Ağu 21 2015

Kapadokya Gezisi -2: Göreme, Uçhisar, Kaymaklı Yeraltı Şehri, Ihlara Vadisi

DSC_0288
Yazımızın ilk kısmını okumak isteyenler
buraya tıklayabilir.
                    
GÖREME

Tekrar yola koyuluyoruz, bu sefer hedefimiz Göreme Açıkhava Müzesi. Müze girişi ve otoparkı oldukça kalabalık. Turist otobüsleri, turistler, gelen giden.. Aman Allah.. Müze giriş kuyruğu neredeyse 100-150 kişi var. Turistlerin %90’ı Japon. Ellerinde kamerlarla tatlı tatlı bakınıyorlar. Müze girişinde gruplara takılmadan içeri giriyoruz.

DSC_0300
DSC_0291

Hıristiyanlar için oldukça önemli bir merkez olduğundan 12 ay boyunca turistleri görmeniz mümkün. Tarihte ise Hıristiyanların dev bir sığınma merkezi haline gelmiş. Bu yüzden yer üstü kaya şehirleri kadar yeraltı şehirlerini de yapmışlar. Bütün kaya evleri zaten birbirine benziyor bir süre sonra. Kiliseler, işlemeleri, evler, banyolar, havalandırmalar, tuvaletler.. O dönem için oldukça zor işleri başarmışlar gerçekten.
DSC_0308
DSC_0303

Çoğu odaya girerken dizlerinizi kırıp giriyorsunuz. Kapıları küçücük. Burada yaşadığınızı varsayarsanız sürekli yapmak hem can sıkıcı hem zor. Ancak kayaların içerisine oyulmuş olan kiliseler resmen sanat eseri. Hakikaten zor iş.. Biraz da çevre gezisi ile bir kaç saatimizi ayırmamız yeterli oluyor. Ama çocuklar için eğlenceli ve değişik mekanlar, onlar da sıkılmadan bizlerle gezdiler. Bu arada etrafta at ya da deveye binerek turistik küçük geziler yapmanız mümkün. Tekrar yola koyuluyoruz ve az ilerideki Uçhisar kalesine doğru hareket ediyoruz.

DSC_0350 copy
DSC_0349 copy
UÇHİSAR

Burası bölgenin en yüksek noktası. Uçhisar kalesi eteklerinde yaşayan halk bir süre sonra nüfus artışı ve erosion nedeniyle buraları terk etmek zorunda kalmış. Kalenin zirvesi turistik açıdan da tüm bölgeyi panoramik görmek için önemli bir nokta. Zaten bir çok gün batımı fotoğraflarında burayı görebilirsiniz. :) Ürgüp, Ortahisar ve Uçhisar gibi kalesi olan yerleşimlerde savunma için yeraltı gizli tünellerden bahsediliyor ancak bu tünellerin bir kısmı çökük olduğundan hala nerelerde ne var bilinmiyor. Çok esrarlı, insan heyecanlanıyor.. :)

Uchisar_panonama_2

DSC_0316

Biz çocuklarla yukarıya kadar çıktık. Merdivenlere bir de kucakta çocuk eklenince biraz yorucu oluyor. Merdivenler dar, küçük ve sert dönemeçli olabiliyor. Biraz dikkat etmekte fayda var. Çıktığınızda manzara tüm güzelliği ile karşınızda. Kesinlikle tüm yorgunluğunuza değiyor. Aslında zirveden bakınca daha iyi anlaşılıyor, tüm bölge bir üçgen gibi. Önemli noktalar birbirine yakın yakın.

Kalenin kapısında çıkışta kuruyemiş tezgahından bol bol kuruyemiş alıyoruz. Çok lezzetli ve taze gözüküyor. Hakikatende öyleymiş.  Aslında marketlerde ya da dışarıdan aynı rakama alıyorsak bu tezgahları tercih ediyoruz çoğu zaman. Böylece zincir marketler kazanacağına yöre halkına gidiyor para. Tabi artık yorulduk. Bütün gün sürekli yer değiştirmek, in bin yapmak yordu bizleri.

DSC_0346 copy
Ürgüp merkeze gidiyoruz, artık akşam üzeri oluyor. Dinlenmek için ortadaki çay bahçesinde oturuyoruz. Biraz zaman geçirdikten sonra yemek yemek üzere oradan ayrılıyoruz. Çok nitelikli bir yer keşfedemediğimiz için en kalabalık yerine gidip kiremitte köfte, kiremitte et gibi bir iki farklı lezzet deniyoruz. Şimdi otele gidip dinlenme zamanı. Yarın farklı planlarımız var.

KAYMAKLI

Sabah ilk işimiz Kaymaklı Yeraltı Şehri’ne gitmek. Kaymaklı’ya geldiğimizde girişte yine kalabalık turist gruplarını ve araç kalabalığını görünce biraz arka sokaklara doğru aracımızı park ediyoruz. Giriş kapısına yaklaşırken yine sağlı solu turistik eşya satan yerler var. Bunların haricinde oturup bir şeyler içebileceğiniz küçük dükkanlar da mevcut.
DSC_0392
DSC_0364

Yeraltı şehrine girmek için kuyruğa girdik. Aslında burada ilk uyarıyı yapmak gerekiyor. Eğer kapalı alan fobiniz, astım gibi solunum yolu rahatızlıklarınız varsa girmemmenizi tavsiye ediyoruz. Sürekli dar ve küçük alanlarda hareket ederek, başınızı eğerek hareket ediyorsunuz. İçerisi, turistlerden dolayı çok kalabalık olunca, havasız ve sıcak oluyor. Şimdi bu uyarılardan sonra anlatmaya başlayalım;

DSC_0390
DSC_0366

Herşeyden önce insanların buralarda hayatlarını geçirdiklerini düşününce çok farklı hissediyorsunuz. Herşey düşünülmüş. Dev havalandırma kanalları bile yapılmış. Pencere boşlukları var. Bu boşluklardan tünelin dibini görmeniz bile imkansız. Hayretler içerisinde ağzımız açık dolanıyoruz. Bu arada zaman zaman dizlerimizin üzerinde, kucakta çocuklarla, odalara da girmek durumunda kaldık.

DSC_0379

Zaman zaman tavan o kadar basık düşünün..İçerisi labirent gibi. Zaten okları takip ederek dolanıyoruz. Kendi başınıza dolanmaya kalkmayın. :) Çocuklar bir süre sonra rahatsız oldular kalabalık ve sıcaktan. Aslında iki gündür sürekli kayaya oyulmuş yapılar görmek bir süre sonra ‘her yer aynı’ hissine sebep oluyor. Biz de sıkılmadık değil. Bu yüzden ikinci yeraltı gezimizi iptal etmeye karar verdik. Ama mutlaka bir yeraltı şehri görün ve tecrübe edinin.

Dışarıya çıktığımızda derin bir oh çekiyor ve ciğerlerimizi oksijenle dolduruyoruz. :)


DSC_0452

IHLARA VADİSİ

Şimdi Kaymaklı’dan biraz yolumuz var. Aracımıza binip Ihlara Vadisi’ne doğru yola koyuluyoruz. Yaklaşık 65 km neredeyse 1 saat kadar sürüyor. Yol boyunca Türkiye’nin en büyük patates tarlalarını görüyoruz. Dağlara oyularak yapılmış tahıl ambalarlarını görüyoruz. Her birinin dev kapıları var. İçeride serin serin, Türkiye’nin herhangi bir yerine gideceği günü, bekleyen ürünler..

