Küçük Ege Turu 4.Bölüm: ‘Babakale, Gülpınar Apollon Smintheus Tapınağı, Alexandrea Troas Antik Kenti,, Dalyan Köyü, Bozcaada’

Gezimizin bu bölümünde artık bayramın tam ortasına geldik. Yani yavaş yavaş dönüş rotasına doğru girmek gerekiyor. Assos’a kadar zaten geldiğimiz yolu tekrar geri dönüyoruz. Behramkale köyünün içerisinden ‘Babakale’ tabelasına doğru dönüyoruz. Babakale-Behramkale arası yaklaşık 35 km. Babakale’ye varana kadar yol tamamen köylerin arasından ilerliyor. Bayram dolayısıyla köyler arasında bayram ziyareti dikkatimizi çekiyor. Bayramda birbirine yakın köylerdeki insanlar tertemiz ve renkli giyisileri ile yolların kenarında, yine köyler arasında çalışan minibüsleri bekliyorlar.

Hatta yol boyunca bize elleriyle dur işareti yapan, oldukça yaşlı bir dede ile eşini aracımıza konuk ettik. Teyze ile amca bir sonraki köyde indiler. Ancak o kısacık süre içerisinde bize kendi hayatından tutun da, kızının hayatına, İstanbul’daki yakınlarına kadar birçok bilinmeyene açıklık getirdi, anlattı biz sormadan. :) Bizi de oldukça memnun etti. Bu arada yine bu köylerde her yer çocuklar için oyun alanı. Ahırlar, kümesler, bağ, bahçe, yol…Çok mutlu gözüküyorlar. Hatta o kadar doğallar ki koşarken durup çişlerini oldukları yere tarlaya yapıp, koşmaya devam ediyorlar. Bu bizi hem güldürdü, hemde şehirlerde yaşayan, sokaklara bile çıkamayan çocukları hatırlattı…Bizde onları gördükçe sürekli durup bayramlarını kutladık ve çikolata ikram ettik. Aslında böyle zamanlar için arabanın torpido gözünde biraz çikolata bulunmasında fayda var. 

Babakale yolu köyler arasında kıvrıla kıvrıla giden ve oldukça keiyfli bir yol. Babakale Türkiye’nin en batı ucu olarak geçiyor. Zaten köye girdiğinizde hemen meydanına park ediyorsunuz, zaten burası da kalenin yanıbaşı. Köyün meydanındaki kahvede bir kalabalık var. Tüm erkekler oturmuş geleni geçeni izliyorlar. Aslında izlenecek tek şey burada tarihi kale kapılarının tamamen bakımsız bir şekilde yolun ortasına kamyonetlerin arasına yatırılmış olmasıydı. Bu manzara karşısında hayretlerimizi gizleyemedik. Başka bir ülkede olsa bu kale kapıları inanılmaz bir biçimde korunurdu. Zaten bu hayretimiz kale kapısından girince de devam etti. Çünkü tarihi olabilecek bir çok mataryel ulu orta oracıkta duruyordu. Kimi harap olmuş, kimi paramparça vaziyette. İçeri giren çıkan belli değil. Bir bekçi yok. Broşür zaten yok? Yanlız kalenin surları oldukça bakımlı. Belli ki yeni restorasyondan geçmiş. 

Burası aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun son yaptığı kale. Buradaki halkın korsanlardan çok şikayet etmesi sonucunda bir güvenlik sağlamak amacı ile bu kale yapılıyor. Kalenin surlarına doğru çıkıyoruz. Muhteşem bir manzara karşılıyor bizi. Burada gördüğümüz denizin temizliği ve şeffaflığı Bozcaada’ya kadar bizi takip edecek. Hatta denizde birde dalgıç gözümüzden kaçmıyor. Daha sonra kitaplardan öğreniyoruz ki dalış için çok uygun yerleri varmış ve bir çok dalış yapılıyormuş. Kale’den çıktığımızda aşağı doğru inen küçük bir yol var. Burası da limanına gidiyor. Yaklaşık 200m sonra bir baraka balık lokantası ve limandaki balıkçı teknelerini görüyoruz. Havanında ısınmasıyla liman oldukça yoğun çöp ya da leş gibi bir koku yayıyor. Bu kokuya dayanamayıp Apollon tapınağına doğru yola çıkıyoruz. 

