişir. Bizi gezdiren görevliyle vedalaşıp sokaklar arasında yarın sabah gideceğimiz Salda gölünü konuşa konuşa kayboluyoruz..
Salda Gölü
Burdur merkezden Tefenni’ye doğru ilerleyip Yeşilovayı geçtiğinizde Salda gölüne geldiniz demektir. Yaklaşık 70 km ve yarım saat sürüyor yol. Göle vardığımızda mangalımızı çıkartmak için uygun bir yer aradık. Orman Bakanlığının göle sıfır tesislerini görüp girmek istedik ancak bayram nedeniyle kapalıymış. Çevrede hiç kimseler yok. Kimse evinden çıkmamış. Göl bile tatilde, hiç bir kıpırtı yok. O kadar dinlendirici gözüküyor ki insanın güneşi sırtına alıp uyuyası geliyor. Hemen uygun bir yer bulup oturuyoruz. Gölün yanına iniyoruz.
Tüm gölü çevreleyen kumsalı enteresan biçimde beyaz, bembeyaz.. Hafif aralarda gri gri sanki biri mangal külü dökmüş gibi renkler var. Aslında bu kumlardaki Magnezyum slikat’tan (Lületaşı) başka bir şey değil. Muhteşem gözüküyor kumlar, hele güneş vurdukça beyazlar gözlerinizi alıyor.
Bu göl bize çok sığ ve küçük gözükse de Türkiye’nin en derin gölü! 184 metre derinliği var!! Ayrıca suyunun temizliği ve berraklığı bizi hayran bıraktı. Göl suyundaki magnezyum ve kil cilt hastalıklarına iyi geldiğinden bir çok ziyaretçi çektiğini öğreniyoruz yıl boyunca. Gölde bulunan sazan ve yılan balığını yine göl çevresinde bulunan restoranlarda yiyebilirsiniz.
Gölün en iyi manzarasını radar tepesi denilen yerden izleyebileceğimizi öğrendik ama çıkmadık. Gelirseniz özellikle fotoğraf için o tepeye çıkılabilir. Sahilde beyaz kumlarda yaptığımız kısa bir yürüyüş, kocaman ormanda kimseler olmadan küçük bir mangal keyfi, ardından gün batımında orman yollarında yapılan dönüş yolculuğu bizi yeterince memnun etti. Sizde gelirseniz mutlaka bu gölün berraklığını ve kumsalını görün…