DSC_0397

Ihlara vadisine geldiğinizde aracınızı yukarıda belediyenin otoparkına bırakıyorsunuz. Ondan sonra ise sürekli yürüyorsunuz. Vadide çay içmek isterseniz 1 saat yürümeniz gerekiyor. Yola çıkmadan önce su gibi önemli şeyleri yanınıza alın, vadinin sonuna kadar etrafta alabileceğiniz bir yer yok. Müzekartlarımız ile giriş yapıyoruz. Sonrası (400’den sonra saymayı bıraktık) sürekli merdiven. Bu kısım çocuklu aileler için oldukça yorucu. :) Vadinin yukarısı ne kadar kuraksa, içi o kadar güzel şırıl şırıl akan Melendiz Çayı ve yeşillik ile dolu. Hakikaten cennet dedikleri bu olsa gerek.

DSC_0419

Aşağıya indiğinizde sağa ve sola tabelalar karşılıyor, görmek istediğiniz yönü seçip ilerleyebilirsiniz. Biz sola doğru çay bahçesine ilerlemeye karar verdik. Vadi içerisinde “Kemer Kilisesi, Eğritaş Kilisesi, Karanlık Kale Kilisesi, Yılanlı Kilisesi, Eski Baca Kilisesi, Karagedik Kilisesi, Ala Kilise, Kale Kilisesi, Pürenli Kilise, Kokar Kilise, Sümbüllü Kilise” gibi bir çok kilise var. Kanyon boyunca kaya yamaçlarına oyulmuş bir çok barınak mezar ve biraz evvel saydığımız kiliseler var. Hepsine bakmak isterseniz bütün gününüzü buraya ayırmanız gerekiyor. Çünkü vadinin toplam uzunluğu da 14 km. Bunun hepsini yürümek kolay değil.
DSC_0406
DSC_0427

Kanyon içerisinde yürürken suyun serinliği içinizi ferahlatıyor. Ağaçların da gölge yollar yapması yürüyüşlerinizi keyifli hale getiriyor. Burası dünyadaki en büyük ikinci kanyon olarak geçiyor ama içerisinde insan yaşayan kanyon dendiğinde dünyadaki en büyük kanyon ünvanını alıyor.

Yaklaşık 2.5 km yürüdükten sonra çay bahçesine ulaşıyoruz. İşletme biraz zayıf olduğundan 5 kişi aynı anda sipariş verince ortalık karışıyor. Bu yüzden tüm siparişlerinizin bizzat başında durarak takibini yapmanızda fayda var. Yoksa çıkan gözlemeleri alan gidiyor. :) Ama mekan güzel. Yorulmuşuz ve burada biraz vakit geçiriyoruz. Çocuklar da koşup oynuyor. Artık dönüş yolu zamanı yavaş yavaş hareket ediyoruz ve yolumuzun üzerindeki Ağaçaltı Kilisesi’ni geziyoruz.
DSC_0399

Dönüş yolunda bize tarif edilen bir yoldan gitmeye karar veriyoruz. Mustafapaşa’ya giden bu yol aslında bir süre sonra dağ yolu toprak yol gibi değişik bir yol oldu. Etraf ıssız bucaksız. Biz de sürekli doğru mu yanlış mı diye kafamızda sorularla ilerledik ama kendimizi bir anda otelin önünde bulduk. Her zaman kullandığımız yolun tam tersi istikametiymiş meğer. :)
DSC_0401

DSC_0442

Yarın sabah dönüş için erkenden yola koyulacağız. Bu yüzden otelimizde dinleniyoruz. Akşam otelde koyu bir sohbetin ardından yine gece yola koyuluyoruz. Kapadokya gezimiz aslında çok güzel ve keyifli geçti. Ancak bir süre sonra sürekli kaya evlerini gezmek hislerinizi köreltiyor. Hep aynı yerleri geziyormuşsunuz gibi bir izlenim bırakıyor. Bunun için farklı örnekleri gezmekte fayda var. Mesela herhangi bir yeraltı şehri, Uçhisar Kalesi gibi.. Bu yüzden bizce burası için 4 günlük bir seyahat yeterli. Haydi bakalım, bekle bizi İstanbul yine geliyoruz..


Ağu 21 2015

Kapadokya Gezisi -1: Mustafapaşa, Zelve Açıkhava Müzesi, Avanos

DSC_0154
Özellikle Ankara’daki arkadaşlarımız yılda bir kaç defa mutlaka Kapadokya’ya kaçıyorlar, biz bir kere dahi gidemedik diye hayıflanıp dururken, ani bir kararla 4 günlük bir tatili değerlendirdik. Perşembe gidip Pazar günü İstanbul’a geri döneceğiz. Bu gezimizin ekibi 2 aile 2 çocuk (2,5 ve 3,5 yaş).

Yola nasıl çıkacağız? Her yolculuğumuzda olduğu gibi tabiki araba ile. Evde uzun süre “uçak mı? araba mı?” diye yaşanan konuşmalardan sonra otomobil yolculuklarının bize daha fazla keyif yaşattığını bildiğimizden yol için çalışmalarımıza başlıyoruz. Bir de maaliyetleri hesaplarken uçak ve orada araç kiralama masraflarını eklediğimizde hatırı sayılır bir fark çıkıyordu.

DSC_0165
İnternetten bakarak beğendiğimiz, Mustafapaşa beldesi’ndeki Ukabeyn butik otelinde kalmaya karar veriyoruz. Hem bozulmamış, küçük ve doğal olması hem de bu tarafları da gezmek istememiz Mustafapaşa’yı özellikle tercih etmemize neden oldu. İstanbul’dan yola çıkışımız çocuklu bir aile olmanın gerekliliği ile gece yarısı oluyor. Her yazımızda vurguluyoruz eğer gece yolculukları sürücü için problem olmayacaksa sıkıntısız ve keyifli bir şekilde yapılıyor.

Ankara’ya kadar zaten otoban, sonrasında ise duble yol olduğundan yolun zorlayıcı hiç bir tarafı yok. Hava aydınlanırken Ankara/Gölbaşı’nda kısa bir mola ile beraber toplamda varışımız 7.5 saat sürüyor. Mayıs ayı olmasına ragmen güneş çıktığından beri sıcak hava hepimizi kavuruyor.

DSC_0166

MUSTAFAPAŞA

Ukabeyn otelimize geldiğimizde yeri çok hoşumuza gidiyor. Mustafapaşa’nın hemen kenar mahallesinde, ve merkezine yürüme mesafesinde. Ses yok, her yer sakin. Sıcak bir karşılama ile kendimizi yıllardır geldiğimiz bir tanıdığımızın otelindeymişiz gibi hissediyoruz. Hemen odalara yerleşiyoruz. Özellikle taş odalı bir otel tercih ettik. Kışın sıcak, yazları serin oluyor. Hakikaten de odaya girdiğimizde çok ciddi sıcaklık farkını bizzat deneyimledik, rahat ettik.