Apollon Smintheus Tapınağı Gülpınar’da bulunuyor. Babakale-Gülpınar yolu sahil şeridinden giden yolu çok keyif alarak katettik. Yolların ve manzaraların tadı nefis. Tapınağın bir kısmı sergilenirken diğer kısımlarında kazı çalışmaları devam ediyor. Kapalı birde alan var. Burası da çıkan bazı kalıntıların sergilendiği müze kısmı. Birçok taş üzerinde hayvan motifleri mevcut. Bu aslında Apollon’un Akhalı’lara okları ile veba salgınını anlatmasından başka bir tasfir değil. Ok havada fareye dönüşüp hastalık yaymış. Müze Kart’ımızı burada da gösterip ücretsiz gezimizi devam ettiriyoruz. Bu tapınak şu anda Efes Pilsen katkılarıyla restore ediliyor. Bu sponsorluğu alanda birçok kısımda görmeniz mümkün. Tapınak yıl boyu açık oluyormuş, müze kısmı ise yazları ziyaret edilebiliyor. 

Alexandrea Troas antik kenti tabelalarını takip ediyoruz bu sefer. Yaklaşık 45 dk. sonra varıyoruz. “-Alexandrea Troas antik kentini bizim insanımızdan daha çok yabancı turistler biliyor ve geliyor.” diyor görevli İsmail bey. Aslında burada şansımız oradaki görevli İsmail bey oldu. Bizi aldı, tüm çalışmaları, kazıları, tarihi, olayları teker teker anlattı. İnanılmaz bir bilgi birikimine sahip. Oldukça da keyifli anlatıyor. Tekrar teşekkürler İsmail bey. Bundan binlerce yıl önce insanlar şehir içi yollarını devasa taş kütlelerinden oluşturmuş. Her bir taş parçası devasa boyutlarda ve inanamayacağınız biçimde düzgün şekillendirilmişler. Beynimizi zorlayan bir diğer konu da binlerce yıl önce bu taşların nasıl buralara taşındığı yapıldığı? Hatta daha da enteresanı bu kazı çalışmaları sırasında bizim Kapalıçarşı gibi kapalı bir yeraltı çarşısı bulunmuş. Şehrin kanalizasyon sistemi var! Borular ile bu kanalları birbirine bağlamışar. En ilginç olanı da ara bağlantıları bugünden farksız! Hatta bu kanalların havalandırmalarını bile düşünmüşler 20m derinlikte kuyular açmışlar.

Bunları kazı alanı üzerinde bizzat görerek incelemek çok etkileyici. İsmail bey. ‘-Yabancılar nerede ne var. Neden burası bu kadar önemli herşeyi biliyorlar. Bizim insanımız ise sorgulamıyor bile. Bu nedir? Kim yapmıştır? Geliyor alışveriş merkezinde pantalon bakar gibi geziyor ve hemen çıkıp gidiyor.’ diye ekliyor. Gerçi bizce de en azından bir broşur verilse diye ekliyoruz. Gezdiğimiz büyük yerler hariç hiçbir yerde ilgili broşür ya da bilgi alamıyoruz. Bilet parası veriyoruz? Peki ya hizmet?..

Bu alan ile karşılıklı hamam kalıntıları da var. Devasa büyüklükte taşlar binlerce yıldır birbirlerine ne beton ile ne harç ile bağlılar. Ama bir kemer oluşturmuşlar. Çok heyecan verici. Hele oralara kadar nasıl kaldırmışlar insanın aklı almıyor? Gezip gördük diyoruz ve yaklaşık 5dk. uzaklıkta Dalyan köyü’ne ilerliyoruz. Birşeyler yeme vakti. Karnımız acıkıyor.