Eşyalarımızı bıraktıktan ve kısa bir süre dinlendikten sonra Mustafapaşa’yı gezmek için yürüyüşe başlıyoruz. Yol boyunca ağaçların artık azalması etrafa enteresan bir krem ve kahverengi tonlarını hakim kılmış. Sokaklar ve evler de öyle. Bebek arabalarını da aldık ama bizim çocuklar etrafta koşturuyor. E biraz da enerjilerini atmaları lazım. :)

Mustafapaşa özellikle Asmalı Konak dizisi ile adından çok bahsettirdi ve ününü arttırdı. Sokaklarında yüyürken etraftaki taş ve eski evler bir anda insanın içini huzurla kaplıyor. Sıkılmışız yüksek beton apartmanlardan. Bütün çocuklar sokakta oynuyor. E tabi bizimkiler de gördüler ve hemen onlarla kaynaşıp oynamaya başladılar. Eski sokaklarda kafamızın estiği gibi yürüyüşler yaptık. Ama güneş tepemizde bir süre sonra acaba niye şortlarla gelmedik diye hayıflanmaya başladık. :) Merkezde yeme içme üzerine birkaç yer mevcut. Ancak buralar küçük café/esnaf lokantası tadında. Bir süre sonra çocuklar da sıcaktan yoruluyor ve otelimizin bulunduğu alanda vaktimizi geçirmeye karar veriyoruz.

DSC_0188
DSC_0185

Akşam üzerine doğru Saklıvadi adındaki yere yürüyerek gidiyoruz. Hakikaten de saklı bir vadi. :) Diğer adı ile “Balta’nın Yeri”. Burası özel bir mülk. Girişine kapı yaptırmış sahibi. Ama girip gezmeye değer. Bir çay kahve içebileceğiniz mekanda yaratmış kendisine. Zaman zaman burada yemekler, davetler, konserler de veriliyor. Bizi de kapalı olmasına ragmen aldı anlattı gezdirdi. Vadi içerisinde tarihi AZİZ GRIGORIOS KİLİSESİ var. Enteresan tabii, bölge kayasının oyulabilir yapıda olması burada yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir yaşam alanına dönüştürmüş. Bir de Saklı Vadi’nin çukurda kalan konumu burayı daha da bir korunaklı hale getirmiş.
DSC_0183
DSC_0197

Buradan çıktıktan sonra bu sefer aracımızı alıp AYOS NİKALOS KİLİSESİne gidiyoruz. Biz gittiğimizde restorasyon çalışmaları devam ettiğinden sadece dışarından kabaca bakabildik. Ama bizi burada daha da etkileyen etraftaki dağlarda tepelerdeki kırmızılı, sarılı kayalar oldu. Resmen renkleri kendi içerisinde katman katman oluşturarak görsel bir şölen sunuyor doğa.

DSC_0205
DSC_0206

Artık hava kararmaya başlıyor biz de son olarak Asmalı Konak dizisinin çekildiği eve gidiyoruz. Artık tam bir ticarethane olduğundan içeriden ve dışarıdan şöyle bir bakıp çıkıyoruz. Girişten para alıyorlar, yemekler pahalı.. v.s.. Gelen giden çok olunca ilgi alaka o oranla azalmış, geleni pek umursamıyorlar. Ama konak muhteşem.

DSC_0195

Akşam taş odamızda konaklıyoruz. Kara iklimi dolayısı ile gece biraz serin de olsa tek derdimiz çocuklar üşümesin. Ama yorganlar ile bunu hallediyoruz. Ukabeyn Otel’de sabah kahvaltısı güzel. Sürekli mekan sahibi bizimle ilgileniyor, eşi mutfakta ne isterseniz eksiksiz getiriyor. Kahvaltının ardından yola koyuluyoruz.

DSC_0227

ZELVE AÇIKHAVA MÜZESİ

Bugün rotamızda ZELVE Açıkhava Müzesi var. Ortahisar’da Devrent Vadisi’nden geçerken onlarca turist otobüsünü görüp biz de duruyoruz. Bu vadide de doğal oluşumlu peri bacalarını görebilme imkanınız var. Gözünüzün görebildiği her yer taş toprak ve kaya. En meşhuru deve silüeti şeklindeki kaya. Biraz yürüdükten, bakındıktan ve fotoğraf çekildikten sonra yolumuza devam ediyoruz.

DSC_0213
DSC_0212

Zelve açıkhava müzesine geldiğimizde içeriye girmeden Müzekart’larımızı hazırlıyoruz. Yine tekrar edelim, sık seyahat eden ve gezenler için çok kullanışlı olan Müzekart’ı kim bulduysa her yazımızda tebrik ediyoruz. :) Kültür Bakanlığı Zelve’nin girişini de oldukça şık tasarlamış. Araçlar için de otopark mevcut. Yine girişte etrafta bir çok hediyelik eşya satan yer de bulmak mümkün.

DSC_0273
DSC_0267 copy

Zelve peribacalarının en yoğun olduğu yer olarak geçiyor. Hıristiyanların önemli dini ve yerleşim yeri olmuş. Burada evler, kiliseler, taş değirmenler.. yani aklınıza gelen her şey kayalardan oyulmuş. Kiliselerde motifler ve süsler olmasa her yer tek ton. Sürekli merdivenlerle yukarılarda bulunan yerlere girip çıkıyoruz. Tabii çocuklar buraları kucakta çıktığından bir süre sonra kan ter içinde kalıp dinleniyoruz. Bu arada 1952 yılında kadar da burada yerleşimin olduğunu öğreniyoruz. Bütün bu oluşumların içerisinde en ilginç geleni de kayalara oyulmuş güvercinlikler. Büyük bir çoğunluğu zamanla rüzgar ve doğal nedenlerle bozulsa da hala bir çoğu ayakta. Güvercinler için ince ve güzel bir düşünce ile yapılmış. Bir süre daha etrafa bakınıp Avanos’a doğru yola koyuluyoruz.

DSC_0218
Zelve Açıkhava Müzesi

AVANOS

Zelve Açıkhava Müzesi’nden Avanos’a varmamız 15 dakika sürüyor. Zaten 10 km gibi bir mesafesi var. Şaraplarıyla ün salan bölgemizde sağlı sollu bir çok şarap evi görmeniz mümkün. Biz de gelmişken bakalım nedir bu diye Avanos Kültür ve Sanat Evi’ne gidiyoruz. Girişte 4-5 genç şarap tadımı yapıyor, görevli olduğunu anladığımız kişi onlara şarapları anlatıyordu. Ancak şarap tadımı yapa yapa sanırız burnu kıpkırmızı olmuş, kafası güzelleşmiş sürekli komik şeyler anlatıyor herkesi güldürüyordu. :) İçeride mahsenlerin olduğundan bahsediyor ama elektrikler kesildiğinden şu anda giremiyoruz diye de not ekliyordu. Normalde girip gezdiriyorlar. Çocuklarımız sıkılınca 10 dakika sonra kalktık.