Dalyan köyüne girdiğinizde hemen solunuzda ‘Aile Restorant’ var. Burada Levrek kızartmalarımızı söylüyoruz. Tam zamanı diye ekliyor sahibi Selçuk bey. Aslında burasının lezzetinden dolayı daha öncede birçok dergi ve kitapta çıktığını ekliyor. Bizde balığımızın resmini çekiyoruz, yolunuz düşerse mutlaka bu taze balıkları tadın. İki kişi 55 Ytl hesap ödüyoruz. Bu tutara büyük salata, kalamar tabağı, zeytinyağlı tabağı, içecekler dahil. Geceyi burada geçirelim mi diye düşünürken vazgeçip, sabah Bozcaada’ya gideceğimizi düşünüp Geyikli limanına yakın bir yerde konaklamanın daha uygun olacağını anlıyoruz. Tekrar Alexandrea Troas antik kenti yolu üzerinden devam ediyoruz, istikamet Geyikli.

Geyikli’ye vardığımızda hava kararmıştı. Artık bir yer bulup günün yorgunluğunu atmamız gerekiyor. Şehirde pansiyonlar ve birde 3 yıldızlı otel var. Biz (temiz de gözüken) oteli düşünüp yer için bakmaya gittiğimizde lobide oturan ve cep telefonlarıyla oynayan 6 adet adamdan geceliği 50 ytl’de olsa haz alamadık. Hemen yakındaki esnaftan kısaca bilgi alıp Ezine’de Öğretmen Evi’nin bulunduğunu öğrendik. Zaten 15 dk. falan sürüyor yol. Zaten Geyikli’deki otelde yer varmış diyoruz Öğretmen Evi’ni deneyelim? En kötü ihtimal geri döneriz..Öğretmen Evi’nde süit odayı tutuyoruz. Geceliği 40 ytl oda fiyatı. :) Kahvaltı hariç tabiki. Ama konaklamalar için bu sefer ekonomik ve güzel çözümler ürettiğimizi düşünüyoruz. Zaten topu topu bir gece kalacağız. Hava Ezine’de inanılmaz soğuk. Odamıza yerleşiyor ve sabah Bozcaada’ya geçmek üzere planlarımızı yapıyoruz.

Geyikli limanından Bozcaada’ya her saat başı (09.00-19.00) arabalı vapur var. Tek saatler adaya gidiş, çift saatler Geyikli İskelesine dönüş. Sabah 9’da vapurdayız. Sıra yok. Hatta vapurun arka kısmında 8-10 araçlık bir boşluk bile kalıyor. Vapur ücreti gidiş 3, dönüş 26 ytl. Yolculuk 30-45 dk. sürüyor. Deniz durgun. Güneş yavaş yavaş ısıtıyor içimizi. Bozcaada’ya yanaşıp onlarca araç boşalıyor iskeleye. İner inmez dönüş için saatli rezervasyonumuzu yaptırıyoruz yoksa vapurda yer kalmayabiliyor. Bunu size de öneriyoruz. Özellikle yazın kalabalık olduğu zamanlarda vapurlarda yer bulmak sınıtı olabiliyor.

Bozcada’nın arka sokaklarında aracımızı bırakıyoruz. İskele tarafına onlarca kahvaltı yapabileceğiniz yer mevcut. Yine iskelenin devamında bu sefer restoranlar başlıyor. Gözümüze kestirdiğimiz Ada Cafe’ye oturuyoruz. İki kahvaltı tabağı, ve ortaya omlet söylüyoruz. Ekmeğimizi bandıra bandıra yediğimiz bu lezzetli kahvaltı için toplam 22 Ytl hesap geliyor. Biz kahvaltımızı yaparken arkamızda bulunan parkta bir insan kuyrudur gidiyor. herkes bir arabaya doğru kuyruk yapmış. Oturduğumuz yerden de net göremiyoruz nedir bu diye? Biraz sonra gazete kuyruğu olduğunu anlıyoruz. Adaya yeni gelen gazeteleri bitmeden alma kuyruğu. :)