DSC_0275
DSC_0276

Avanos meydanda aracımızı park edip birşeyler yemeğe karar verdik. Ancak bir iki yerde esnafın sürekli “-vaaay İstanbul’lu abilerimiz gelmiş” diyerek sürekli çığırtkanlık yapıp müşteri kapmaya çalışması çok itici geldi. Evet bu oradaki çalışanın kalitesizliğinden ama gelen için de çok rahatsızlık veriyor. Biz de hiç sesi çıkmayan Konak Kebap ve Çorba Evi’ne gittik. Hem içeride hem balkonda oturabiliyorsunuz. Bölgede nereye giderseniz mutlaka bir Testi Kebabı öneriyorlar. Biz de burada denedik. Lezzeti çok ayrıcalıklı gelmese de testiyi kırmak gibi ritüeller farklı gözüküyor çocuklar seviyor. :)

DSC_0236
DSC_0285

Avanos’un en önemli özelliği Hititler’den beri gelen çanak çömlek yapımı. Çömlekçilik her köşede görebileceğiniz ciddi bir iş kolu burada. Hediyelik için de, evde kullanım için de yüzlerce çeşit ürün var. Bu çömlekleri isterseniz siz de yapabiliyor, güzel bir deneyim kazanıyorsunuz. Biz de tüm sevdiklerimize çömlekler alarak ekonomiye katkıda bulunduk.

DSC_0286


Şub 20 2015

Lezzet Turu 3.Bölüm ‘Şanlıurfa, İskenderun, Hatay, Gaziantep’

DSC_0179

Yazımızın ilk kısmını okumak isteyenler buraya tıklayabilir.
Yazımızın ikinci kısmını okumak isteyenler buraya tıklayabilir.

ŞANLIURFA

Gezimizin 3. günü.

Sabah kahvaltı sonrasında yine otobanı kullanarak Şanlıurfa’ya ilerliyoruz. Yol çok rahat ve ilerlerken sürekli Suriye plakalı lüks araçlar görüyoruz. Şehrin merkezine Balıklıgöl yakınına bulduğumuz ilk otoparka aracımızı koyuyoruz. Size tavsiyemiz merkezdeki birçok yere yürüyerek ulaşabileceğinizden park edin ve rahatça yürüyün.

Halil-ür Rahman Gölü (Balıklıgöl), Şazeli Ali Dede (17.yy) türbesi, Rızvaniye Camii ve medresesi (1736), Aynzeliha gölü, Hz.İbrahim makamı ve Kale yanyana. Burada uzun bir vakit geçiyor. Parklar, lokantalar v.s. olduğundan güzel bir serinlik içerisinde sıkılmadan tadını çıkarabilirsiniz. İlk durağımız Balıklıgöl.
DSC_0200

DSC_0211

Mimarisi ve balıklarıyla etkileyici bir kartpostal güzelliği sunan Balıklıgöl, o kadar kalabalık ki kendimize sakin bir köşe arıyoruz. Her tarafta balıklara yem atmanız için seyyar satıcılar mevcut. Biz de bu ritüeli gerçekleştiriyoruz ve oğlumuz mutluluktan uçuyor. Yüzlerce balık neredeyse hoplayıp elimizden yiyecek bu yemleri. Herkesin yem verdiğini düşünürsek balıklar iyi çatlamıyor bu kadar yemeğe :)

DSC_0184

Balıklı göl içerisinde, Halil-ür Rahman Camii ve Medresesi, Rızvaniye Camii ve Medresesi, Buluntu Hoca Kütüphanesi, Şeyh Ali Dede Türbesi gibi mekanlar ve Osmanlı dönemi az sayıda mezar bulunuyor.

DSC_0214

Biraz fotoğraf çekip mekanın bilgileri ışığında inceledikten sonra Ayn Zeliha Gölü ve Ayn Zeliha Aile Çay Bahçesi’ne doğru ilerliyoruz. Hava sıcak olmasına rağmen ağaçların fazlalığı ve suların serinliği fazla bunaltmıyor. Park içerisinde etrafımızda sürekli 8-10 yaş grubu çocuklar geliyor, ‘-abi rehber lazım mı’ diye soruyorlar, hatta bir kısmı önünüze geçip bir anca makinalı tüfek gibi saymaya başlıyor.. Hem komik, hem eğlenceli ama bir süre sonra yapışmaları bunaltıcı olabiliyor. Çocuk sayısının fazlalığı bize Türkiye’deki tüm çocukları buraya mı gönderiyorlar diye sorgulamamıza neden oldu. Çarşı, pazar, sokaklar, bahçeler, parklar inanılmaz derecede çocuk kaynıyor. Her yer neşe dolu.. Parkın tam üzerinde Şanlıurfa Kalesi tüm heybetiyle duruyor. Ancak kaleye çıkmıyoruz.

DSC_0190

DSC_0191

DSC_0185

50 metre daha ilerleyip Rizvaniye Camii’ne giriyoruz. Oldukça büyük bir avlusu var. Her sütun başında Allah’ın 99 isminden biri yazıyor. Avlunun diğer ucundan çıktığınızda Hz.İbrahim’in doğduğu mağaraya ulaşıyorsunuz. Çok kalabalık sıra ile bakabiliyorsunuz. Sıcak ve havasızlıktan içerisi çok kötü (ayak, ayakkabı, ter) kokuyor. Kokudan midesi bulanıp çıkanlar oldu o derece.

Mağara etkileyici ancak kalabalık ve havasızlıktan bir dakikada hızlıca bakıp çıkıyoruz. Eski sokaklara doğru yürümeye başlıyoruz. Önce ana cadde üzerinden yürüyoruz. Hala eski tip fırınlar büyük heyecanla üretim yapıyor ve aynı heyecanı bize de yaşatıyorlar. Ana caddeden ara sokaklardaki pazarlara giriyoruz. Küçük birer metrekarelik alanlarda insanlar kendilerine kumaşçı, saatçi gibi dükkanlar açmışlar, herkes ekmeğinin derdinde.

DSC_0207

Biraz ileride Gümrük Han’ı görüyoruz ve içeri giriyoruz. 1566 yılında dönemin valise Behram Paşa’ya kervansaray olarak yaptırılmış. İçerisi nefis. Üst katlardaki atölyelerde üretimler aynen devam ediyor. Mekanlar oldukça etkileyici. Özellikle fotoğraf severler buraya uğramalı. Dönüşte bibercilerin içinden geçiyoruz ve evimize götürmek üzere acı biber alıyoruz. Bunda da dikkatli olmak lazım yoksa hem kazık yiyebilir hem de kötü biberi alabilirsiniz. Akşam hava kararmaya başladığında ise Gaziantep’e geri dönüyoruz.

DSC_0219

DSC_0226

İSKENDERUN-HATAY

Gezimizin 4. günü.

Sabah kahvaltısından sonra yola koyuluyoruz. Hava o kadar sıcak ki klima ile yolculuk yapıyoruz. İlk durağımız İskenderun. Uzunca bir sahili ile karşılıyor bizi. Yürüyüş yapıp bisiklete binmek için nefis bir alan. Paramotor ile uçanları mı istersiniz, bisiklet yolunda gidenleri mi, cafelerde oturup birşeyler yudumlayanları mı.. Biz de bir café de oturup uzun zamandır görmediğimiz bir dostumuzla buluşuyoruz, hasret gideriyoruz.

DSC_0221

DSC_0230

Kısa bir şehir turundan sonra farkediyoruz ki hızlıca yola devam etmemiz lazım yoksa akşama kalacağız. Devam ediyoruz, dağları tepeleri aşıyoruz. Etrafta yavaş yavaş çevirme ya da köşelerde askeri araçlar görmeye başlıyoruz. Suriye’deki savaşın sinyalleri bunlar. Şüpelendiklerini çeviriyorlar, bakıyorlar. Hatta bir süre sonra zırhlı personel taşıyıcılarının etrafta konuşlu oldukları gözümüzden kaçmıyor.

DSC_0240

DSC_0247

Hatay’a giriyoruz, merkeze yakın bir ara sokağa park ediyoruz. Bizi yine bir arkadaşımız karşılıyor ve tarihi sokaklarda bizi gezintiye çıkartıyor. Nefis evler, sokaklar arasında ilerliyoruz. Yani bu güzel evleri gördükçe insan tekrar apartmanlara tıkılmak istemiyor. Habib-i Neccar Camii’ne kadar ilerliyoruz. Caminin içine giriyoruz minaresi tam bir sanat eseri. Çıktığımızda çarşıya giriyoruz buradaki dükkanlar inanılmaz enerjik ve hareketli. Fırınlar yine burda da bizi etkiliyor, bir yandan tepsiler ile yemekler geliyor, diğer yandan ekmekler çıkıyor, hemen yanında kadayıf yapılıyor.. Hepsi etkileyici, insanın girip çalışası geliyor hemen.

DSC_0260

Şehirde savaşı hissediyorsunuz, sürekli siren çalan ambulanslar, hızlıca hareket eden zırhlı araçlarımız, polislerimiz, askerlerimiz.. İnşallah kısa sürede biter insanlar rahat bir nefes alırlar.

Hava artık karardığından sokaklarda bir tur daha atıp kendimizi eski bir konakta buluyoruz. Artık cafeye çevrilmiş. Birşeyler içip dinleniyoruz. Aslında çok fazla vakit ayıramadık Hatay’a. Bir sonraki sefere bir kaç gün burada konaklamak ve daha detaylı kalmak istiyoruz. Dönüş rotamızı ise otobandan değil diğer kısa yoldan yapalım diyoruz.

DSC_0254

DSC_0271

Işıklandırma yetersiz duble yol ancak beklemediğiniz bir an da yolu kesip çevirme yapan askerlerimiz ve devasa zırhlı araçlar, projektörlerle aydınlatılan siz olunca biraz tedirgin tedirgin ilerliyorsunuz. Otobana göre kesinlikle daha kısa olan bu yolu da kullanabilirsiniz.

DSC_0352

DSC_0286

GAZİANTEP

Gezimizin 5. ve son günü.

Sabah ilk işimiz Zeugma müzesi. Müzekart’ımız ile ücretsiz giriş yapıyoruz. İçerisi ve dışarısı oldukça Avrupai ve modern tasarlanmış müzemizi görünce seviniyoruz. Eserleri inceledikçe hayran olmamak elde değil. İki katlı olan müzede dönemin en güzel eserlerini incelemek, hele hele özel bir odada tutulan meşhur Çingene Mozaiği insanı derinden etkiliyor.

DSC_0285

DSC_0366

DSC_0348

Öğlene doğru Katmerci Zekeriya Usta’da katmer yiyoruz. Lezzetli ve çok sıcak kanlı bir mekan. Sahibi sürekli geliyor, hal hatır soruyor, takılıyor size. Zaman zaman da içerideki ustalarına katmerin nasıl iyi olması gerektiği ile ilgili direktifler veriyor.

DSC_0318

DSC_0304

Sıradaki hedefimiz ise Gaziantep’in hanlarının bulunduğu tarihi sokakları. Neredeyse her yüz metrede bir han bulunuyor. Hepsinin özellikleri farklı ve artık turistik eşya satan dükkanlar haline dönüşmüş durumda.

DSC_0371

IMG_3317 copy

Yolda ‘Yemeni’ (buraya has deri ayakkabı) satan dükkanları görünce oğlumuz kırmızısından bir tane istiyor ve biz de bayıla bayıla alıyoruz. Bu ayakkabılar artık turistik amaca hizmet etse de gerçek deriden yapıldıklarından dolayı çok rahat, esnek ve sağlamlar. Günlük hayatta rahatça kullanılabilir. Ayrıca Humanızlı sabunlarından almanızı tavsiye ediyoruz, hakiki doğal sabun. Yörede oldukça tutuluyor..

DSC_0293

IMG_3335DSC_0311

Tarihi Gümrük Han’ı içerisine girip dolaşıyoruz, üst katlarda el işi, sanat atölyeleri mevcut, ‘Ebru’ sanatı ilginizi çekiyorsa öğretmen eşliğinde kısa bir çalışma yapıp 5 lira veriyorsunuz. Tütün Han’ı, Zeytin Han’ı derken bu kadar dolaştık ve artık karnımız acıktı; hemen en yakınımızda İmam Çağdaş var. Aslında mantık olarak bu kadar popüler yerlere gitmiyoruz bir süredir, bizi çok fazla hayal kırıklığına uğrattılar. Siparişlerimiz verdik beklemeye başladık. Gelen giden baklavaların haddi hesabı yok, kebaplar da öyle.

DSC_0317

DSC_0341

Oruk Kebabı, Patlıcan Kebabı, Lahmacun, Ali Nazik Kebabı sipariş ettik. Yok böyle bir lezzet. Korkmadan gelin. Yedikçe insan acıkıyor. Zaten turistler otobüslerle geliyor lokantaya. Kuyruk oluyor resmen.. İçerideki fırını ise ikiye ayırmışlar, bir taraf paket siparişlere bakarken diğer taraf içeriye yetişmeye çalışıyor.

DSC_0368

Çıktıktan sonra Tarihi Bakırcılar Çarşısı’nı geziyoruz. Oradan çıkıp Zincirli Bedesten Çarşısını, devam ediyoruz Almacı Pazarı’nı geziyoruz. Cevizli Sucuktan tutun da, Pestil’e, Nar Pekmezi’ne kadar dilediğinizi bulmanız mümkün. İnsan bu pazarlarda kendini kaybediyor gerçekten. :)

DSC_0314

Yanımızda götürmek üzere alışverişlerimizi yapıyoruz ve sokaklarda turladıktan sonra yine meşhur Tahmis Kahvesi’nde alıyoruz soluğu. Hava sıcak olduğundan kendimizi dışarıdaki alana atıyoruz ama asıl klasik olan mekan kapalı olan yer. Darbukalı, klarnetli kahvemizi yudumlayıp kendimizi bu sefer de akşam yemeği için Halil Usta’da buluyoruz. Yine kebaplar, yemeler, içmeler.. Gaziantep’te kötü yemek bulmanız şans işi. Biz iyisine hasret yaşıyoruz İstanbul’da. Herşey leziz..

Baklava için iki adres veriyoruz. Yanınızda götürmek için kesinlikle Zeki İnal Baklavaları. Lezzetine hayran kalacaksınız. Tepsideki köşe yerlerini ayırıyor, o kısımların hastaları ayrı diye ekliyor. Neyse iki kutu aldık ama keşke daha çok alsaymışız.

IMG_3337

DSC_0343

Diğer bir adres ise Koçak Baklavaları. Burada havuç dilimini ve baklavasını afiyetle götürün. Yani aslında İmam Çağdaş’tan da alsanız buralardan da alsanız kesinlikle hepsi çok lezzetli, memnun kalırsınız.

DSC_0330

Bu tur bize birçok lezzet kattı, düşündürdü, üzdü, sevindirdi. Türkiye’deki en önemli rotalardan birisi. Ne kadar fazla değerimizin olduğunu görmek ve anlamak açısından önemli bir fırsat haline dönüşüyor. Biz çok keyif aldık. Umarız siz de keyifli bir gei yaparsınız şehirlerimize..