Bozcaada kalesi’ne doğru yöneliyoruz. Burada müze kartımız geçmiyor. Kültür Bakanlığı’na bağlı olmayan bir müze. Giriş 2.5 Ytl. Kale oldukça temiz ve korunmuş vaziyette. Restorasyonu da güzel yapılmış. Konumu itibariyle manzarası çok etkileyici. Bu arada kaleyi biz gezerken akın akın tur otobüsleri gelmeye başlıyor. Bir anda ortalık kalabalıklaşıyor. Yazın burayı düşünemiyoruz bile? Kale’de bile kalabalık gruplar hızlı hızlı dolanmaya başlıyorlar. Bu hızdan da bizim başımız dönüyor. Kalabalık gelmeden bakabileceklerimizi görmek için biz onlardan daha hızlı davranmak zorundayız. bir süre sonra burdan çıkıyoruz. Tenha olan park, bizim kahvaltı ettiğimiz alanlar, hepsi dolu. Oturacak yer kalmamış. Neredeyse iğne atsanız yere düşmeyecek. Koca koca otobüsler, grup grup insanlar…of..tamam diyoruz. hemen buradan uzaklaşalım. Kendimizi ara sokaklara atıyoruz. Nefis! Eski rum evleri, taş evler..

Bozcaada’da özellikle bağcılık ve şarapçılık gelişmiş durumda. Tatil turları da bu üretim yapan fabrikaları, mahsenleri gezdiriyor. Sizde herhangi bir markaya danışıp nereyi görebileceğinizi öğrenebilirsiniz. Bizde Corbus şaraplarının mahsenini geziyoruz. Burada mahseni anlatan yetkiliye, şarap nasıl üretiliyor, hangi aşamalardan geçiyor gibi kafanızdaki tüm soruları sorabilir ve cevaplarını alabilirsiniz. Ada üzerinde tatil olanakları da çok fazla. Bir çok butik otel, pansiyon bulunuyor. Fiyatlar çok değişken olmakla birlikte yer sıkıntısı pek çekilmiyor. En azından açıkta kalmazsınız diyelim. Bayramlar ya da özel günler hariç..Ağustos ayı’nda bağbozumu festivali olduğundan bu ayda biraz sıkıntı yaşanabilir. Devam…Yönümüzü Ayazma plajına çeviriyoruz ama yol üzerinde giderken rüzgar enerjilerini görmek için yoldan sapıyoruz. Muhteşem bir trübin bizi karşılıyor. Onlarcası da arkasında. Çok heyecan verici. Keşke ülkemizin birçok yerinde bu enerjiden faydalanabilsek. Bildiğiniz gibi bu iş için en uygun ama neredeyse hiç faydalanamayan bir ülkeyiz. Bir kaç yer hariç kullanamıyoruz.

 

Ayazma plajına doğru yol alırken etrafta onlarca güzel, küçük, sevimli çiftlik evleri dikkatimizi çekiyor. Her biri birbiriden hoş duran evlerin bir kısmı yazlık olarak kullanılıyor, bir kısmında pansiyon ya da otel hizmeti veriliyor. Plajın arkasında yine plaja paralel balık restoranları bulunuyor. Acıktığınızda limana kadar gitmenize gerek kalmıyor. Saatimizi kontrol ediyoruz, saat 14.00 vapuru için artık dönüşe geçmeliyiz diyoruz ve kısa bozcada turundan sonra limanımıza dönüyoruz. Yer ayırtsanız bile vapurlarda eğer zamanında gitmezseniz kuyrukta yerinizi başkasına veriyorlar ve açıkta kalabiliyorsunuz. Bu yüzden yarım saat önce limanda olmakta fayda var.