Artık geri dönme vakti.. Bekle bizi İstanbul.


Şub 13 2015

Lezzet Turu 2.Bölüm ‘Birecik, Halfeti’

    DSC_0080

Yazımızın ilk kısmını okumak isteyenler buraya tıklayabilir.

2.gün Birecik ve Halfeti var programımızda. Şanlıurfa otoyoluna çıkıp Nizip-Birecik’i takip ediyorsunuz. Yolun büyük kısmı otoban, kalanı köy yolları ancak geniş ve güzel.

Nizip’i geçtikten sonra Birecik Barajı’nın köprüsünden geçerken sağlı sollu yolun her iki tarafında da mülteci kampları devasa büyüklükleri ile dikkat çekiyor. Baraj suyuna bu kadar yakın onbinlerce kişinin konaklaması bizleri huzursuz ediyor. Köprüde durup hemen makinamızı hazırlıyoruz fotoğraf çekebilmek için ancak nafile. Hemen askerlerimiz düdükleri ile el kol haraketleri ile devam edip uzaklaşmamızı söylüyorlar. Biz de sadece tek bir kare resim alıp, hiç almamış gibi yapıyoruz; resmin kötülüğü bu yüzden. :)

DSC_0070

DSC_0072

BİRECİK

Otobandan Birecik çıkışından çıkıp yine aynı istikameti takip ediyoruz. Kendimizi bir anda Birecik’in ortasında buluveriyoruz. Alaburç Camii tarihi estetik yapısıyla, kötü mimariye sahip şehir içerisinde hemen dikkatimizi çekiyor. Buraya kadar gelmişken meşhur Kelaynak kuşlarımızın üretim çiftliğine doğru sahil yolunu devam ediyoruz.

DSC_0075

Bizi kapıda 2 görevli karşılıyor. İkisi de birbirinden hoş sohpet. Onlar anlatıyor biz soruyoruz. Yaklaşık 10 sene önce sayıları 11’e kadar düşen kuşların buradaki üretim çiftliği sayesinde şu anda 145’e ulaşmış. ‘’Her biri yaklaşık 15 Kg yağsız et tüketiyor günde’’ diyor görevli. ‘’İlla tabakta istiyorlar yemeklerini’’ diye de ekliyor. ‘’Elimizle versek ya da başka bir biçimde yine yemiyorlar’’ dedi. ‘’Hele küserse kuşlar bir gidiyorlar 10 gün yok. Biz de merak ediyoruz haliyle’’ diyorlar.. :) Bir süre kuşları inceliyoruz. Hakikaten oldukça iriler ve heybetli duruyorlar uçarken. Sayıları arttıkça belirli adetlerle doğaya bırakılıp normal göçleri sağlanıyormuş artık.

Yolumuza devam ediyoruz. Şimdiki durağımız Halfeti.

DSC_0159

HALFETİ

Birecik Halfeti arası yaklaşık 25 km. Köy yollarından ilerlemeye başlıyoruz. Yollar virajlı ancak güzel. Her yer alabildiğince fıstık ağacı. Sağlı sollu tüm topraklarda fıstık. Fıstık’tan ne kadar insanımızın ekmek yediğinin bir göstergesi aynı zamanda. Yolunuzun üzerindeki ilk Halfeti ‘Yeni Halfeti’. Kötü bir mimari ile yeni bir kasaba. Gecekondu mahallesine dönmüş. Doku yok. Eski Halfeti tabelası ise ileride bize devam et diyor, yaklaşık 15 dakika daha ilerleyip vadiye inmeye başlıyoruz.

DSC_0093DSC_0084Baraj gölü nefis bir manzara sunuyor bize. Şehre girer girmez otoparkçı ayrı bağırıyor, rehber adamlar ayrı, bir yandan rehber çocuklar takılıyor peşinize v.s.. herkezin sizi çağırması bağırması rahatsız edici. Sakın herhangi birşeye karar verip yapmayın hemen. Çünkü verdikleri rakamlar yüksek.

Ama aradığımız o meşhur Halfeti işte burası! Şehrin dokusu, evler tarihi ve taş yapıları muhteşem. Biz aracımızı sahile park ediyoruz. Ücretsiz. Burada biraz soluklanalım istiyoruz. Hem de ne var ne yok biraz etrafla sohpet ede ede bulalım. Geldiğimizde bir de dizi çekimi vardı. Halk toplanmış onları inceliyordu.

DSC_0119

Burada yapabileceğimiz şeyler belli. Birincisi, şehrin tarihi dokusu için yürüyerek sokakları dolaşmak, ikincisi baraj gölünde tekne turu. Tekne turu büyük tur ve küçük tur olarak ikiye ayrılıyor. Ancak küçük turda Rum Kale’ye kadar gidiyor. Eğer sular altında kalan köyü görmek istiyorsanız pek bir anlamı yok.

Büyük turda girişte 80 TL isteyen görevliler vardı. Biz parktaki çaycıya sizin tekneniz var mı diye sorduk, biraz da pazarlıkla 50 TL’ye anlaştık. Git gel 1 saat sürüyor. Tekne sadece bizi alacak diye anlaştık, orta büyüklükte bir tekne. Büyük teknelerde kalabalık ve curcuna oluyor.

Baraj gölü burada yaşayanlar için de önemli bir ekmek kapısı olmuş. Neredeyse her ailenin burada bir orta halli teknesi var ve turistleri gezdiriyorlar ailece. Bizim kaptanımız 13 yaşındaydı. :) Mesaisi bitince abisi, amcası, dayısı..v.s.. aileden herhangi biri gelip kaptanlığı devralıyor. Tabiki balıkçılık da yapılıyor. Etrafta bu balıkları satan bir çok lokanta da mevcut.

DSC_0117Dağların vadilerin arasında süzülüyor teknemiz. Pat pat motorun dışında hiçbir ses yok. Nefis bir manzara. Solda yamaçta devasa tarihi Rum kale bizi karşılıyor. İsterseniz oldukça dik merdivenlerden bu kaleye çıkabilir ve gezebilirsiniz. Ancak çocukla biraz zor olduğunu belirtmekte fayda var. :) Biz teknemizden izlemeyi tercih ediyoruz. Biraz ileride ise sular altında köy gözüküyor. En belirgin özelliği yarı boyuna kadar batmış olan camii minaresi.

DSC_0121Bu arada kaptanımız ‘’abi buraya kadar 50, batık köy 60 TL’’ diyor. Anlaşma falan hak getire. 50 demiştiniz falan ama.. kime ne anlatıyorsun.. Buralarda ne koparırsan anlayışı devam ediyor.

Köydeki evlerin neredeyse hepsi orjinal taş işçiliği. Tarihi dokusu oldukça güzel. Tekneden fotoğraflayıp tekrar merkeze dönmek için yola çıkıyoruz.

DSC_0083DSC_0105Gidişte ve dönüşte şehir merkezine yakın konumda tarihi bir camii dikkatimizi çekiyor. Tekneden orada inip şehre yürümek istiyoruz. Camii’nin adını kime sorduysak bilemedi ancak yaptıranın yüzlerce yıl önce Melih Gökçek’in büyük büyük dedelerinin olduğunu söylediler. Camii mimarisi ve dokusuyla insanı etkiliyor ancak artık kullanılmıyor. Baraj suları yükseldikçe içerisi de suyla dolduğundan bir tarihi eserimizi daha suların altına hediye etmişiz. Biz oradayken içerisinde su yoktu rahatça dolanıp bakma şansımız oldu. Artık akşam üzeri olmak üzere tekrar Gaziantep’e dönüyoruz.


Şub 12 2015

Lezzet Turu 1.Bölüm ‘Gaziantep, Kilis’

Rota

Havalar güzelleşiyor. Uzunca bir süredir de hareket etmemiştik. Kuşlar cıvıldamaya başladıkça bizim de içimiz kıpırdanıyor. Perşembe, Cuma ve Pazartesi gününü de izin alarak 5 günlük bir rota arıyoruz kendimize.

Bir an, yıllardır gitmek isteyip de gidemediğimiz Gaziantep geliyor aklımıza. Nedense kendi memleketimize bir türlü vakit ayıramadık. Bu 5 gün için karşımıza Gaziantep, Kilis (Memleketimiz :) ), Şanlıurfa, Mardin çıkıyor. Bu gezi aslında büyük oranda yeme içme gezisi olacağını daha en başında belli ediyor. Zaten ağız tadımız da yerinde, bir de bunları anlattık mı demeyin keyfimize..

Uçak biletlerini THY üzerinden alıyoruz. National araç kiralamadan THY kampanyası ile dizel Renault Fluence kiralıyoruz, burada size önerimiz kesinlikle çevre gezileri de yapacaksanız dizel araç kiralayın. Biz bu 5 gün içerisinde 1300 km yol yaptık. Şehir içerisinde, merkezi sayılabilecek bir konumda olan Dedeman Park otel’de ise konaklamamızı yapmak üzere ayarlamalarımızı yaptık. Otelin çalışanları çok güleryüzlü ve problem çözücü olmasına rağmen fiyat kalite dengesi genel olarak vasatın üzerini aşamıyor.

DSC_0007

DSC_0003

Sabah uçaktan inip otelimize ulaşmamız 10.30 oluyor. Kahvaltımızı otelde yapıp biraz dinlendikten sonra vakit kaybetmeden Gaziantep’i gezmeye başlıyoruz. Küçük oğlumuz artık sıkıldığından enerjisini atması gerekiyor bu sebeple ilk seçimimiz Gaziantep Hayvanat Bahçesi. Kilis yolu üzerinde. Navigasyon ile gayet rahat buluyoruz. Giriş, tam 4 TL, öğrenci 2 TL. Devasa bir arazi üzerine kurulu. İçerisinde yok yok. Arslanlar, çeşit çeşit kaplanlar, develer, tilkiler, yüzlerce çeşit balıklar, sürüngenler..v.s.. İçeride tur yapan tren var. Ücreti karşılığında biniyorsunuz ve içeride tur atıyorsunuz. Bizim bulunduğumuz sürede kalabalık olmadığından henüz çalışmaya başlamamıştı.

Türkiye’de gördüğümüz en büyük hayvanat bahçesi. Hayvanlar adına çok sevindik öncelikle. Hepsi kendileri için ayrılan alanlarda rahatça koşup oynuyor. Medeni. Gaziantep’e çok yakışmış. İçeride ayrıca bir de kitapçık veriyorlar tanıtıcı. Buradan çıkmamız yaklaşık 1.5 saatimizi alıyor, hızlı olmamıza ragmen.. Bu işte en mutlu kişi Can bey :)

Bir sonraki durağımızı konuşurken, aslında programımızda başka bir gün olmasına rağmen, yolun yarısını geldik diyerek Kilis’e gitmeye karar veriyoruz.

DSC_0040

Bu gezide babamızın ve annemizin bize eşlik etmesini özellikle rica ettik.. Onlar da bizleri kırmadılar sağolsunlar. Neticede babamız bütün bölgeyi tarihiyle, kültürüyle, yemekleriyle biliyor, tanıyor.. Çok heyecanlıyız. 12-13 senedir memleketimiz Kilis’e gitmemişiz. Neler değişti, nasıl gelişti bilmiyoruz. Çocukluğumuzdaki anıları anlata anlata ilerliyoruz. Yolculuk çok keyifli geçiyor. Gaziantep-Kilis arası yaklaşık 45 dakika sürüyor.

DSC_0027

DSC_0032

KİLİS

Küçüklüğümüzdeki Kilis’i anlatalım hayal etmeniz için, çünkü birazdan 20 yıllık bir karşılaştırma yapacağız;

‘Dedemizin evi, eski tip mimariye sahip orjinal bir evdi. Şehrin tarihi dokusunun korunduğu merkezde tarihi Tekke Camii ile yine tarihi Ulu Camii arasındaydı. Bütün evler birbirine neredeyse bir el ile değebileceğiniz mesafedeydi. Evlerin hanımları pencerelerinden karşılıklı birbiri ile konuşabilirdi.

Alt katta hayvanların bağlandığı (ahır değil) ve soğuk hava deposu olarak kullanılan yer, üst katta ise ortası havışlı (ortada avlu, etrafında odalar olan mimari) odaları bulunmaktaydı. Sokaklar oldukça dar (bir araba zor geçiyor, genelde at arabaları düşünülerek tasarlanmış) ve tarihi eski tip parke taşlardan oluşuyordu.

DSC_0030

DSC_0058

Bakkalı, berberi kim kimin misafiri herkesi bilir tanırdı. Bol bol motorsiklet gürültü içerisinde dolanırdı. Evin damına çıktığımızda Suriye sınırının ışıklarını görürdük. Kebaplar ya da tepsi yemekleri evde hazırlanır, mahalledeki fırına yollanır orada pişirilirdi. Yoldan geçen bir at arabasına çocukken rahatça atlayıp istediğiniz yerde inebilme özgürlüğünüz vardı. Kalabalık değildi, tüm şehir birbirini tanırdı..’

Gelelim 2014’e. Şehre girmeden, Kilis tabelasında hatıra fotoğrafımızı çekilip meraklı gözler ile merkeze doğru ilerliyoruz. Şehir çok büyümüş. Eskiden bağ bahçe olan, boş arazi olan yerler şimdi apartmanlara dönüşmüş.

İlk dikkatimizi çeken şey, her yer toz. Resmen toz tabakası oluşmuş şehirde. Trafik kaos. Türk plakalı araba neredeyse yok gibi. Biraz ilerledikçe yerlere atılmış çöpler ve pislik içerisindeki sokaklarla karşılaşıyoruz. Yok yok bizim bıraktığımız Kilis öyle değildi. Hırsızlık bile olmazdı, dilenci göremezdiniz sokaklarda.

DSC_0019
DSC_0018

Önce karnımızı doyurmak için ŞIK KASAP’a (Tel: 813 18 04) gidiyoruz. Burası bildiğiniz kasap. Sahibi Ökkeş Demircan tüm ustalığıyla bize Kilis kebabı yapıyor. Fırına gönderiyor. 5 dakika sonra tepsiler ile kebaplarımız geliyor. Yanında gelen ekmekler (küçük tırnak pideler burada ekmek diye adlandırılıyor) inanılmaz. Sadece oturup bunları yiyebilirsiniz. Sıcacık. Şu an bu satırları yazarken bile aklımıza geldikçe ağzımız sulanıyor. Biz kebabı ellerimizle yerken Ökkeş bey bize bir de Kilis lahmacunu yapıyor. Lahmacun ince, çıtır ve bol soğanlı. Gaziantep’te ise soğan yerine sarımsakla yapılıyor. Bu nefis lezzetleri midemize indiriyoruz. Bir yandan da sohbet ediyoruz. Çok sıkılmışlar Suriyeli’lerden. Kilis nüfusunun iki katı Suriyeli var şu anda diyor.

Merkezde belediye önünde kapalı otoparka 1 TL karşılığında süresiz olarak aracımızı park ediyoruz. İkinci durağımız Tekke Camii. 16.yy’da yapılan camii etrafında külliyeleri de barındırıyor. Kimin yaptığı bilinmemekle birlikte Halep’teki Mimar Sinan’ın yaptığı Hüsreviye Camii’ne benzediği için onun yaptığı tahmin ediliyor.

DSC_0042

Camii’nin avlusunda sol tarafta küçük ama tarihi mezarlıklar bulunuyordu. Onu da betonla kapatmışlar hangi akıla hizmet bilemiyoruz? Hemen onun da yanında arkadaki mahalleye geçişte kullanılan tünel gibi yoldan geçiyoruz. 3 yaşındaki oğlumuz Can ilk defa böyle bir yol ile karşılaştığından çok seviyor ve bu sokaklara gizli tüneller adını takıyor. Mahallemize girdiğimizde eski komşularımızın evlerinin artık birer terk edilmiş evlere dönüştüğünü içimiz burkularak görüyoruz. Genç nüfus daha büyük kentlere gidiyor, yaşlanan nüfusun vefatıyla beraber artık bu evlerle ilgilenen kimse kalmıyor. Tıpkı diğer Anadolu şehirlerimizde olduğu gibi..

DSC_0061

Sokaklarda yürüyoruz, babam tanıdıkları ve eski arkadaşlarını gördükçe onlarla sohpet ediyor. Biz ise yürüyemedik. Sağımızda dilenci, solumuzda para isteyen çocuklar. Hepsi Suriyeli. Küçük bir Suriye olmuş burası. Savaştan kaçan herkes buralarda. Gelirken pisliklerini, kuralsızlıklarını, dağınıklıklarını da getirmişler beraberlerinde. Sokaklar maalesef çok kötü durumda.

Babamızın dedesinin evini görmek için kapıyı çalıyoruz. Kapıyı Suriyeli bir bey açıyor. Kem küm derken, biraz Türkçe bilgisiyle bizi hemen anlıyor ve evine çağırıyor. Evde bir koşuşturma başlıyor. 10 çocuğu var. Hepsi de tek bir eşten :) tebrik ettik.. Evde eşyaları bile yok. Odalarda minderler var bir de yemek için kap kaçak. Evin tüm eşyası bu. Evin reisi olan amca arada iş buldukça çalışıyormuş. ‘-Ne iş bulursam gidiyorum’ diyor. Bazen 2 gün çalışıp 5 gün yatıyoruz bazen tam tersi oluyor diyor.

Adama rica ediyoruz karşı sokaktaki dedemizin evimizi görebilmek için (içerisinde kiracı var Suriyeli bir aile). Bize tercümanlık yapar mısın diyoruz. Çekiniyor. Bize kapıyı çalıp gidiyor. Kapıyı bir Suriyeli genç açıyor. Mümkün değil anlaşamıyoruz. O bize biz ona bakıyoruz. Sadece Arapça anlıyorlar. Konu uzayınca kapıda yukarıdan bir büyük kardeşi geliyor Türkçeyi azıcık anlıyor. Derdimizi söylüyoruz eve bakıp çıkacağımızı anlatıyoruz. Anlamasa da yukarıya alıyor bizi. Orada da bir odada ailece 15 kişi yemek yerken bizi görünce kalkıyorlar. Biz de ayıp oldu diye düşünüp rahatsızlık vermemek için evimizin resmini bile çekemeden biraz bakınıp hüzünle oradan ayrılıyoruz.

DSC_0044

Tarihi sokaklarda geçmişin izlerini sürüyoruz. Arka sokaktaki Tarihi Ulu Camii’yi ziyaret ediyoruz. Bu camiinin tamir kitabesinde 1338 yılında tamir gördüğü anlatılıyor. Yapım tarihi bilinmediğinden çok daha eski olduğu, hatta Osmanlı döneminden önce Memluklulular devrine ait olduğuda söylenenler arasında. Biz ise restorasyon çalışmalarından dolayı kabasını görüp oradan ayrılıyoruz.

DSC_0054

Eski sokaklardan, Can’ın tabiriyle gizli tünellerden :) geçe geçe şehir turumuzu merkeze doğru çeviriyoruz. Bu sokakları birbirine bağlayan tünellerin bir kısımının şehir planlaması yapılırken yıkıldığını öğreniyoruz. Umarız kalan bu son tarihi sokaklar korunur. Yoksa şehirlerimizi gezmek için hiç bir özellik kalmayacak Anadolu’da.. Turistler, yabancılar, şehirleri ve kültürleri tanımak isteyen gezginler işte bunun için geliyor apartman görmek için değil! Neyse.. Tarihi Paşa Hamamı’na geliyoruz. Artık işlemediğinden orası da kapalı. Dışarıdan bakınıyoruz.

DSC_0063

DSC_0062

Ana cadde üzerinde Hacı Fadıloğulları’ndan Cennet Çamuru siparişi veriyoruz. Babamların döneminde ise bu tatlıya kırık kadayıf denirmiş. Üstüne bir de Kilis katmeri yiyoruz. Cennet çamuru biraz ağır geldi ama tatlıların ikisi de lezzetli ve güzel.

Suriye sınırına gidiyoruz. Sınıra gidene kadar yol boyunca kenarda tırların oluşturduğu kilometrelerce kuyruk gözümüze çarpıyor. Sınır kapısının hemen yanında Suriyelilerin kaldığı bir kamp yapılmış. Dev gibi ve oldukça kalabalık. Akşam kampa giriş saati olduğundan otobüsler ile akın akın Suriyeliler gelince biz de ayrıldık oradan.

DSC_0064

Kilis’in kaderi il olduğunda değişti aslında. Herşey daha iyiye gidecekken daha kötüye gitti yıllar içerisinde. Kendi kendine yeten zeytinleriyle, bağlarıyla dolu bir kent iken, il olunca çevreden göçler aldı. Bu beraberinde plansız büyüme, hırsızlık, evsizler gibi sorunlar getirdi. Üstüne bir de Suriye savaşı.. Şehrin bakımsız ve pis oluşu da kent yöneticilerinin beceriksizliği olsa gerek. Bütün bunlar birleştiğinde gözleriniz dolu dolu geçmişi arıyorsunuz.

Akşam Polisevi’nin olduğu tepeye çıkıp Kilis’e bir de gece manzarasıyla bakıyoruz ve ardından Gaziantep’e otelimize dönüyoruz.

Belki şimdi değil ama günün birinde, işinizi bitirip hemen Gaziantep’e dönmeyeceğiniz, keyifle dolaşabileceğiniz bir yer haline gelecek eminiz.. Yinede çok daha fazla detay için: kiliskulturturizm